BKZ: MÜLTECİ ÇOCUK OLMAK
Emine Kibar
BKZ: MÜLTECİ ÇOCUK OLMAK
‘Mülteci’ kelimesini Türk Dil Kurumu ‘Bir ülkeye veya yere sığınmış olan kişi…’ olarak tanımlıyor. Bir yere sığınmak zorunda kalan biri nereye gider? Kimleri yanında götürür? Yanına ne alır? Nasıl gider? Mevcut durumundan daha iyi şartlara ulaşmak isteyeceği aşikâr. Peki, kim ona kucak açar? Kim ekmeğini bölüşür? Ne olursan ol gel der? Kim bu zulüm bitene kadar kapısını açık tutar…
Kim bu zulüm bitsin diye ‘Türkiye Türkiye’den büyüktür’ diyerek tüm dünyayı karşısına alır?
SAVAŞA DOĞANLAR
Sosyal ve ekonomik açıdan ülkemizin en az yüzyıl ilerisinde olan ülkeler sayıyla sığınmacı kabul etmeleri yetmezmiş gibi pazardan elma seçer gibi sadece beyaz yakalı, yüksek eğitimli, sağlıklı ülkelerine fayda sağlayabilecek sığınmacıları kapılarını açtı. Türkiye, Suriye konusunda dünyaya insanlık dersi verdi. Suriyeliler bu ev sahipliğinden memnun. Ama ne olursa olsun asıl ‘Özgürlük’ insanın ana vatanında yaşadığıdır. Bugün bir milyondan fazlası çocuk olmak üzere dört milyon mülteciye ev sahipliği yapıyoruz. Henüz dili çözülmemiş bir Suriyeli çocuk, henüz savaşı algılayamayacak yaştayken başka bir dilde ‘Savaş mağduru’ oluyor. Mülteci oluyor, sığınmacı oluyor, göçmen oluyor. Şehit, ölüm, göç, evsizlik, yoksulluk, hastalık gibi kelimeler ilk öğrendiği kelimeler oluyor; anne, baba, top, ağaç, park kelimelerinin dağarcığını süslemesi gerekirken. Hem kendi ülkesinde yaşadıkları travmalar hem göç ettikleri ülkede yaşadığı travmalar çocuklara ağır geliyor. Dokuz yaşındaki bir çocuğun intihar etmesini kabullenemiyoruz. İçimiz burkuluyor. Suriyeli bir çocuğun yaşamı değil sadece ölümü haber olabiliyor.
EN BÜYÜK YARAYI ONLAR ALIR
Acı bir gerçek ki bugün sekiz yaşındaki Suriyeli bir çocuk ölümle doğmuştur. Hafızasındaki tüm anılar savaşa dairdir. Bomba sesleri, yıkılmış binalar, karmaşa… Anılar diridir ama hepsi ölümle kardeştir. Mülteci bir çocuk göç ettiği ülkede nereden bakarsanız bakın bir yabancıdır. Öz vatanından kaçarak büyür. Gittiği yerde imkânsızlıklarla mücadele ederek hayatta kalır. Kirlenmemiş ruhu tüm kötülüklere yabancıdır. Dışlanmışlık, sevgisizlik, zorbalık, ihmal ve istismar bir çocuğun yabancı olması gereken kavramlarken mülteci Suriyeli bir çocuk anadili olmayan bir dilde ilk bu kelimeleri öğrenir. Ne yazık ki hepsine ayrı ayrı maruz kalır. Savaşın gerçek mağduru çocuklardır dememiz bundandır. En büyük yarayı çocuklar alır çünkü. Bir çocuğun yara alması bir toplumun yaralı büyümesi anlamına gelir. Bugün acımasızca bir çocuğu hırpalayan her siyasi yaklaşım insani bir boyuta ulaşmak zorundadır. Tüm siyasi fikirleri üzerimizde elbise gibi taşımak yerine vicdan ve merhamet giyineceğiz. Yeniden güzel bir dünyanın inşası için bugünün tüm çocuklarına sınırsız sevgiyi, merhameti göstereceğiz ki onlar savaşları çıkaran o acımasız insan güruhundan olmasınlar.