PİYASALAR

  • BIST 1009524.59-0.06%
  • ALTIN2487.7390.15%
  • DOLAR32.5520.09%
  • EURO34.679-0.04%
  • STERLİN40.516-0.12%
  1. YAZARLAR

  2. Gülay Kurt

  3. Şehirlerin Kaderi Ve 28 Subat
Gülay Kurt

Gülay Kurt

Dr. Mimar
Yazarın Tüm Yazıları >

Şehirlerin Kaderi Ve 28 Subat

A+A-

Tıpkı insanların olduğu gibi şehirlerin de bir kaderi vardır. Şehirler de insanlar gibi doğar büyür ve gelişirler. Ama şehirlerin ölümü insanın ölümüne benzemez. Eğer bir şehir ölmüşse yerine başka şehirler kurabilirsiniz ama insanın yerine aynı insanı yapamazsınız. Belki kurduğunuz yeni şehir eski şehrin ruhunu yansıtamayabilir ama sonuçta madde olarak var olmaya devam eder. Şehirlerin bir ruhu vardır, o ruhu beslemek lazımdır yoksa ruhsuz şehirlerimiz insanları mutsuz etmeye devam eder. 

gulay1.jpg

Yazar Turgut Cansever kenti “İnsanın, hayatını düzenlemek üzere meydana getirdiği en önemli, en büyük fiziki ürün ve insan hayatını çerçeveleyen bir yapıdır. Bu yapıya biçim veren tercihleri ise insanlar ve toplumla, inançlarından, dinden hareket ederek belirlerler.  Şehir; toplumsal hayata insanlar arasındaki ilişkilere biçim veren, sosyal mesafelerin en aza indiği, ilişkilerin en büyük yoğunluğu yaşadığı yerdir” olarak tanımlar. Kent veya şehir her ne dersek diyelim şehirleri kuran insanların inanç sistemidir. 

KENT MEDENİYETTİR, MEDENİYET İSE KENTTİR

İnsanlar beraber yaşayıp bir toplum oluşturmaya karar verdikten sonra, kendi iç dinamiklerini yansıtan şehirler kurdular. Bu aynı zamanda kendi inanç sistemlerinin de bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Kent bir merkezdir; inançların, kültürlerin, siyasi düşüncelerin odak noktasıdır. Kent ne tek başına bir binalar bütünü ne de tek başına bir toplumsal hayattır. 

Kent medeniyettir, medeniyet ise kenttir. Şehirleri kuran inanç sisteminin dayandığı kurallar çerçevesinde bir bütün olarak din ve siyaseti veya dinle şehir kültürünü birbirinden ayırmak mümkün değildir. Osmanlı’da mahalleler, aynı dinden olan insanların çoğunlukta olduğu kişilerden oluşuyordu. Müslüman mahallesi, Rum mahallesi, Yahudi mahallesi gibi…Bu insanların hayatlarını kolaylaştırmak için yapılan bir uygulamaydı, asla ayrıştırmak için değildi. Her mahallenin kendi kuralları olup, herkes mensubu olduğu dine uygun olarak yargılanır ve hüküm verilirdi. Yani bir Ermeni veya bir Rum suç işlediyse Hristiyan kurallarına yargılanır, bir Musevi belli bir konu üzerinde hak iddia ettiyse Musevilik dinine göre kendi hahamlarının görüşleri çerçevesinde yargıya varılırdı. Olay şu ki herkes bu durumdan memnundu, adil bir yargılama için bu gerekliydi.

SONRA NE Mİ OLDU?

Seküler sistem dediğimiz düzen ise dini, toplumsal bütün değerlerden ayırarak hükümsüz kılarak, üstelik dini de değerler bütününde belli bir yere oturtamayan bir karmaşaya hâkim olmuştur. Bu karmaşa ki aslında düzen getirmesi beklenen sistem ise maalesef ülkemizde geçmişte yaşadığımız demokratik düzen üzerinde yanlış uygulamalara sebebiyet verecek şekilde uygulanmıştır. 28 Şubat 1997’de yaşanan o talihsiz “Post-modern” darbe ise insanların tam da inançlarının hiçe sayıldığı bir toplum düzeni oluşturmak için yapıldı. Kısaca darbeyi yapanlar bu kez medyayı kullanmış ve seçilmiş mevcut hükümeti baskı altında bırakarak istifaya zorlamış ve malum idari kurallarını savunan bir sistemi getirmeye çalışmıştır diyebiliriz. 

gulay2.jpg

İNANÇLAR OLMASA HİÇBİR ŞEYİZ

Bu darbe zihniyetinin feyz aldığı en büyük yaptırımlarından biri ise insanların hiçbir şekilde dini öğretilerini temsil eder bir şekilde kamu binalarında bulunmasına izin vermeyen kanunlar oluşturmaktı. Hani demiştik ya şehri kuran bir inançlar bütünüdür ve bu inanç yüzlerce yıl içinde oluşmuş olan grift bir kültür yelpazesidir. Bu yelpazeyi tek renk yapmaya çalıştığınız zaman hayatın ve şehrin ruhunu öldürürsünüz. Çünkü şehri var edenler insanlar olduğuna göre o şehri inşa eden insanları kendi binalarında yaşama hakkı tanımamak, insanların ve yapıların ruhunu yok etme çabasından başka bir şey değildir. 

İnançlar olmasa hiçbir şeyiz! Neye inanıp yapacağız, üreteceğiz, inşa edeceğiz? Kendi değerlerinizi hiçe sayarak başkasının dayattığı yabancı kurallarla ne bir köyü ne bir kasabayı ne de bir şehri idare edebilirsiniz. Kaldı ki bir ülkeden bahsediyoruz. Bir şehrin kaderini aynı zamanda kurallar bütünü de belirler. Şehrin etrafında oluşan varoş -eskiden gecekondu semtleri denirdi- kesimin neden kent kurallarına uymakta zorlandığını veya şehre adapte olmada geç kaldığını sosyologlar fazlasıyla açıkladılar. 

HERKESİN İNANCINA SAYGI DUYACAĞIZ

Kamusal hayatla özel hayat nasıl bir ayrıma tabi tutulmalı? Ya da ayrılmalı mı?

İnsanlar bir şehre nasıl yakınlık duyar, cevap basittir: O şehri sevdikçe…

“Şehrimi seviyorum çünkü…” diye başlayan bir cümle sorun, herkes kendi hissettiği bir yakınlık derecesiyle cevap verecektir bu soruya. İnsan şehirsiz, şehirler de insansız olamayacağına göre sevgi dolu şehirler inşa etmek istiyorsak önce herkesin inancına saygı duyacağız. “Sen burada bu binada bu çevrede bu şehirde böyle yapamazsın çünkü…” dediğimizde bu “çünkülerin” altını dolduran olgular evrensel kurallardan başkası olmamalı. 

İşte geçmişte yapılan bir uygulama olan 28 Şubat darbesiyle özdeşleşen bu kamu yasağı, sadece başörtülü olduğu için üniversitelere sokulmayan, kamu binalarında çalışmasına izin verilmeyen bir yasak, ancak nefretten başka bir şey getirmedi toplumumuza. Bugün bu sorunları büyük oranda aşmış bulunsak da zihinlerde hala hatırası devam etmektedir. Öyleyse beraber yaşama kültürümüze de darbe vuran bu girişimler ne bizim ne de şehirlerin kaderi olmasın. Şehirlerin de insanların da ruhu ölmesin…

Bu yazı toplam 7281 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.