MUHTEŞEM AYASOFYA
Dünya mimarlık tarihinin en önemli eserleri arasında gösterilen Ayasofya hem İstanbul’un sembolleri arasında bulunan hem de mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevi açısından sanat dünyasında önemli bir yer teşkil eden çok önemli bir yapıdır. Dünyanın ‘8. Harikası’ olarak da gösterilmektedir. İtalya’da Roma’da bulunan Panteondan sonra ikinci büyük kubbeye sahip olarak inşa edilmiştir vakti zamanında. Bazı yapıların hikâyeleri o kadar çok merak uyandırır ki halk efsaneler de ekleyerek bu hikâyeleri zenginleştirir. Peki Ayasofya’nın hikayesi nedir bir bakalım...
BÜYÜK KİLİSE
Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu’nun yapmış olduğu en büyük kiliseydi. Ama kilise yıllar içinde tam üç kez inşa edilmişti. Bizans sanatının en büyük eseri olan Ayasofya’nın yerinde daha önceki paganisma dönemi mabetlerinden birinin bulunduğu sanılmaktadır. İlk yapıldığında Büyük Kilise (Megale Ekklesia) olarak adlandırılan Ayasofya'ya ancak beşinci yüzyılda sadece ‘Sopfia’ denilmeye başlanmıştı. ‘Hristiyan Üçlemesinin ikinci unsuru olan Kutsal Hikmet'e (Sofia) adandığından Ayia Sofia olarak tanınmıştır. Fakat Bizans halkı buraya uzun süre ‘Büyük Kilise’ demeye devam etmiştir. Aynı ad fetihten sonra da ‘Ayasofya’ biçimini alarak günümüze kadar yaşamıştır.
Birinci kilise, İmparator Konstantios (337-361) tarafından 360 yılında yapılmıştır. Üstü ahşap çatıyla örtülü, uzunluğuna gelişen (bazilika) planlı birinci yapı, anlaşmazlıklar sonucu çıkan ayaklanmalardaki yangından dolayı yakılıp yıkılmıştır. Günümüzde bu ilk kiliseye ait herhangi bir kalıntı bulunmamakla birlikte depoya kaldırılmış olan ‘Megale Ekklesia (Büyük Kilise)’ damgalı tuğlaların bu yapıya ait olduğu sanılmaktadır.
ERİŞİLMEZ SINIRSIZLIK
İkinci Kilise II. Theodosios (408-450) tarafından 415 yılında yeniden inşa edilmiştir. Ama bu kilise de aynı akıbete uğrayarak tarihte ‘Nika İsyanı’ diye geçen bir ayaklanma sonucu 532 yılında yıkılmıştır. 1935 yılında yapılan kazılar sonucu bugünkü zeminden iki metre aşağıda bu ikinci yapıya ait basamaklar, sütun kaideleri ve 12 havariyi temsil eden kabartmalar bulunmuştur. Ayrıca diğer parçalar bahçede sergilenmektedir görebilirsiniz.
Günümüz Ayasofya’sı ise İmparator Justinios (527-565) tarafından yaptırılmıştır. Ayasofya'nın yapımı için Batı Anadolulu iki mimar-mühendisi görevlendirildi. Bunlar Miletosiu (Söke yakınında Balat) İsidoros ile Tralles'li (Aydın) Antemios idi. İnşaat için, her taraftan malzeme toplanırken, başta Elesos'ta Artemis'teki olmak üzere pagan (putperest) mabetlerinin sütunları da İstanbul’a getirildi. Bir kaynağın bildirdiğine göre, yüz ustabaşının idaresinde on bin ameleyle yapılan inşaat beş yıl sürdü ve açılış 27 Aralık 537 günü yapıldı. Ayasofya yapıldığında “... Kaplanamaz, sınırlanamaz bir hoşluk, çevrelenemeyen kozmosun” bir sembolü olarak görülmüştü, kubbesi, “Erişilmez bir sınırsızlık, mozaik ve renkli taşlarla kaplı duvarlar, çayır, orman ve denizleri” temsil eden yeryüzü olarak kabul ediliyordu. Kubbenin genişliği 69,50 metre olup yerden 55,60 metre yüksekliktedir.
Ayasofya’nın iç süslemesinin ihtişamı, mimari ölçülerinin bir kilise için alışılmamış büyüklükte oluşu ve hepsinin üstünde, orta mekânına hâkim olan kubbenin yüksekliği, çapının genişliği, daha yapıldığı yıllardan itibaren herkesi şaşırtmış ve hayranlık duymalarına yol açmıştır. Hristiyan dünyası bu heybetli kubbenin yapımını insanüstü güçlere bağlamış ve bu gözlem, dini inançla birleşince, Ayasofya orta çağ mistisizminin erişilmez bir sembolü olmuştur. Mimar Sinan’ a da ilham veren bu kubbe, öyle etkili olmuştur ki Sinan’ın Selimiye Camii’ni inşa ettiğinde “Seni geçtim Ayasofya” dediği rivayet edilir. Zira Selimiye’nin kubbesinin genişliği Ayasofya’yı geçmişti.
Ortodoks inancında insanlar ve dünya üstünde semavi âlemi temsil eden kubbe, burada en yüceleştirilmiş görünümüne kavuştuğundan, bu kubbenin ‘Sanki boşlukta yüzdüğü’ ne inanılmış ve böylece, Ayasofya adının maddeleşmiş bir belirtisi sayılmıştır. Orta çağ insanının bu görüşü, günümüze kadar insanları aynı güçle etkisi altında bırakabilmiş ve Ayasofya'yı inceleyen çağımızın ilim adamları da çok defa hu görüşlere katılmaktan kendilerini alamamışlardır. Kralların taç giydiği, en büyük kilise olarak uzun yıllar katedral olarak işlevini devam ettiren Muhteşem Ayasofya beşinci yüzyıldan sonra da Ayasofya (Kutsal Bilgelik) olarak adlandırılarak tarihte ve gelecekte yerini almaya devam edecektir.
482 YIL CAMİ OLARAK KALDI
İhtişamlı görünümü her zaman hedef olan Ayasofya, IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbullu Latinler tarafından 1204-1261 yılında işgal edildiğinde, bütün kentle birlikte yağma edilmiştir. Kubbesi, duvarları çatlamış, mozaikleri parçalanmış bir şekilde bırakıldıktan sonra tekrar bir onarımdan geçmiştir.
Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) tarafından 1453’de İstanbul’un fethiyle beraber fethin sembolü olarak camiye çevrilmiştir ve 482 yıl cami olarak kullanılmıştır. Fetihten hemen sonra yapı güçlendirilerek en iyi şekilde korunmuş ve ilaveler yapılarak günümüzdeki şeklini almıştır. Yapıldığı tarihten itibaren yangınlar, depremler geçiren Ayasofya’ya Mimar Sinan tarafından payandalar ve minareler yapılarak yapı desteklenmiştir. Fatih döneminde Ayasofya’nın kuzeyine bir medrese yapılmıştır. Ayasofya’ya gözü gibi bakan Osmanlı o kadar değer vermişti ki Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’ya gelir getirsin diye Kapalıçarşı’nın kurulması için emir vermiş ve bu minvalde Sandal ve Cevahir Bedestenleri kurulmuştur.
DÜNYA HAYRAN
Her dönemde tamir ve onarımdan geçen yapı, Sultan Abdülmecit döneminde (1839-1861) en kapsamlı tamir çalışmalarına sahne olmuştur. Osmanlı döneminde 16 ve 17’ci yüzyıllarda mihraplar, minber, müezzin mahfilleri, vaaz kürsüsü ve maksureler eklenmiştir. 19’ncu yüzyılda ise Hünkâr Mahfili kaldırılmış, yerine mihrabın solunda, sütunlar üzerinde Hünkâr Mahfili yapılmıştır. Aynı dönemde duvarlara sekiz adet İslam dünyasının en büyük hat levhaları olan levhalar asılmıştır. Ayasofya Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 1935’de müzeye çevrilmiştir. Ayasofya 1936 tapu senedinde “57 pafta, 57 ada, 7 parselde Fatih Sultan Mehmet Vakfı adına Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” adı altında tapuludur.
Ayasofya’nın küçük bir bölümünde cami-mescit olarak kullanım sağlansa da efsaneleri, mozaikleri, siluetiyle dünyanın en çok ziyaret edilen ve merak edilen yapılarından biri olan Ayasofya’nın, müze mi yoksa cami olarak kalması konusunda ise tartışmalar hala devam etmektedir. Sonuç ne olursa olsun böyle bir yapıya bakmaktan, gezmekten büyük onur ve haz duyanlardan biri olarak Ayasofya’yı ecdadımızın sevdiği gibi bugün de çok sevip değer veriyoruz…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.