PİYASALAR

  • BIST 1009722.090%
  • ALTIN2428.571-0.03%
  • DOLAR32.52-0.1%
  • EURO34.8-0.22%
  • STERLİN40.476-0.17%
  1. YAZARLAR

  2. UMUT ÖZKAN

  3. TOPRAKLARI ÇALINAN BİR MİLLET
UMUT ÖZKAN

UMUT ÖZKAN

Avukat Arabulucu
Yazarın Tüm Yazıları >

TOPRAKLARI ÇALINAN BİR MİLLET

A+A-

Filistinli bir kadının; Yakup, sen benim evimi çalıyorsun haykırışı kulaklarımda çınlıyor hâlâ Yahudi yerleşimci Yakup’un “Evet ama ben çalmazsam bir başkası çalacak.” sözleri başımdan aşağı kaynar suların dökülmesine sebep oluyor. Günbegün bir milletin toprakları çalınırken dünya üç maymunu oynuyor.

Filistin’in hukuki durumu ile ilgili bir yazı kaleme almayı düşünürken yukarıda anlattığım manzarayı izah edebilecek kelimeler bulmakta zorlanıyorum.

OSMANLI DÖNEMİNDE FİLİSTİN

1517’de Kudüs’ün fethedilmesiyle birlikte Osmanlı hakimiyetine giren Filistin, bu tarihten itibaren 1917 yılına kadar geçen dört asırlık zaman diliminde huzur ve barışın merkezi haline gelmişti. Kutsal mekanlarda her dinin mensuplarının kendi inançlarını serbestçe icra etmelerine imkan verilmiş, farklı din ve mezhep mensuplarının birbirlerinin özgürlük alanına müdahale etmemeleri konusunda ciddi anlamda hassasiyet gösterilmişti.

Theodar Herzl

İsrail Devleti’nin kurucu babası olarak bilinen Theodar Herzl, 1901 yılında Sultan II. Abdülhamid ile yaptığı bir görüşmede, ‘‘Avrupa borsasını ellerinde tutan Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün borçlarını ödemesi karşılığında Filistin’de bir yurt verilmesi’’ teklifinde bulundu. Bu teklife ‘‘Ben bir karış dahi toprak satamam, zira o bana değil, halkıma aittir. Onlar bu İmparatorluğu kurup kanlarıyla mahsuldar kıldılar. Onu, bizden koparmadan önce üzerini kanımızla bir kere daha kaplamayı biliriz’’ diye cevap verir. Sultanın bu cevabı Yahudi toplumu üzerinde büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

Balfour Deklarasyonu

1916 yılında Sykes-Picot Antlaşması ile Osmanlı toprakları İngiltere ve Fransa arasında paylaşılırken Filistin için ise uluslararası bir statü öngörülüyordu.  Lakin 1917 yılında İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour, Yahudilerin Filistin’de yurt kurmalarını desteklediğini açıkladığı Balfour Deklarasyonu ile İsrail Devletinin önü açılmış oldu.

1918 yılında Osmanlı askerleri Filistin’den çekildiğinde Filistin nüfusunun % 90’ı Arap’tı ve toprakların da ancak % 2’si Yahudi mülkünde bulunuyordu. Yahudi nüfusu 1918’de 58.728 iken buna karşılık aynı tarihte Müslüman nüfus 611.098 ve Hristiyan nüfus da 70.429 idi.

 

Halkların Kendi Geleceklerini Belirleme Hakkı

Araplar, birinci dünya savaşından sonra milletlerarası bir ilke olarak benimsenen halkların kendi geleceklerini belirleme hakkı doğrultusunda Filistin’in kendilerine bırakılmasını istiyorlardı. Fakat İngilizler ’in yoğun ısrarları neticesinde San Remo Konferansı 1920’de Filistin’i İngiliz mandasına verdi. İngiltere’nin Filistin üzerinde kurduğu manda idaresi 24 Temmuz 1922’de Milletler Cemiyeti tarafından da onaylandı.

Filistin yönetiminin İngiliz mandasına geçmesiyle birlikte Araplar için her şey tersine dönmüştü. 1920-1940 arası dönemde Yahudi göçü hızlandı özellikle 2. Dünya savaşı ile birlikte Yahudi göçü zirveye ulaştı. Yahudi nüfusu bu süreçte toplam nüfusun dörtte birine ulaşarak 335 bin kişi oldu.

1947 yılında Birleşmiş Milletlerde kurulan Filistin Özel Komisyonu Filistin’in Araplar ve Yahudiler arasında ikiye bölünmesini, Kudüs’ün ise uluslararası bir statüye kavuşturulmasını öngören teklifi Arap ülkeleri tarafından reddedildi.

NEKBE (BÜYÜK FELAKET)

1948 yılında İngilizler Filistin’deki manda yönetimini sonlandıracaklarını ilan ettiler. İngiliz manda idaresinin sona ereceği 14-15 Mayıs gece yarısından birkaç saat önce Tel Aviv’de İsrail Devleti’nin kuruluşu ilân edildi. Daha önce bağımsızlık kararından haberdar edilmiş bulunan Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Truman tam on bir dakika sonra, Sovyetler Birliği de ertesi gün bu devleti tanıdıklarını açıkladılar.

Filistinlilerin Nekbe (Büyük Felaket) olarak adlandırdığı İsrail devletinin kuruluşu ile birlikte yaklaşık 957 bin Filistinli zorla göçe tabi tutularak tarihi köy ve şehirler boşaltılmış yerlerine ise Yahudi yerleşimciler yerleştirilmiştir.

İsrail Devleti’nin kurulmasından birkaç saat sonra Arap Birliği İsrail’e savaş açtı. Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak kuvvetleri ile İsrail arasındaki savaş Batılı güçlerin desteğiyle İsrail lehine sona erdi böylece İsrail bu savaş sonunda 1947’deki taksim planı ile Filistin’den elde ettiği topraklardan daha fazlasını kazandı.

1948’deki Arap-İsrail savaşından sonraki tarihlerde de Arap devletleri ile İsrail arasında çatışma ve savaşlar meydana geldi lakin her savaşın kazananı İsrail olurken Filistin halkı hep kaybeden taraf oldu hemen hemen bütün toprakları İsrail işgali altına girdi.

6 Gün Savaşları

5 Haziran 1967’de başlayan 6 Gün Savaşları neticesinde İsrail, Mısır’dan Gazze ve Sina Yarımadasını, Suriye’den de Golan Tepelerini aldı. Ürdün güçlerini de Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten çıkararak mevcut topraklarını iki katına çıkardı.

Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 242 sayılı kararı aldı. 242 sayılı karar "Orta Doğu'da âdil ve kalıcı bir barışın sağlanması" çağrısı yapar. Bunun sağlanması için belirlenen ilkeler "İsrail'in son savaşta işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi" ve "bölgedeki tüm devletlerin güvenli ve tanınmış sınırlar dahilinde var olma hakkına saygı duyulması" şeklindedir.

Uluslararası toplum, Filistinlilerin 1967 Sınırlarını kabul ettiği takdirde meselenin çözüleceğini ifade etmiştir. Filistin Kurtuluş Örgütü, 1994'te imzalanan Oslo Anlaşması'yla “1967 Sınırları”nı kabul etti lakin mesele yine çözülemedi.

Batılı güçlerin İsrail’in yanında tavır alması, Arap devletlerinin kendi aralarında liderlik mücadelesine girişmesi neticesinde Filistinliler topraklarının tamamına yakınını kaybederken milyonlarca Filistinli de mülteci pozisyonuna düştü.

Filistinliler, 1967 paylaşımını ya da Birleşmiş Milletlerin teklif edeceği farklı bir paylaşımı da kabul etse İsrail hiçbir şekilde anlaşmaya yanaşmayacaktır. Filistinlilere ait tüm toprakları almadan ve Arapların tamamını bölgeden sürmeden de durmak bilmeyecektir. Filistinliler de bu durumun farkında ve  özgürlüklerini masada kazanamayacaklarını çok iyi biliyorlar.

Demir Kubbe

Ramazanın son günlerinde İsrail saldırılarına karşı başlatılmış olan yeni savuma stratejisi ile İsrail’in çok güvendiği demir kubbe hava savunma sistemi çökmüş oldu. Bu çöküş ile İsrail sadece ateşkes ilan etmek zorunda kalmadı ne kadar korunaksız ve güçsüz olduğunu da anlamış oldu.  

Batılı ülkelerin kirli ittifakları ve masa başı oyunları ile topraklarını kaybeden Filistinliler geçmişten aldıkları acı tecrübelerle birlikte nasıl kazanacaklarını çok iyi öğrendiler.

Her bahar bir çiçekle başlar…

İsrail askerlerinin arasında elleri kelepçeli genç kızın yüzündeki tebessüm, bombaların altında hiçbir şey olmamış gibi oyunlarına devam eden çocukların cıvıltıları ve hayatının baharında İsrail kurşunlarıyla şehit olmuş gencin yüzündeki gülümseme bizlere bir mesaj veriyor, çok yakında gelecek olan bir zaferin müjdesi...                                                              

Bu yazı toplam 3013 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum