Küllerinden Doğan “Kadın”
İçinde yaşadığımız ve nazar-ı müşahede ettiğimiz zamanın, izlerini -sürekli zikredilen deyimiyle- zamanın ruhunu takip ettiğimiz mecralar… Kimi zaman yaşanılan bir olay, toplumsal gelişmeler, mevcut zamanın nereye doğru yöneldiğini seyreylediğimiz, ilginç ve olağanüstü hikâyelerin zihnimize ve idrakimize sunulduğu mecra, medya. Hayatın içinden beslenerek ilerleyen medyanın, bu çağın insanına sunduğu ayrıcalık, toplumsal, siyasal, gündelik hayattaki gelişmeleri takip edebilme şerefi. Demokratik, özgürlükçü bir hukuk devletinde, kamusal alanın, medyadan beklentisi, bu alanı ortak payda ya da paydalar altında toplayacak olan ve kamunun ortak konusu haline gelmiş sorunları ele alıp incelemesi; gerektiğinde konuşulan konularda ve sorunlarda anlaşmanın sağlanmasıdır. Öyle ki teoride var olan bir olgunun pratik hayata yansımasının aynı olması beklenemez.. Medya olgusu da böyle şekillenmiştir.
MEDYA YAŞAMIN AYNASI MIDIR?
Olup biten her şey birçok kez gördüğümüz şeylerdir. Eskilerin kalbin gördüğü, duyduğu ve konuştuklarının fiillerini de belirdiğini, hakikat membasından süzerek anlamışlardır. Yenilerin de bilinçaltı dedikleri o karanlık dehliz. İnsan dünyadaki olgularla bir nevi beslenir. Zihnen şekillenir. Kalbin şerre tanıklığı, hayra olan uzaklık zannını pekiştirir. Yani bize hakikat olarak sunulan olgular, bireysel manada toplumsal güvenimizi ya da güvensizliğimizi belirler. Ne geleneksel olanı bir bütün olarak görür kavrayabilir ne de ahlakın ne olduğunu geleneksel manada anlayabiliriz. Bizler medyanın (Gelişememiş ve kendini bulamamış medyanın) bu kısır döngüsü içerisinde, hayatın, ahlakın ve erdemin ne olduğuna dair, pedagojik bir süreçten geçemeyiz. Bilinçaltımız sürekli kötülükle örülüyor. Zihnimiz ve kalbimiz şerre odaklanıyor. Velhasıl vehim ve vesvesemizi çoğaltan bir mecra ancak kafa karışıklığı üretir. Bireylerin, yaratılan algılar tarafından, oradan oraya çekilerek, kendilerini bir savruluşun içerisinde bulmalarına neden olur. Aslında medya yazılı olan kuramına göre hareket eder. Amacı ideal olan toplumun oluşması için bilgi ve veri sunmaktır. Bir cinayet haberi, toplumsal bir sorun, ortaya konur. Seçenekler arasında nasıl bir insan modeli olması gerektiği yoktur. Medya topluma ve bireylere hep bir sorun ve açmaz gösterir. Bu açmazları ve sorunları nasıl çözeceğini gösteremez. Topluma ayna tutar, fakat kendi kaderi ve zamanı karşısında çaresiz kalmış bireye bir yol gösteremez. Belki de en temel sorunumuz budur.
KADININ SPONTANE GELİŞEN ROLÜ
Bu kafa karışıklığı içerisinde, yola çıkış noktasından bihaber olan bireyler, kendilerine biçilen rolü sanki el yordamıyla buluyormuş gibidir. Günümüz toplumlarının en temel sorunlarından biri olan yabancılaşma olgusudur. İnsan kendine, doğaya ve başkalarına karşı yabancılaşmıştır. Kendini tanımlamak için kavramlar dünyasında hapsolur. Bu manada, insan kendini tanımayarak ve kodlayarak bir gelişim süreci içerisinden geçer. İnsanın bu gelişim sürecinde aile, eğitim kurumları ve ana akım medya etkin konumdadır. Burada bizim ele almak istediğimiz medyanın kadın şahsiyeti üzerindeki dezenformasyonudur. Günümüze gelene kadar, karmaşık politikaların belirlediği bir medya düzeni içerisinde, ilk dönemlerde, kadına biçilen rol anne, eş ve modern/ milliyetçi Batılı bir soyutlanmadır. Geçmiş zamanların kadın algısı ile karışık, yeni modern toplumunu oluşturmak için ideal bir figür çizilir. Moda dergileri, güzellik yarışmaları ile farklı bir boyut kazanır. Zamanla meta üretiminin cazip yüzü haline gelir. Öncelikle sinemanın para kazanma aracı olur.
Hızla tüketilen bir döneme gelindiğinde ise kliplerin çekiciliğini belirler. Bu anlamda arzu nesnesi olarak kullanımı dikkat çeker. Reklamların ve pazarlamanın yüzü olarak da nesneleştirilmiştir. Medyanın, çağa ayak uydurmak adına, bu başıboş ve kendiliğinden gelişen düzeni içerisinde artık kadın algısı, cinsiyet üzerinden belirlenir. Zamanla bu durum ideal yoksunluğundan, gündelik hayatta kadınlar için bir boşluğa dönüşmüştür. Modern kapitalist toplumlar, insanı ve varoluşunu oluşturan kadim bilgelikten yoksun olarak yaşamaya devam ederler. Bu durum onu kendine ve başkalarına karşı yabancılaştırır. Kadim bilgelikte önemli motto “Kendini Bilmek”ti. Günümüz insanı için ise bu durum karmaşık haldedir. Kadının ışıltısı üzerinden yararlanma, onun naif, nazik, rahmani ve insani yanını aşağıya çekmiştir. Sonucunda belki de toplumumuz için önemli olan Annelik olgusunu zedelemiştir. Kadınlık duygusunda karmaşaya yol açmıştır. Medyanın bu manipülasyonu, gerçekte hayatın için akıp giden manevi değerlerine bağlı kadını hep gölgelemiştir. Su kuyruğunda bekleyen kadınlar, ekmek kuyruğunda bekleyen kadınlar, hasbelkader okuyup bir iş sahibi olmuş kadınlar, evlatlarını ideolojiler uğruna kaybetmiş anneler, sorunları hiç dile gelmez. Bu ölüm kalım savaşında siyasi, idari ve kültürel fikri gayeyi temin edememiş olmak talihsizliğine duçar olmuşlardır. Bu durum aslında erkeklik olgusunu da belirlemiş, kadına karşı cüretkâr bir konuma geçiş yapmıştır. Sonuçları da hepimiz üzerine malumdur.
YÖNÜNÜ BULMAK İSTEYEN TOPLUMUN KADIN FİGÜRÜ
Kadın bitmek tükenmek bilmeyen hayat kaynaklarında, yaşamı algılama biçiminde, hayatın eksik taraflarını tamamen dolduran ve onu bütünleştiren fıtratı ile vazgeçilmezdir. Kendi yönünü tayin etmek isteyen toplumlar, öncelikle kadınların duyarlılık ve haysiyetini çiğnememelidir. Çünkü toplumda her birey, ilk elden eğitimini bir anneden alır. Toplumların rahmani duruşunu bu durum belirler. Nasıl ki hayatın ihtiyacı sadece erillik ya da sadece dişillik değilse… İkisi de bir bütün olarak, dünya hayatını belirlemek durumundadır. Toplumlar bu bütünlüğün bilincine erdiğinde, yapı kendiliğinden oluşmaya başlar. Kadının, toplumun kabulüne ya da reddine yönelik asil ve mağrur akışkan duyguları vardır. Ahlaki ve erdemli duyguların oluşması için, kadın ve erkeğin maddi ve manevi değerlere, sımsıkı tutunmuş, sağlam bir karaktere sahip olması gerekir. İnsanı istikrarlı ve kıvamlı hale getirmek, zihni ve ruhi terbiyeden geçer. Toplumun kadına biçtiği rolü belirleyen, eğer nesnel amaçlar dizgesi olursa, bu ilahi boyut birden kayboluverir. Kendimizi zaman geçtikçe, nesiller ilerledikçe başka bir âlemin içinde bulabiliriz. Bütün bunlar hakikatte kadının kendi serencamının ve varacağı noktanın bir resmidir. Cemiyet ahenginin ipuçlarını ve aile mefhumunu bir arada tutan, sırlı bir kuvvet olan kadın, toplumun irfan ve uygarlık abidesinin ta kendisi olmaya devam edecektir.