PİYASALAR

  • BIST 1009827.231.51%
  • ALTIN2954.6590.39%
  • DOLAR34.7450.1%
  • EURO36.502-0.16%
  • STERLİN43.994-0.33%
  1. YAZARLAR

  2. Halime Tezcan Tosun

  3. Hayaller Ve Gölgeler
Halime Tezcan Tosun

Halime Tezcan Tosun

Yazarın Tüm Yazıları >

Hayaller Ve Gölgeler

A+A-

GÖRMEK

Dünyaya gözünüzü ilk açtığınız andan itibaren, gördükleriniz, tecrübeleriniz kaydedilmeye başlar. Gözler, en salim algılama merkezimizdir. Görme, sözcüklerden ve duymadan önce gelmiştir. Birçok renk içinden kendi rengimizi seçer, dalarız alev saçlıların sonsuz bahçesindeki hayallere…

Kimi zaman gördüklerimizi, başka birine gösteririz. Bakar ama görmez…

Sonra ikiye ayrılır; bakanlar ve görenler.

KARANLIK ODA

Halife İbn Heysem’i bir hücreye hapsettiğinde ortada ne Alfred Hitchcock, ne Jean Luc Godard, ne Memduh Ün, Ne Zeki Demirkubuz, ne Ömer Lütfi Akad ne de Türkan Şoray vardı…

İbn Heysem o karanlık odada yapacak hiçbir şey olmadığından, bir yemek tepsisinin üzerine düşen ışığı, odanın içinde bir o yana bir bu yana çevirirken, ışık ve görmeye dair öyle bir şey keşfetti ki insanlığın yüz elli yılına en derin izleri bıraktı beyaz perdede…

KARAGÖZ VE HAYAL PERDESİ

Kadim zamanlarda, hayal perdesinin ardında oynaşan gölge oyunları, günümüz dünyasında devam etmektedir. Düşler pazarında, düşler alınıp satılmakta. Işıklar ve gölgeler her bir çehrede yeni yeni hayallerle, yeni yeni yüzlerle nice hayatlara idoller belirlemektedir. Her kalp kendisine ait olan hayatı o beyaz perdenin önünden seçti. Bakışlarını perdeye çeviren bakışların, bu sonsuz sahnelerin ve sekansların arasında kendi gölgesiyle karşılaştı insanoğlu.

YAZLIK SİNEMA

Yaşlı bıkkın teyzelerin, umutsuz gözyaşlarını serinletirdi. Genç kızların, gözlerine sevinci katardı. Garip ve haşin güzelliğe iltifat etmekten, zevklenirdi gözleri. Bütün ürkütücülüğüyle çirkefliğin peruğuna bağırıp çağırırdı gözleri. Ezilenlerin zayıflığına üzülüp, tüm gücüyle mesafeleri yok ederek meydan okurdu gözleri. Ölümü tadan zavallı hasta kıza, her gün güneşi selamlatırdı gözleri. Bir âmânın, açılan gözlerine ağlardı gözleri.

CEMİYETİN YARDIMCI OYUNCULARI

(Fatma Girik, Yılanların Öcü, 1985) Irazca Ana: “Hamlet’in meyus çığlığında, alınyazımızı okur gibi okuyoruz”. Yaşamak veya yok olmak. Gaddarlığın, menfaatin, zalimliğin sinsice yayıldığı zamanlar vardır. Bir sis misali çöker üzerimize.

İşte o vakitler, bazıları zorlanır. Bazıları zorlar. Kendi günahlarına, gözlerini kapayanlar vurdukça vururlar, ezmek için bahane ararlar. Ya siper alıp çöken bu sise karşı tedbir alacaksın, ya da kaybolup gideceksin. Kişinin karı olan hırsızlık, başkasının hakkına göz dikmek, öyle bir kötülük ki vicdanının sesini dahi duymaz olur. Masumun canını yakma pahasına, atılan adımlar, Irazca Ana’nın hakkını savunan kişiliği ile geri püskürtülmüştür.

(Türkan Şoray, Dönüş 1972) Gülcan: Yıllar geçti, ben taşralı dünyamda kendi buhranlarımla boğuşurken kâh girdaplarla kavruluyor, kâh sevdiğimin yokluğuyla vuruluyordum. Peşimde zalim ağalar. Bekledim sadıkane, çocukların kelimelerine sığındım. Yalnız kaldım. Okumayı yazmayı öğrettin bana. Rüzgârın, uzun ıslıklar dindiğinde, dönüşünden elimde kalan kaybedilen bir evlat. Arkamdan bir ses hep aynı sevdayı yankıladı. “Hasretinle Yandı Gönlüm” …

(Filiz Akın, Umutsuzlar 1971) Çiğdem: Ne şaşkınlıktı. Karanlıklar içinde beklemek. Derin yerlerine dokunmak bulanık düşlerine ortak olmak. Günlük gazetelere bakarken, içini ürperten telaşla çevirirken sayfaları korkardı Çiğdem. Yorulmuş yüreği; bir mafya babasının tutkusu peşinde kendi hayatını zayi ediyordu. Her gün aynı korkuya uyanmak, kaçınılmaz olan sona doğru gitmek… ‘Neden!’ Peşini bırakmayan tek soru. Kalbine duvarlar örmedi. Umutsuz bir umutla bekledi, bekledi, bekledi…

(Hülya Koçyiğit, Sokaklardan Bir Kız, 1974) Nuran: Bir konsomatrisin kızı, annesi sert, acımasız mizaçlı biri olsa da Nuran ise bir o kadar naif, utangaç, ağırbaşlı, merhametli ve letafetli. Toplum tarafından etiketlenmiş, ama buna direnmekte kalbi. Bir gün bu hayatın dışında yeni bir hayat olacağı umudunu taşıyan Nuran…

Ama toplumun temel yargılarına karşı talihi ne kadar yolunda gider? Kendi içinde ahlaklı olmanın, iyi olmanın bile işe yaramadığı bir dünya…

(Adile Naşit, Hababam Sınıfı, 1976) Hafize Ana: Müşfik, fedakâr, yüzündeki kelebek gülücükten yakalarsın zamanı. Coşkun heyecanların olduğu kalpte, gücü evlatlarına kanat geren, bir çocuğunu kaybeden, bir sınıf dolusu evladı olan bizden biri. Anne dokunuşlu…

(Ayla Algan, Ah Güzel İstanbul, 1966) Ayşe: Cahilliği, samimiyeti birbiriyle denk. Kaba güzelliği, yalan bir dünyaya kapılır… Büyük şehrin acımasızlığında bir o yana bir yana savrulur. Talihi yaver gider. Ben bir küçük cezveyim, köşe bucak gezmeyim, verin benim yârimi, boynu bükük gezmeyim… Virane saraylarda modern İstanbul’un ilk zamanlarında safiyane bir gezinti. Bir Ayşe vardı, saftı, fakirdi, güzeldi… Korkmadı, bu dünyada yapılacak güzel bir şeyler her zaman vardı…

CAN CANDIR, FATIMA FATIMA’DIR

Hayatın yarısı kadınlar. Rahman isminin tecellisi kadınlar. İlkel törelerin, üzerlerinden tanımlandığı, modern çalışma hayatının annesi, eşi, kardeşi, evladı kadınlar…

Bütün bu sorumluluklarla baş ederken, onun derdine birileri çare olana kadar ya yoldan çıkıyor ya da direniyordu. Yarım yamalak yaşamların trajedisini yaşıyordu ruhları. Büyüsü çoktu bu serabın. Delişmen bir kahraman uzatırdı elini beyaz perdede. Hayal ile gerçek arasında toplumun aynasına dönüşürlerdi…

Bize ışık oldular.

O hayal perdesinden göründüler geçtiler gittiler...

Bu yazı toplam 4290 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar