PİYASALAR

  • BIST 1008898.230%
  • ALTIN2919.746-0.07%
  • DOLAR34.210.02%
  • EURO37.84-0.09%
  • STERLİN45.175-0.8%
  1. YAZARLAR

  2. Hüseyin Karaca

  3. Bitirilen Kariyerler Başlayan Kulluk Özgürlükleri Arasında 28 Şubat
Hüseyin Karaca

Hüseyin Karaca

Yazarın Tüm Yazıları >

Bitirilen Kariyerler Başlayan Kulluk Özgürlükleri Arasında 28 Şubat

A+A-
Hüseyin KARACA

Yirminci yüzyılın bitmesine ramak kalmıştı. Kışların üç ay değil, yıl sürdüğü günlerdi? Bir kış kıyamet ki, baharın, kafasını kaldırıp yaza emaneti tevdi etmeye mecali yoktu. İstanbul, tüm fetih heyecanı ile Fâtihini anmak istiyor, mehter coşkusuna susuz Haliç suları bir kar fırtınasından arta kalmış sessiz dalgasız, Marmara'dan habersiz, Sarayburnu'ndan behresiz, Süleymâniye'den ümitsiz sadece Galata kulesindeki ışıkların loş bedbinliğine bakıyordu. Boğazda o tok sesli vapur düdükleri bu kış duyulmaz olmuştu. Martılar denizden ziyade çöplerden medet umuyor, balık ekmek teknelerinin yerinde yeller esiyordu. Tepelerden Üsküdâr'a doğru bakan selâtîn camiler, bir bahar göremeyecek olmanın hüznüyle minarelerinden göklere kısık ezan fısıltıları gönderiyor, müezzinlerin boğazlarında düğüm, ellerinde mikrofon tize çıkamayan hicaz rast uşşak ama galiba en çok da rastgele icrâlar dökülmekteydi. Köprüde balık tutanlarda bir bilinmez keyifsizlik vardı. Şehir hatları vapurları cenazeye taziye taşıyan tabutları andırıyordu. "Ne olmuş bu İstanbul'a" dedi kariyerine doktor olarak devam etme peşinde olan başörtülü öğrenci.

Fakülte, yüksek lisans, doktora? Nihayet yarın bir doktora tez savunması ile artık dînî edebiyâtın nur yüzlü, secde çehreli, boğaz mavisi, İstanbul rengi, Hüdâî irfânı, Nedîm kıvraklığı, Bâkî saltanatı, Sinân hendesesi, Süleymân seferi, Haseki infakı bir doktoru olacaktı. Altı ay önce danışmanı, hazırladığı tezi uçan kuşlara bile tanıtmış, "böyle tez ne şarkta ne garbta görülmemiş" deyu şehrengizlere konu ne mübalağalı cümleler kurmuş, asistan kadrosunu bile açtırmıştı. Bu, geleceğin parlak profesörü, kıvrak asistanı sayesinde senelerdir çekmecesinde çürüyen akademik projeler hayata geçecek, beraberce nice adı sanı bilinmeyen kariyerlerin düğümünü çözeceklerdi.

Bin iki yüz kilometre uzaklıktaki taşra kentinden ne hayallerle koşa koşa geldiği İstanbul'un bu dipsiz korkunç ıssızlığına anlam veremedi kızcağız.

Son kez evraklarını kontrol edip biraz sonra jüri önünde savunacaktı beş yıldır bin bir emekle hazırladığı çalışmasını. Komisyon hazır dediler. Bir büyük kapılı salondan içeri girdi öğrenci. Yaşça kız öğrenciden küçük olan genç jüri üyesi başladı söze: "O başörtüsü ile savunma yaparsan giremezsin göze, haberin yok galiba, ortalık karışık?" Gözleri danışmanını aradı kızın. "Evet, çıkarmalısın, yeni dekan böyle diyor" dedi altı ay önce asistanlık kadrosunu kendisine ayarlayan çekmecelerde çürük projeleri istifleyen danışman?

Kız önce şaka sandı olan biteni. "Hocam" diyecekti ki bir başka ses böldü salondaki gürültüyü: "Duymadın mı çıkaracaksın dedik ya". Bu ses yüksek lisans tezinin de danışmanlığını yapan profesörün sesiydi. Ülkenin en irfân yüklü bulutlarından biriydi. Gönül dedin mi akla o gelir, kalb

selâmeti anıldı mı ilk dipnot ondan verilirdi. Sadece sözlerdeki edebiyatın değil özlerdeki edebiyatın da üstâdıydı. Metin neşri ondan sorulur, imlânın elifi de yêsi de onun tashîhinden geçerdi. Kız bakakaldı ona da. Bir üçüncü ses duyuldu: "Kızım sen sağır mısın?" Öğrenci bu sesin sahibini de gördü. Bu adam, dil sınavını zar zor geçerek doçent olan bilgiç görünümlü kariyer budalasının tekiydi.

Kapıdan tanımadığı bir adam girdi sınav salonuna. "Yeni atanan dekan jüriye gelecek haberiniz olsun" deyip çıktı gitti. Kapıyı da sertçe itti. Jürinin en genç üyesi bıyık altından güldü. Danışmanı bir telaş sardı. "Kızım örtünü çıkaracak mısın?" demeye kalmadı dekan daldı salona. Göbeği kendisinin önünde, yürüyüşü bu fakülteye ait olmadığını/olamayacağını bağıra bağıra jüriyi selamladı. Kız ilk defa görüyordu bu adamı.

"Demek dekanmış" dedi. "Kızım sen şimdi sınavda açma başörtünü, ama bu günden sonra açmak zorundasın" dedi yeni dekan. Alnı secdeli komisyona bir sükût tûfânı çöktü. Halbuki az önce kızı başörtüsü olduğu için sınava almayacaklarını bizzat onlar söylemişti. Namazla abdestle uzaktan yakından alakası olmayan yeni dekan, namazın abdestin felsefesinin sosyolojisinin hatta psikolojisinin dik alasının anlatıldığı fakültedeki

muvakkat görevinin ilk gününde başörtülü bir kızcağızın tez savunmasına katılmanın epistemolojik ağırlığı ile komisyonun doğal başkanı olma vasfıyla oturdu masanın en kenar köşesine. Kız başladı tezini savunmaya, anlattı anlattı. Sadece yeni atanan dekana bakıp coştukça coştu. Jüriden ilk genç olanı aldı sazı eline tezi değerlendirme sadedinde. Akademik cümleler kurmaya özen gösteriyordu. Ne de olsa baharda doçentlik kadrosu verilecekti kendisine. Dekanın gözüne girmeliydi. Kız akademik sorulara akademik cevaplar verdi. İkinci değerlendirmeyi jüri üyesi yüksek lisans tez danışmanı yapacaktı. Dalgın görünerek "sen hangi konuyu çalıştın yüksek lisansta" dedi bilmez görünerek. "Siz danışmanımdınız" dedi kızcağız. "Hatırlamıyorum dalgınım" dedi eski danışman. Kız ilk defa anladı bu komisyonun zor geçeceğini. Sonra okumadığı her halinden belli bir tez hakkında akademik spesifik kurgularını kuruntularını döktü masaya eski danışman. Birbirinden habersiz ithamlar havada uçuşuyordu. Ona da akademik cevap verdi kız. Alnı secdesiz yeni dekan olup biteni seyrediyordu.

Üçüncü jüri üyesi başladı değerlendirmeye. "Efendim, bu tez akademik kaygılardan ziyade bir ilmihali andırıyor; dili dil, kaynakçası kaynakça değil. Dipnotlar yetersiz?" Kız "muhteva hakkında diyecekleriniz var mı hocam" dedi sessizce. "Ne muhtevası, dipnotlardaki zaaf kâfi bu tezin tez

olmadığına." Anladı kız, onun da tezi okumadığını? Dördüncü üye, tezini öğrencilere yaptırıp onlar sayesinde şimdi doçent olan entel görünümlü adamdı. "Ben önsöz'ü okudum, sonuç bölümünü okudum. Tez kriterlerine uymuyor dedi." "Hangi kısımlar" diye sordu kız. "Sana tek tek cümle mi göstereceğim, uymuyor işte" dedi bağırarak. Buna muhtevayı sormadı kız. Yeni dekan şaşkınca seyrediyordu. Nihayet kendi danışmanına geldi sıra. "Efendim", dedi dekana dönerek: "Bu kız ideoloji ile akademik dünyanın reflekslerini karıştırıyor. İki senedir düzeltmeye çalışıyorum, beyhûde. Yine bildiğini okuyor. Bak şu tezin başlığı bile gayet radikal. Benden pek az alıntı yapmış. İnsan tez danışmanından iktibaslarda bulunmaz mı?" Kız inanamadı duyduklarına. Bu adam daha altı ay önce kendisine asistan kadrosunu açan adam değil miydi? Hangi kasırga onu bu hale sokmuştu? Anlam veremedi kızcağız.

Dekanın seyyar telefonu çaldı. Komisyonun şaşkın bakışları arasında dışarı çıktı. Çıkış o çıkış. Bir daha geri dönmedi. Jüridekiler, artık rahattı. Zira

namazsız dekan yoktu. İyiden iyiye siyah başörtülü kızı azarlayabilirler, tezini reddedebilirlerdi. Öyle de oldu. Doktora tezsavunma sınavının başarısızlıkla sonuçlandığını kıza sırıtarak tebliğ ettiler. Tezi reddedilmişti taşradan gelen, geleceğin profesörü olacak kızcağızın. Hiç telaşlanmadı kız. Teşekkür ederim dedi yüreklice. En çok da danışmanına acıdı. Şubat biteli iki gün olmuştu hal bu ki. Mart ayının bahar kokulu rüşeymleri toprağa düşmüştü. Güneş de bulutların arasından inadına İstanbul'a tebessüm ediyordu. Haydarpaşa tren garına doğru emin adımlarla yürüdü kız. Milyon öyküler getirip milyar öyküler götüren bu tarihi gar binasından, bin iki yüz kilometrelik taşra kente dönmeden önce, tarihi binadan son kez baktı İstanbul'un siluetine..

Sultanahmet Ayasofya'ya, Ayasofya Sultanahmed'e, olan bitenden habersiz, bir mabed kardeşliği içinde İstanbul denen şiirin kafiyesini yazıyorlardı. Martılara baktı kız? Ne kadar da beyazdılar? Sınav öncesi gördüğü martılardan ne kadar farklı idiler. Galiba hayvanlar aleminde gündem karışık değildi. Galiba Şubat baltaları, sadece sapı kendinden olan ormanı kesiyordu. Namazsız dekanı düşündü kız. Ne kadar da büyüdü gözünde. Alnı secdeli danışmanlarının Şubat takıntısından iğrendi. Baharda kışı terk edemeyenlere

acıdı. Bahara kışı davet edenlere daha çok acıdı. Ve kariyer uğruna secdesini kirletenleri tarihe havale etti kız. Başörtüsünün bir ucu ile sevinç

gözyaşlarını sildi. "Böyle müvâzenesiz, terâzisiz, kişiliksiz kariyer olmaz olsun" dedi. Tren hareket ederken, bilginin bilgiçliğin tortularından kurtulmuş olarak, ne kadar mutlu olduğunun farkına vardı. Hareket eden vagonlar değil, kitaplar/dipnotlar arasında unutulmuş fıtrî bir kulluk özlemiydi. Kariyerini kaybeden kız, kulluğun özgürlüğüne adım attıran Rabbine şükretti.

Bu yazı toplam 1428 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.