COVİD-19 SALGINININ KIRILGAN NÜFUS GRUPLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
COVİD-19 salgını sürecinde eşi ve iki kızı çalışan, emekli bankacı bir kadın “çekirge sürüleri gibiler, yemek yetiştiremiyorum” derken, bir başka kadın “ben de eşim de çevrimiçi evden çalışıyoruz ancak o her şeyi benden bekliyor” diyor…
Tüm yerkürede geniş bir alana yayılarak etki gösteren salgın hastalıklar için kullanılan bir kelime: pandemi. Çok değil daha birkaç ay önce, geleceğe dair hedefler, planlar ve yeni umutlarla 2020 yılına girerken, hatta 2020 yılına girildikten haftalar sonraki palindrom bir tarih olan 02.02.2020 tarihine kadar dahi, tıpkı palindrom kelimesinin anlamı gibi, kimsenin anlamını bilmediği bir kelimeydi pandemi. Tersten okunuşu aynı olan sayılar için kullanılan palindrom kelimesi ne kadar uzaksa gündelik konuşmalara, pandemi de o kadar uzaktı hayatımıza olduğu kadar, kelime dağarcığımıza da… Hatta ben kendi adıma, Şubat ayından önce herhangi bir kitap veya konuşmada pandemi kelimesine denk gelsem, sözsüz tiyatro sanatı olan pandomimden bahsediliyor diye düşünürdüm ilk etapta.
Sonra ne mi oldu? Hani Yahya Kemal, rubaisinde der ya; “Bir bitmeyecek şevk verirken beste, Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir” Evet, tam da onun söylediği gibi oldu; birdenbire bir tel koptu sanki. Gündelik yaşamımızı kurulu bir saat gibi tekdüze haline getiren bir zaman teli… İnsanlık tarihi açısından bakıldığında elle sayılabilecek kadar sınırlı sayıdaki kuşağın şahit olabildiği palindromik bir tarihe şahitlik etmiş olmamız gibi, tüm yerküre ve üzerinde yaşayan tüm insanlığın, tarih boyunca çok az yaşadığı ve karşısında çaresiz kaldığı bir pandemiyle karşılaştık hep birlikte.
Tüm dünyayla birlikte Türkiye’yi de en ücra köşelerine kadar etkileyen pandemik salgın, koronavirüsün (COVID-19) 2019 yılının Aralık ayında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkmasından sonra dalga dalga tüm dünyaya yayılmasıyla gerçekleşti. Başlangıçta yerel bir salgın gibi seyreden sürecin, zaman içerisinde hızlı bulaşıcı ve öldürücü etkisiyle tüm dünyayı tehdit eden küresel bir salgın olduğu anlaşıldı. Koronavirüsün hızlı yayılması ve gerçekleşen ölümler nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından 11 Mart 2020 tarihinde yeni tip COVID-19’un pandemi olarak nitelendirilebileceği duyuruldu.
11 Mart 2020 tarihine gelindiğinde Türkiye’deki ilk COVID-19 vakası haber bültenlerine yansıdı. Başlangıçta sadece insan yaşamını tehdit eden yönleriyle gündeme gelen Koronavirüs, kısa sürede sadece sağlıkla sınırlı olmayan yan etkileriyle, tüm dünyayla birlikte Türkiye’nin de gündemine oturdu. Artık, insan sağlığıyla birlikte toplum sağlığını da belki de tarih boyunca hiç olmadığı kadar toplu bir şekilde tehdit ettiği anlaşılmış olan koronavirüs salgınının, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel açılardan da olumsuz sonuçlar doğuracağının anlaşılması için, çok uzun bir süre geçmesine gerek kalmadı. Pandeminin kelime dağarcığımızla birlikte hayatımıza da yerleşmekte olmasının doğuracağı sonuçlar gibi, tedavisinin bulunmasının gecikmesinin de yaşam şeklimizde köklü değişimlere neden olacağı da ortadaydı artık. Bu sonuçların kısa ve uzun vadede, ekonomik ve siyasi bakımdan dünyayı nasıl bir yeni düzene zorlayacağı, yaşamsal önceliklerimizde neleri değiştireceği bir yana, insanlığın, ortak geleceğe dair yeni kararlar verdiğini görmemek mümkün değil.
Kamusal alandaki eğitim, ulaşım, iletişim ve hatta dini ve sportif faaliyetlerin dahi salgın koşullarına göre geçici de olsa bir güncellemeye ihtiyaç duyduğu bu yeni süreçte, “sosyal izolasyon ve maske kullanım deneyimi” gündelik yaşam pratiklerinin hayati birer parçası haline geldi.
E-ticaret ve tüketim alışkanlıklarında da değişiklikler oldu. İnsanlar, gündelik hayatı sürdürmek için ihtiyaç duyduğunun fazlasını satın alarak - kıtlık bilinci ile hareket ederek- gıda ve temizlik malzemesi alışverişi yaptı.
Gerek özel sektör gerekse kamuda, evden çalışma uygulamasına geçildi.
COVID-19 pandemisinin en önemli etkisi anaokulundan üniversiteye kadar her düzeyde eğitim ile sınıf içi öğrenmeyi çevrim içine taşırken; uzaktan ve yüz yüze eğitimi birleştiren yeni bir modelin ortaya çıkmasına alt yapı oluşturdu.
İş ve sosyal hayatta dijitalleşmenin zirvesi yaşandı.
Kamu personeli dışında özelikle evden çalışma koşullarına sahip olmayan, güvensiz koşullar altında çalışmak zorunda olan; kuaför, berber, otel, eğlence mekânları, restoran, kafe, sokak satıcıları, seyyar satıcılar, günlük işlerde çalışanlar ve işsizler, kişisel birikimlerin olmadığı durumda büyük yara aldı.
İşlerine devam edebilenler ve kargo gibi işlerde çalışanların yanı sıra korunmasız olarak sokağa çıkan insanların umursamazlığı, hastanelerde yapılan hasta ziyaretleri ve temas, COVID-19 riskini artırdı.
Bu salgın, zengin-yoksul ayırt etmeksizin herkese bulaşma olasılığı olduğunu ve ne fırsatların ne de zorlukların eşit olmadığını gözler önüne serdi. Ancak bu süreç birçok insanın yaşamını olumsuz etkilerken özellikle nüfusun en güvencesiz kesimlerini daha sert vurdu. İnsanlar temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak duruma geldi.
Yaşanılan bu sürecin ileride toplumsal ve bireysel hafızalarda hangi etkileri bırakacağı, şu an öngörülememekle birlikte, şu ana kadar olan yaşananlar farklı kırılgan nüfus gruplarını daha sert vurdu. Pandemiden en çok etkilenenler, çocuklar ve ileri yaştaki kişiler oldu. Çocukların sokağa çıkma isteğinin engellenmesi, sosyal mesafe-maske gibi kurallara uymakta daha fazla zorluk yaşamaları ve okulların tatil edilmesi, eğitim çağındaki çocukların zorlu bir dönem geçirmelerine neden oldu. 1990'ların ortaları ve 2010'ların başları arasındaki dönemde doğan ve Z kuşağı olarak adlandırılan, yaşı gereği enerjik olan bu genç kuşağın, COVID-19 sürecinde akranları ile beraber olamamaları ve ergenlik sorunları da yaşadığı göz önünde bulundurulduğunda, bu dönemde ebeveynleri ile çatışmaları kaçınılmaz oldu.
En kırılgan nüfus gruplarından bir olan 65 yaş üstü kişilere evden çıkma yasağının gelmesi onları hem fizyolojik, hem de psikolojik olarak olumsuz etkiledi. Sosyal medyada yaşlıları hedef alan, evlerinde kalmaları gerektiğini hoş olmayan üslupla aşağılayan/dalga geçen, akılları sıra yaşlıları korumaya çalışan videolar, sanki yaşlılar virüs yayıcıları gibi bir algı oluşmasına yol açtı.
Çocuk, yaşlı ve engelli bakım önlemleri ve hizmetlerinin sürekliliğinin sağlanmasında çalışanların çoğunluğunun kadın olduğu düşünüldüğünde, kadınların ne kadar ağır bir sorumluluk yüklendiği apaçık görüldü. Bir yandan kadınların ev içi/bakım yükümlülükleri daha da artarken, aile içi rollerde/ilişkilerde çatışmalar yaşandı. Örneğin; eşi ve iki kızı çalışan emekli bankacı bir kadın “çekirge sürüleri gibiler, yemek yetiştiremiyorum” derken bir başka kadın “ben de eşim de çevrimiçi evden çalışıyoruz ancak o her şeyi benden bekliyor” diyor…
Ailelerden bazıları da “ev bize dar gelmeye başladı, sürekli çocuklarla ve eşimle en ufak şeyden bile nem kapar hale geldik” diye aile içi ilişkilerde huzursuzluk yaşadıkların ifade ederken, diğer yandan bazı aileler de eş ve çocukları ile birbirini daha yakından tanıdıklarını ve birbirleri ile daha kuvvetli bağ kurabildikleri anları yakaladıklarını belirtmektedir.
Son Söz
Her devlet gibi Türkiye de bu salgının etkilerini sancısız atlatmak adına çeşitli -istihdam koruma kalkanı, sosyal koruma kalkanı, “Biz Bize Yeteriz Türkiyem" çağrısıyla “Milli Dayanışma Kampanyası” gibi,- destekleri hayata geçirmiştir.
Genel olarak bakıldığında, ülke olarak zamanında tedbirlerin alınması, vaka ve ölüm sayılarının birçok gelişmiş ülkeye göre az olmasına neden olmuştur. Ayrıca ilgili Bakanlıkça şeffaf ve hızlı bir şekilde bilgilendirmenin yapılması, halkın üzerindeki panik, korku ve kaygıyı azaltmıştır.
“Bana bulaştırmayasın değil, ben bulaştırmayayım” düşüncesiyle devlet ve millet olarak hareket ettiğimiz sürece bu pandemi sürecini kolayca atlatacağımıza inanıyorum…