Soğan ve Patates fiyatlarının artmasının perde arkası!
Günlerdir patates, soğan konuşuluyor.
Bakış açısı ve mesleki uzmanlıklarına göre hemen her kesimden farklı yorumlar geldi.
- Ekim alanının daralması,
- Tarımsal girdi maliyetlerinin yüksekliği,
- Hasat dönemine yakın mildiyö zararı,
- Hasat döneminde aşırı yağışların zararı,
- Stokçular,
- Aracılar,
- Verim düşüklüğü,
- Ve en acısı; SPEKÜLASYON söylemi.
Tüm nedenlerin doğruluk payı var. Fakat tüm bu sorunların üstesinden nasıl gelineceği noktasında sorumlu kişiler dahil kimseden bir kelam duymadık.
Tarım ürünlerinde yaşanan bu sorunlar esasında şimdinin değil, son 25 yılın hikayesidir. Tarım ürünlerindeki fiyat dalgalanmaları, spekülasyon yorumlamaları ve arkasından gelen ithalat kararı maalesef bir çok üründe yaşandı. “Neden bunlar yaşanıyor?” sorusuna verilen cevapların çözümüne nedense kimse yanaşmıyor, yanaşmak istemiyor ya da uzman kişilerin yorumlamasına fırsat verilmiyor. Yapısal sorunlardan tutun üretim, lojistik, pazarlama ve tüketim kanallarının tümü sorgulanması lazım.
Peki çözüm ne olmalı?
Patates bitkisi yetişme dönemi boyunca organik madde ihtiyacı en yüksek olan ürünlerden. Özellikle erkenci çeşitler kumsal toprakların olduğu bölgelerde yetişmektedir. Organik madde oranı düşük olan bu topraklar yoğun tarımdan dolayı yoruldu. Toprak kaynaklarımızı canlı gibi düşünmek zorundayız. 20 yaşındaki bir gençle, 70 yaşındaki bir insanın kaldırabileceği yük ile, gideceği yol arasında ciddi farklar vardır. Topraklarımızı da bu şekilde değerlendirmeliyiz. Yıllardır ekilen aynı ürünler, zayıf topraklar ve beraberinde bilinçsizce yapılan sulama, gübreleme ve ilaçlamayla birlikte; hem topraklarımız hem de üretilen ürün hastalıkla mücadele etme gücünü kaybedince daha yüksek maliyetle düşük verimli ürünler üretilmeye başlandı.
Soya ihtiyacımızın %93’ünü ithal ediyoruz. Yem sektörünün en önemli ham maddesi olan soyaya yılda 1-1.5 milyar dolar ödüyoruz. Toprakların yorulduğu, verimin düştüğü bu topraklarda gerek iklim gerekse toprak şartları konusunda soya ekilmemesi için hiçbir engel yok. Burada karşımıza tekrar şu sorun çıkıyor; Sanayileşme. Öncelikle bu ürünü kaliteli üretip, sanayi ile desteklenmesi için gerekli alt yapının kurulması lazım. Bu planlamalar dahilinde ülkemizde üretilmeyecek hiçbir ürün yok.
Çiftçilerimiz hastalıklarla mücadele konusunda ne yazık ki eğitimsiz ve yetersiz. Verimli tarım yapmanın temeli bitkiyi hastalanmadan yetiştirmektir, yani asıl olan koruyucu hekimliktir. Mantar hastalıkların etmenleri toprakta bulunur. Bitkiye bulaştığını anlayabilmek önemli bir tecrübe ister. Topraktaki sıcaklık değişimlerinde bir gecede tüm tarlayı göçmüş olarak görebilirsiniz. Çiftçi ve Ziraat Mühendisi meslektaşlarımızın iyi eğitilmesi ve bölgesel ürünler konusunda uzman olmaları şart. Aksi takdirde hastalıkların önüne geçilemez.
Gelişmiş ülkelerde tarım ve gıda zinciri sıralamasında Üretici-Tedarikçi-Sanayici-Tüketici vardır. Ülkemizde ise bu zincir Üretici-Tüccar-Depocu-Toptancı-Sanayici-Üreticiden oluşur. Gelişmiş ülkelerde tedarikçi, genelde üretici kooperatifleri ya da borsalardır. Örneğin, patates için şöyle bir tedarik yapısı vardır: Sanayilik sözleşmeli ekim yapan firmalar dışında, 10’ar ya da 20’şer gruplar halinde birleşmiş tüccarlar vardır. Bu tüccarlar üreticiye tohum dağıtır, hasat zamanı alımlarını yaparak mahsulü depolara stoklar ve istediği malın fiyatını istediği zamanda, istediği şekilde piyasaya sürerek fiyatları belirler. Zarar gören tüketici olur.
Ürün yetiştirme boyunca çiftçinin elinde nakit parası bulunmaz. Haliyle girdileri almak için borçlanır ve hasat zamanı ürününü mahkum olduğu tüccara satmak zorunda kalır. Bunu fırsat bilen tüccarlar, ucuz şekilde ürünü depolara indirir. Örneğin, tarlada 1 Türk Lirası olan bir ürün, tüccar tarafından seçilir. Birinci sınıf ürün 1 Türk Lirasından alınır. Ürünün %30’u ikinci, üçüncü sınıflara ayrılır. Fiyat seviyesi 70-80 kuruşa inmiş olur. Ürünün yaklaşık %25’i nakliye ve depolama esnasında kayba uğrar. Tüccar tüm bu kayıpları fiyata yansıtır. Haliyle ürün tarladan depoya girinceye kadar maliyet yaklaşık %50 artmış olur. Büyük illerin hal pazarlarına ininceye kadar işçilik, nakliye ile birlikte %70’leri bulur. Tüccar ve satıcı kar marjını da artk siz hesaplayın.
Bu fiyat dengesizliğinin önüne geçmek için kooperatifçilik çözüm olabilir. Kooperatifçilik, toplumsal bir yapıdır. Ülkemizde ise bu yapıyı kurmak imkansıza yakındır. Zira, koltuk savaşı, iktidar kavgası, rant oluşturma toplumuzun önemli sorunlarındandır. Bu sebeple bu sistemi ülkemizde uygulamak imkansız diyebiliriz. Burada çözüm STK’lardan gelebilir. Hemen her il ve ilçede Ziraat Odaları, Ticaret Borsaları devreye sokulabilir. Hasat programı fiyat belirleme, lojistik ve pazarlama konularında devlet kurumları ile koordineli olarak yapılabilir. Bu STK’lar bünyesinde tarımsal üretim ve bitki koruma uzmanı Ziraat Mühendisleri istihdam edilerek hem çiftçi eğitimi hem de kaliteli üretim konusunda standartlar getirilebilir
Artan gıda fiyatları konusunda Dünya şampiyonuyuz. Dünya’da ortalama aylık gıda fiyat artışı %1 iken, bu oran ülkemizde %12 civarındadır. Yani “Tarım ülkesi” olarak tüm Dünya’dan daha pahalı gıda tüketiyoruz. Ve ne yazık ki; hedef “Geçici fiyat istikrarı” olunca, sorunu ithalatla çözmeye çalışıyoruz. Gelişmiş ülkelerde hedef “Kalıcı fiyat istikrarı” olduğundan, kendi vatandaşlarının gıdasını garantiye almaktalar.
İthalat, geçici fiyat istikrarı için çözüm olabilir. Lakin, bir ülkenin, özellikle bir tarım ülkesinin kendi gıdasının kaderini başka ülkelerin eline bırakmasından daha tehlikeli bir durum yoktur. Yaşanan küresel sorunlar her ülkeyi etkiliyor. Birkaç yıl sonra ithal edecek ülke de bulamayabiliriz. Yaygınlaşan ekonomi savaşlarıyla, ithalat için kaynak bulmada, ya da siyasi sorunlardan kaynaklı yaşanabilecek ambargolar sonucu gidecek yerimiz kalmama ihtimalleri var önümüzde .
Sorunları görmezden gelerek “spekülasyon” söylemleri başka ürünler için de söz konusu olacak. Önümüze domates fiyatları gelecek. Sonra narenciye, üzüm, şeftali… Bu ürünlerde de önümüzdeki dönemlerde sorunlar olacak çünkü; tarım üretiminde yaşanan sorunlar bölgesel ve ürün bazlı değil . Tarım ülkesi olarak bu kadar aciz olmamalıyız. Spekülasyonlar karşısında bu denli kırılgan bir sektör haline dönüşen tarımda yaşanan yapısal sorunlar , önümüzdeki on yıl içerisinde bizi ciddi sorunlarla yüz yüze getirecek. Tedbirleri almadığımız takdirde bizi büyük felaketlerin beklediği aşikar.
Sevgiyle.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.