DEPREM GERÇEĞİ
Geçtiğimiz ay yaşadığımız Silivri merkezli 5,9 şiddetindeki deprem, ‘Beklenen büyük İstanbul Depremi’ni yeniden gündeme taşıdı. İstanbul, Türkiye’nin kalbi durumunda olunca burada olan her şey tüm ülkeyi ‘Deprem gerçeği’ ile tedirgin etmeye devam ediyor. Tam unuttuğumuz, artık olmaz dediğimiz anda kendini o korkunç sesi ve sarsıntısıyla hatırlatan deprem olgusu yeniden TV ekranlarında uzmanlarca tartışılmaya ama aynı zamanda istismara da açık olarak halka sunuluyor.
İÇ İÇEYİZ
Kimimizi korku ve dehşet içine sokan kimimizi ise nasıl önlem alabilirim diyerek daha reel düşünmeye sevk eden bu münazaralar bazen halkın anlamadığı çok bilimsel şekilde olsa da artık halkın çoğu fay hattı nedir, nereden geçiyor, nerede faal nerede, uyku halinde, nereden nereye yer değiştirdi, nerede çatlamaya veya yarılmaya müsait vs. gibi jeolojik terimlere aşina oldu. Hatta deprem titreşim hattını rasathaneyle aynı anda takip eder duruma geldik desem abartmış olmam…
Türkiye tektonik, sismik, topografik ve iklimsel yapısı nedeniyle, dünya ölçeğinde afetlerden en fazla etkilenen ülkeler arasında yer almakta maalesef. Üstelik Türkiye topraklarının yüzde 92’si deprem bölgesi içerisinde yer almakla birlikte nüfusunun yaklaşık yüzde 95’i deprem tehlikesi altında yaşamaktadır. Bu da bizim aslında depremle ne kadar iç içe olduğumuzu gösteren demografik durumumuz.
YAKINDAN TANIYORUZ
Tarihimiz ise deprem afetleriyle doludur. En akılda kalanlar tabi olarak en çok zayiat veren depremler olmuştur. Bu depremler arasında 1939 yılında meydan gelen 7,9 şiddetindeki Erzincan depremi büyük yıkıma sebep olmuş, hafızalarda derin izler bırakmıştır. O zamanın depreme dayanıksız evler yüzünden çok fazla yaşam kaybı yaşanmıştır. Son yüzyılda Türkiye çapında sayısız büyük depremler olmuş ama bununla depreme dayanıklı şehirler oluşturabildik mi orası tartışılır işte…
1999’ta yaşadığımız 7,2 şiddetindeki Gölcük merkezli depremi, İstanbul’da da fazlasıyla hissedilmiş, Kocaeli, Sakarya, Yalova’da ise büyük kayıplar vermiştik. Bu depremi bizzat yaşayanlardan biri olarak ilk defa ‘Deprem gerçeği’ ile karşılaşmış neye uğradığımızı şaşırmıştık. Daha önce tarihsel olarak hikâye gibi dinlediğimiz bir olayı bizzat çoluk çocukla birlikte yaşamak ömür boyu unutulmaması gereken bir ders olmuştu hepimiz için. Milyonlarca insan kendini bir anda sokağa atıp o hiç bitmek bilmeyen korkunç saniyelerin etkisinin geçmesini beklemişti. Henüz ölenlerden haberini almadığımız için yıkıcılığı konusunda bir bilgimi yoktu ama duyunca kıyamet de böyle bir şey olacak herhalde dedirtmişti.
SORUMSUZLUK, TEDBİRSİZLİK
Depremin yakın tarihte yaşanması depreme bakış açısı da değişmişti. Depreme artık sadece uzakta yaşanılan doğal bir afet değil, çok fazla önlem alınması gereken bir olgu olduğu gerçeğiyle bakılmaya başlandı. Çalışmalara hız verildi. Bu minvalde nelerin depreme sebep olduğu ilk önce tespit edilip daha sonra gerek kullanıcı gerekse yapım hatalarından kaynaklanan ve halkı korunmasız bırakan yapılar hakkında incelemeler başlatıldı.
Binlerce konut, resmi yapı, okul, hastane, kamu ve kamusal olmayan her yapının risk analiz raporları oluşturulmaya başlandı. İncelemeler sonucunda görüldü ki aslında çok riskli binalarda ikamet ediyormuşuz. Aslında Allah bizi korumuş! Çok daha fazla kayıplara sebep olacak yapılarda oturduğumuzu o zaman anladık. Özellikle Sakarya’da yumuşak zemine yapılan çok katlı evlerde büyük yıkımlar olmuş, dere yatağına hiçbir jeolojik önlem almadan, zemin etütleri yapılmadan ve en fazla iki katlı olması gereken yerlere altı hatta sekiz katlı yapılan evler insanlara mezar olmuştu. Üstelik bu yapıların çoğu bırakın depreme dayanıklı yapılmayı normal bir bina standartlarına dahi uymayacak şekilde yapılmış olduğu görüldü. Kamu binaları bile sağlam yapılmamış, deniz kumu kullanılan demiri eksik, taşıyıcısı eksik şekilde yapılmış ve hiçbir denetim veya kontrolden geçmemiş olduğu fark edildi. Bu sorumsuzluk ve tedbirsizlik ise malzeme çalayım derken daha pahalıya mal olan ve de geri dönüşü olmayan insan kayıplarına sebep olmuştu.
UNUTTUK
O güne kadar hiçbir kurum, yumuşak zeminde bina yapımına neden izin verildiğini, müteahhittin neden malzemeyi doğru oranda kullanmadığını, galerici kişinin arabaları sığdırmak veya mağazasına yer açmak için neden kolonu kestiğini, bütün bunlar meydana gelirken devletin kontrol gücünün nerede olduğunu merak etmemişti. Ta ki deprem olana kadar bu devam etti…
Deprem olduktan sonra bütün bu sorular sorulmaya başlandı. Cevaplar teker teker bulunup yerlerine oturunca vahim tablo da ortaya çıkmış oldu. Bu tabloda en çok payı olanlar ise müteahhitler olarak görüldü ve içlerinden birini seçip hapse gönderilince gönüllere su serpilmişti sanki!
Olay bu kadar basit değildi tabii. Tüm yapıların risk raporları doğrultusunda bazı binalar acilen boşaltılıp güvenli binalara yerleştirildi. Ama yerlerinden çıkmak istemeyenler de oldu. Hep ‘Bize bir şey olmaz’cı yaklaşımı peşimizi bırakmadı, hesap sormayı da ihmal edince depremi ve korunmayı da unutuverdik. Geçen ay yaşadığımız deprem ise gene bizi uyardı ve ‘Geliyorum!’ dedi.
PEŞİNE DÜŞÜN
1999 depreminden sonra riskli olduğu ortaya çıkan yapıların ve çöküntü alanların dönüşümünü sağlamak amacıyla başlatılan kentsel dönüşüm projeleri ise günümüzde halen devam ediyor. Ama çok yavaş ilerleyen bir süreç olduğu ve 100 yıldır biriken imar sorunlarına bir anda çözüm olması beklenmediği için uzun vadede depreme faydası olacak bir konu. Halkın deprem konusunda bilinçli olmasıyla dönüşüme destek olması doğru orantılıdır.
Yapılması gereken ilk önce herkes içinde ikamet ettiği binanın risk raporlarını talep etmek ve takip etmek olmalıdır. Gözden kaçan bir durum da söz konusu olabilir. Erken müdahale bu konuda hem can hem de mal kurtaracaktır. Risk raporlarını bağlı bulunan ilçenin belediyeleri tarafından takip edilmektedir. Bu konuda herhangi bir başvuru yapıldığında ‘Yapı Denetim Büroları’ hizmet veriyor.
ÖNLEM ALIN
Hiç ihmale gelmeyecek bir konu bu. Geçmişte yaşanılan depremlerin ne kadar yıkıcı olduğunu görseydik koşa koşa giderdik bu risk raporlarını almaya. Zira İstanbul geçmişte çok büyük depremler yaşamış. 550 tane deprem yaşadığı söylenen İstanbul’un her yüzyılda bir büyük depremin olduğu göz önüne alındığında beklenen büyük depremin yakın olduğuna dair endişeler de yoğunluk kazanıyor. Ayrıca İstanbul’un yaşadığı son iki büyük depremden biri olan 1894 depremi büyük yıkımlara sebep olmuştur. Yaşı yetenler hep anlatırdı. Geçmişi gözümüzle görmedik ama yaşadığımız son deprem bize hayatın aslında pamuk ipliğine bağlı olduğunu gözler önüne serdi. 1999 depreminde yaklaşık bir ay evine korkudan giremeyen vatandaşlar bugün o korkuyu tekrar hatırlayıp evlerinin nasıl yapıldığını araştırmaları gerekmektedir. Deprem gerçeği açısından bizim en büyük gerçeğimiz önce sorgulama yapmaktan geçmektedir. Depremle yaşamayı öğrenmek depreme dayanıklı yapılarda yaşamaktan geçer ilk önce… Depremin gerçeği ise önce önlem almaktan geçmektedir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.