Bütün Bunlar Bir Tesadüf Olamaz
12 Temmuz 1714 tarihinde öğlen saatlerinde Peru’daki San Luis Rey köprüsünde üzücü bir kaza gerçekleşir. İki dik tepeyi birbirine bağlayan tahta ve urganlarla yapılmış asma köprünün halatları kopar ve o sırada üzerinde buluna beş kişi uçuruma düşerek ölür. Olaya şahit olan bir din adamı Yaratıcının neden böyle bir trajediye izin verdiğini anlayamaz. Altı yıl boyunca kurbanları tanıyanlarla görüşür, kaderlerinin nasıl olup da o köprüde kesiştiğine dair formüller bulmak için uğraşır. Elde ettiği bütün bilgileri bir kitapta toplar. Ancak bu kitap yazarına hayırlı sonuçlar getirmez. Rahip, altı yılda tamamladığı kitabıyla birlikte acımasızca ateşe verilir.
KÜRESEL ÖLÜM
Bahse konu olan hikâye İngiliz yazar Thornton Wilder’a 1928 yılında Pulitzer Ödülünü kazandırdı. 125 sayfalık bu minik roman dilimize üstad Cemil Meriç ve Lamia Çataloğlu tarafından çevrildi. Evde bolca vaktimizin olduğu karantina günlerinde bu romanın pek de bilinmeyen filmine rastladım. The Bridge Of San Luis Rey filmi usta aktör Robert De Nero’nun oyunculuğu ve hayatı sorgulamamızı sağlayan muhteşem konusuyla inanılmaz etkileyiciydi. Filmde kurbanların yaşamlarına dair bilgiler aktarılırken sıklıkla kaza anına dönülüyor. Din adamının kitabının başına gelenler ve tanıkların anlattıkları arasındaki bağlantılar “Bütün bunlar bir tesadüf olamaz” düşüncesini inceliyor. Eser binlerce yıldır kilitli olan bir sandığı aralar gibi fısıldar “Bir ölülerin dünyası var, bir de dirilerin, sevgi aradaki tek köprüdür” diyor. Yeni tip Koronavirüs’ün sebep olduğu karanlık günlerde belki de en çok altını çizmemiz gereken cümle değil mi? Herkeste aynı endişe, dünyanın sevgiyle örülmüş asma köprüsü kopmak üzere ve kim bilir kimler düşecek küresel ölüme…
SALGIN HASTALIKLAR VE KÜRESELLEŞME
Küreselleşme kuşkusuz geçtiğimiz yüzyılın en önemli yeniliği hatta mutluluk vaadiydi. Son yıllarda başta Avrupa ülkelerinde olmak üzere artan tutucu milliyetçilik eğilimleri nedeniyle küreselleşme albenisini yitirdi. Dünyanın bir ev, onu oluşturan ülkelerin ise evin birer odası gibi birbirine bağlı olduğu insanların, malların hatta fikirlerin daha fazla fırsat için sürekli etkileşim halinde dolaştığı dünya fikrini sorgular olduk. Küresel Bağlantılılık Endeksine göre günümüz dünyası sanılanın aksine daha az küresel. Ekonomik üretimin çok ufak bir bölümü ülke sınırları dışında gerçekleşiyor. Yabancı doğrudan yatırımların sermaye hareketleri içindeki payı yüzde 7’yi geçmiyor. Telefon ve internet görüşmelerinin yüzde 7’si uluslararası görüşmelerden oluşuyor ve insanların sadece yüzde 3’ü doğdukları ülkelerin dışında yaşıyorlar. Yani hangi göstergeye bakarsak bakalım malların, insanların ve sermayenin etkileşiminin büyük bir bölümü hala coğrafi mesafeyle doğrudan ilişkili. Özetle, hepimiz küresel olduğu iddia edilen bu dünyada yerel hayatlar yaşıyoruz.
İMTİHAN EDİLİYORUZ
Batı’da doğan ancak yakın gelecekte Doğu’dan uluslara sesleneceği gün gibi aşikâr olan küresel gerçek son iki ay içinde farklı bir boyut kazandı. Çin’in Wuhan kentinde başlayan Koronavirüs salgını dünyanın yukarıda zikrettiğim rakamları aşan bir biçimde küreselleştiğini gösterdi. Artık eski dünyanın kalın duvarlı sınırları yok. Baş döndürücü teknolojik hız tutkumuz salgın hastalıkları da ışık hızıyla yayar oldu. Dünya genelinde yeni tip Koronavirüs (Kovid-19) bulaşan kişi sayısı 400 bine yaklaşırken, hayatını kaybedenlerin sayısı 15 bini geçti. Bazı bilim adamları Koronavirüs büyük ihtimalle insan eliyle mutasyon geçirdi diyor. Gerçeklik payı yüksek olsa da bu komplo teorilerini bir kenara bırakarak fark ettik ki kaderlerimiz birbirine her zamankinden daha fazla bağlı. Irkların, dinlerin, renklerin, sözlerin, ortak ideallerin birleştirdiği toplumsal bir sözleşmeyle doğan milliyet kavramının ötesinde bizler insanız ve bugün yaşananlar insanoğlunun tamamının problemi! Koronavirüs’ün yıkıcılığı Thornton Wilder’in ifadesiyle tesadüf olabilir mi? Myammar ve Uygur insanının canlı canlı derileri yüzülürken, Suriye’de bombardıman altında kalan minik yavrular sizleri ‘Allah’a şikâyet edeceğim’ diyerek son nefesini verirken, mülteci botları Yunan askerleri tarafından acımasızca batırılırken yaşananlar elbette tesadüf olamaz! Yaratıcımız bu çağın insanını kıtaları ölüm saçarak gezen ancak hiç görünmeyen, elle tutulamayan fakat insana insani birliği ve ölümü hatırlatan acımasız bir hastalıkla imtihan ediyor.
DUYGU SINIRLARI KALKTI
Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi ilanıyla küresel korku iyice artıp duygu sınırlarını da kaldırdık. Korona korkusu Amerika’dan Çin’e kadar dünyanın pek çok yerinde küresel bir duygudaşlık oluşturdu. Ülkeler adeta fantastik bir film platosu gibi canavarlarla dolu bir orman oldu. Zalimlere de korku salan koronavirüs, 8 Mart itibariyle ülkemize de sıçradı. Televizyonda renkli görüntülerini izlemeye alıştığımız metropoller ıssız birer çöle dönüştü. Antarktika Kıtası dışında altı kıtanın her köşesinde ölüler, terk edilmiş evler ve boş sokaklar var. Özellikle Çin, İran ve İtalya’da büyük kayıplar verildi.
İLK DEĞİL
Bu içinde bulunduğumuz çağın küresel ölçekte yaşadığı en büyük salgın olsa da dünya bu konuda tecrübeli… İnsanlık, Kara Veba’dan Kolera ’ya, İspanyol Gribi’nden Tifo ’ya kadar pek çok salgın hastalıkla imtihan oldu. Küreselleşme sözcüğünün sözlüklere henüz girmediği dönemlerde de küresel olarak yaşanan bu salgınlar milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu. Sadece ada ülkesi İngiltere’nin nüfusunun yüzde 50’si Kara Veba salgınıyla hayatını kaybetti. Ancak iki yüzyıl sonra ülke nüfus eski popülasyonuna kavuşabildi. Yaşanan her salgın hastalık milyonlarca insanın yaşam şeklini de önemli ölçüde değiştirdi. Bu değişimlerin çoğu kalıcı biçimlerde toplumsal hayatı dönüştürdü. 1350’lerde Avrupa’yı vuran veba, nüfusun yüzde 3’ünü öldüren çok büyük bir salgındı. Ancak milyonlarca insanın ölümü sonrası, etkilenen ülkeler büyük bir hızla büyüdü ve dünyanın en zengin ülkeleri haline geldi. Feodal sistemin sonunu da yine bir veba getirdi. Bubonik Veba’sı çoğunlukla köylülerin hayatına mal oldu. Bu da toprak sahiplerinin işgücü sıkıntısı yaşamasına yol açtı. Geride kalan sağlıklı tarım işçileri, daha fazla pazarlık gücüne sahip oldu ve eski feodal sistem parçalanıp çöktü.
MODERN DEVLET
Salgın hastalıklar sadece Avrupa’nın sosyal, kültürel ve ekonomik iklimini kökten değiştirmedi. Osmanlı’da da devlet fikri ve kurumlarının oluşmasında çok önemli etkisi oldu. Sağlık tedbirleri kapsamında ölüm kayıtlarını tutma, mezarlıkların düzenlenmesi, şehirlerin temizlenmesi ve karantina önlemleri kamu sağlığı sisteminin temellerinin atılmasını sağlayarak modern devleti ortaya çıkardı. Okuduğumuz yerli ve yabancı klasiklerde, izlediğimiz her dönem filminde sık sık bahsi geçen salgın hastalıkların izlerine rastladık. İçinde bulunduğumuz durumun geçmişte ne kadar sık ve ağır yaşandığı konusunda tarihi kayıtlar ışık tutuyor. Ancak günümüzde ulaşım araçlarının yaygınlığı sebebiyle virüs adeta ışık hızıyla yayılıyor. Hatta devletler salgın hastalıklar ülkeye gelmeden önce boyutları, tedavisi ve etkisiyle ilgili çok detaylı bilgi sahibi olabiliyor. Test kitleri paylaşımı hatta aşı ve ilaç çalışmaları konusunda ortak çalışmalar var.
VİRÜS KRİZİ
Koronavirüs eski salgınlardan daha fazla küresel ölçekte paranoya ve histeriye yol açtı. Özellikle ABD’de ve Avrupa’da Asya kökenlilere karşı şiddete varan tepkiler haber bültenlerine yansımaya başladı. Irkçı yaklaşımlar kısa zamanda yok olacak gibi de görünmüyor. Diğer yandan ise her salgın sistem değişikliğinin habercisi… Toplumsal ve ekonomik sistem değişikliği kapıda… Bunu bize salgın hastalıklar tarihinin tozlu kitapları söylüyor. Küresel salgının dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Çin’de ortaya çıkmasıyla dünya ekonomisinde alarm zilleri çalıyor. Küresel piyasadaki payı yüzde 20 civarında olan Çin yıllardır dünya ekonomik büyümesinin lokomotifiydi. Birçok ürün ya da ara parça Çin’de üretiliyordu ancak ülkedeki fabrikaların çoğu artık kapalı. Sadece üretim değil hizmet sektörü de Koronavirüs tehlikesi altında. Çin’in büyümesinde yaşanacak bir sapma, sanayi üretiminin dibi görmesi anlamına geliyor. Ülke ekonomilerinin yaşanan bu “Virüs krizinden” ne ölçüde etkileneceklerini şu aşamada kestirmek kolay olmamakla birlikte nihayetinde ortaya ciddi bir faturanın çıkacağı aşikâr. Yapılan araştırmalara göre küresel tedarik zincirleri Çin ve Doğu Asya ülkelerinden diğer bölgelere yönelebilir. Esnek çalışma saatleri ve evden çalışma modelleri de daha hızlı yaygınlaşabilir. Sahi güç dengelerindeki bu büyük değişim tesadüf olabilir mi?