Maneviyat Eğitimi okullarda olmaz
Çok yakın zamanda medyada yine nur topu gibi bir gündemimiz vardı. Haberlerde, “Değerlere saldırmak” veya “gerçekten iyi niyetli yaklaşmak” olarak iki kutuptaki ayrışmayı okudum ve dinledim. Okullarda özellikle 4-7 yaş gruplarına dini eğitim verilmemeli tartışmaları masaya yatırıldı. Yakın zamanda toplanmış olan 20. Milli Eğitim Şurasını uyarıyoruz, okul öncesi düzeyde dini eğitim, çocukların sağlıklı gelişimleri açısından uygun değildir yönünde açıklamalar yapıldı.
İtirazları okudum, anlamaya ve empati kurmaya çalıştım. Gerçekten savundukları tez doğru mu? Alanım olduğu için ilgimi çeken üzerine uzun uzun düşündüğüm bir haber oldu benim için. Savunulan tezler kısaca şöyle; her yaşın belli bir olgunluk düzeyinin olduğu, anlatılanın zihninde yer bulması için çocuğun bunu anlayabilecek düzeyde ve bu bilginin altında ezilme ihtimali bulunduğundan çocukların konuyu yanlış algılayarak zihninin yorulması gibi görüşler mevcut. Tüm bunları gerçekten iyi niyetle söylenmiş ve yorumlanmış olarak değerlendirerek bu yazıyı hazırladığımın altını çizmek isterim.
Siz değerli okuyucuların bu yazıyı okurken cümlelerimi merak ve hayret içinde okuyacağınızı ve yazının sonunda bana hak vereceğinizi düşünüyorum.
Evet yapılan yorumları haklı buluyorum…
Fakat yapılan yanlışın dinimizde değil bunu öğretme görevini üstlenmiş bizlerde bularak hak veriyorum.
‘’Hangi millettir ki, efradında yoktur hissi din?
En büyük akvama bir bak, dini her şeyden metin.’’
Üstat Mehmet Akif ERSOY yukarıdaki mısralarında toplumsal açıdan dinin yerini ifade ediyor. Benzer şekilde ferdi olarak dinin yerini ifade eden J.J. Rousseau “Bütün hayatı boyunca, kalbi içinde asla tanrı yoktur diyenler varsa ya yalancı ya da mecnundur.” diyor.
Ruh ve beden öyle ayrılmaz bir parçadır ki, maddi varlık devam ederken ruhi gıda olan inanç duygusu da tatmin edilmeli ve doyurulmalıdır. Bir vücutta yalnızca mide gibi organlar olmadığı gibi ruhu, kalbi ve aklı da doyurmanın bizleri ve çocukları ezmesi yorması mümkün değildir, âmâ neden bu yorgunluk?
Okul öncesi dönemde dini eğitimin pedagojik olmadığını tartışıyoruz. Bence de değil… Lütfen şuan iki dakika durup düşünmenizi rica ediyorum. Okul öncesi dini eğitim derken ne algılıyoruz?
Ve hemen ardından şunu sormak isterim. İlkokul 1. sınıfa başlamış bir çocuğa trigonometri öğretmeye çalışsa öğretmeni. Şunu söylemez miyiz “İlkokulda trigonometri kaldırılsın, çocuğun bu bilgi altında ezilmesinden korkuyoruz?” haksız olur muyuz? Bence olmayız. Çocuğun gelişimine uygun olarak bir müfredat oluşturulur (yenilenmesi gerekir bu ayrı bir konu ) ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite gibi… Neyi ne zaman ve nasıl öğreneceği planlanır. Ve bu şekilde öğrenim devam eder.
Peki ya Din Eğitimi?
Gelin biz ebeveynler, eğitimciler, din adamları şapkamızı bir önümüze koyup düşünelim. Sevdiriyor mu? Yoksa nefret mi ettiriyoruz. Pedagojik olarak yaklaşıyor muyuz gerçekten. Daha okuma yazma öğrenmeden trigonometri mi öğretmeye çalışıyoruz.
“Din güzel ahlaktır” diyen bir Peygamberin ümmetiyiz. Dini terbiyeye baktığımızda “tedricilik” kavramını görüyoruz. Dini öğreten ilk öğretmenimiz Peygamberimizden zorlama, dayatma, seviyesine uygun olmayan bilgiyi verme, empoze etme, korkutma, yargılama, görmüyoruz. Ezan ile dalga geçen çocuğun yanına gidip “Ne kadar güzel sesin var” diyen bir Peygamberimiz var bizim. Sonra Kâbe’ye müezzin olan o çocuğun hali de yine bir örnek teşkil etmiyor mu bize.
Peki, çocuklara dini öğretmeyelim mi?
Onlara hak vermediğim ve belki bütün zerrelerimle haykırarak ifade etmek istediğim şu ki: Değil okul öncesi dönem, bir çocuğun manevi yaşamı anne karnında başlar ve başlamalıdır. Tek kanatlı uçulmadığı gibi maddi terakki ne toplumu ne ferdi olarak şahısları mutlu etmez, evet başarıya götürür belki ama tatmin etmez. Batıdaki gençliğin hali ortada.
Hak veriyorum. Biz yolunu yordamını bilmiyoruz. Pedagojik yaklaşmıyoruz. Dini eğitimden şunu anlıyoruz. Daha farz olmadan sanki farzmış gibi ibadetleri öğrenmelerini istiyoruz. Ahlak öğretmeden fetvasından takvasına ibadet çeşitlerini öğretiyoruz. Okul öncesi dönemdeki bir çocuğa bu ibadetleri yapmanın ne kadar zor olduğunu omuzlarına yüklüyoruz. Sevdirmiyor nefret ettiriyoruz. Daha orucun farz olmadığı çocuğa itikâf çadırları yaptırıyoruz. Kuran okuması farz olmayan çocuğa hatimler indirtiyoruz. Namaz kılmazsan Allah seni yakar diyoruz.
Bakın tedricilikden bahsettim az evvel. Daha dünyaya yeni gelen yavruyu alıp sarıp sarmalamak manevi eğitimin temelidir. Koşulsuz sevmek manevi eğitimdir. Gece uykusuz kaldığımıza şahit olması manevi eğitimdir. Dürüst olduğumuzu görmesi, insanlarla iyi geçindiğimizi görmesi, güler yüzlü olduğumuza şahit olması, namazlarımıza hassasiyet gösterdiğimizi görmesi, ramazan ayı geldiğinde bizdeki o coşkuyu görmesi yine manevi eğitimdir. Bir elma yerken sahibine teşekkür ettiğimizi görmesi, kâinata hayret ve muhabbetle bakmamıza şahitlik etmesi gibi davranışlar güzel ahlaktır, dinimizin çok önem verdiği dinin temel yapısıdır.
Bundan sonrası yaşına göre, seviyesine göre en önemlisi sevdirerek ve tamamen onun yol arkadaşı olduğumuzu hissedip neyi tercih ederse etsin bağrımıza basacağımızı hissettirerek ne öğretmek istiyorsak öğretebiliriz. Bu tarz bir yaklaşım ne çocuğa ağır gelir, ne onu yıpratır ne de zihninde yer bulamamasına sebep olur. O zaman da kimse ekranlara çıkıp da dinimize laf etme hadsizliğine girmemiş olur. Zira bizler hakkı ile yaşayacak olsak dinimizi, değil ki kendimizden olanlar sair dinlerdeki insanlarda akın akın İslamiyet’i benimser ve yaşamak isterler.
Manevi eğitim okullarda olmaz, manevi eğitim daha doğmadan gönüllerde, kalplerde, ailede vicdanda olur. Din hayatın özünde ve hayatın her yerindedir.