Kendine Anne Olmak
Çocukluk, ergenlik, ilk gençlik evreleri birbirine bulanmış duygular, deneyimler, itilip çekilmelerle geçer. Nehrimizin yatağı nereye akarsa oraya sürükleniriz. Bir yandan boşluk hissinden rahatsız olur, bir yandan da kalabalıklar arasında yuvarlanıp gitmek işimize gelir. Ta ki bir gün içimizde hiçbir şeye benzemeyen bir sızı baş gösterene kadar. Varlığa zimmetli canın… Çoktan kaybolmuşuzudur. Hatta her bir parçamız başka bir yerde kayıp, bulunmayı bekliyordur. İşte bu derin sızı kayıp aranıyor alarmıdır. Peşine düşeriz ister istemez kendimizin. Artık sorumluluğunu alma vaktidir hayatın. Varlığa zimmetli canının sorulur senden. O vakit bakma zamanı gelmiştir aynalara. En çok kaçanlar en yaralı ve zayıf olanlardır. Fakat aynaya bakmak kolay değildir çoğu kez. Daha tanışmadan küsmüş, küstürülmüşüzdür benliğimize. Birçoğumuzun içinde küskün ya da yaralı çocuk parçalarımız. O iyileşmeden hiçbir türlü iyi olmaz yaşamlarımız. Dışarıda ikame iyilikler arar dururuz. Avuçlarımıza birikir hayal kırıklıkları. Tekrar döneriz arka bahçemize. Bakmaya cesaretleniriz artık eksiğimizle fazlamızla her halimize. Bazılarımız ise kaçmayı sürdürür kendinden delice. En çok kaçanlar en yaralı ve en zayıf olanlardır. Hayatı kaçırmadan yüzleşme vakti... Evet, kalbimiz kırıklar, yaralarla dolu olabilir. Onlarla nasıl baş edeceğimizi bilmediğimiz için kaçmak ya da suçluyu dışarıda aramak, kendimizi korumaya dair olsa da; tüm yaşananlar bizi biz yapmak içindir. Hayatı kaçırmadan bu yüzleşme gerçekleşmelidir.
ANNE KARNINDA BAŞLAYAN HİKÂYEMİZ
Tekinsiz ve çaresiz var olduğumuz şu evrende aile denen yakın ilişkiler dairesinde başta anne-babamızdan destek bekleriz. Yaşamda kalmak için onlara hayati derecede muhtaç ve duyarlıyızdır. Her anne baba kendi bildiğinin en iyisiyle, kendilerini iyileştirebildikleri ölçüde bize faydalı olurlar. Bunu beceremedikleri yerde ruhsal yaralanmalar başlar. Daha anne karnında, yaşama coşkuyla karşılandığımız mı yoksa zamansız gelen ya da fazlalık gibi görüldüğümüz bir canlı gibi mi kendimizi algıladığımız; doğumumuzun zor ya da kolay olması; içine girdiğimiz aile iklimi; diğerlerinin bize kendimizi nasıl hissettirdiğiyle kendimize dair yargılar oluştururuz. Yaramaz, iyi, kötü, çalışkan, sevecen, inat…
Birlikte kendi yaralarını projekte ettikleri sahneye tutulmam sık sık; hayat, kimlikler ve ilişkilere dair karmakarışık ve tutarsız şemalar oluşturur zihnimde. Ağzımıza zorla sokulan mama kaşıkları ve sonrasında “Biraz daha ye doymadın” ısrarları kendimden şüpheye düştüğüm ilk deneyimlerdir. Zorla uyutulmalar, düşersin diye durdurulmalar, ne zaman, nerede, nasıl hareket edeceğime sürekli, bazen başımı okşayarak bazen kaşlarını çatarak o kocaman insanların karar vermesi kendimi yetersiz hissettiren, seçim hakkı tanımayan, atacağım her adımda tereddüte düşüren bir mekanizma oluşturur içimde. Anne ve babamın ayrı ayrı ve birlikte kendi yaralarını projekte ettikleri sahneye tutulmam sık sık; hayat, kimlikler ve ilişkilere dair karmakarışık ve tutarsız şemalar oluşturur zihnimde. “Erkekler ağlamaz, kızlar çok gülmez, düştüysen dikkat etseydin, sesini çıkarma işinden olursun, anneye öyle denmez, bunda üzülecek ne var…“ En fenası da duyguların ifade bulamayışı elbette. İnsanın neredeyse tüm motivasyonu duygular iledir. Yakınlaşmak, uzaklaşmak, seçim yapmak ve tüm eylemler duyguların duyuları örgütlemesiyledir. Bu topraklarda duyguları hissetmek, adını koymak, böylece ihtiyacımız olanı fark edip harekete geçmek yerine sürekli bastırılan, yok sayılan, yanlış şekilde kanalize edilen baş belasıdır duygular. “Erkekler ağlamaz, kızlar çok gülmez, düştüysen dikkat etseydin, sesini çıkarma işinden olursun, anneye öyle denmez, bunda üzülecek ne var…“ Hep susturulmaya çalışılır duygular. Ve de hep hasta eder bizi ifade bulmamış her şey gibi. Bu yine de iyi tablo. Bunun ihmal, istismar, ağır yaşam olaylarına maruz kalmış halini detaylandırmıyorum bile!
3 TİP İNSAN MODELİ
Henüz psikolojik bağışıklık sistemi gelişmemiş insan canlısının bunca tutarsız mesaja maruz kalması ve sınırların keçe gibi birbirine geçmesi elbette sağlıklı bağlanma-ayrışma-bireyleşme sürecini sekteye uğratmaktadır. İnşaatın temeli sağlam olmadığında üst katların tüm dekoruna rağmen sağlamlığı daima tehlikededir. Sonra üç tip insan modeli çıkar karşımıza. Birincisi kendini yok saymış, otoriteye uyumlanmış, onay arayan, itaat ve idareci model (çocuk modda kalmış benlik). İkincisi isyankar, kıra döke, öfke ve arsızlıkla kendine özgürlük alanı açan model (ergen modda kalmış benlik). Üçüncü model ise azınlıkta olan grup; kendinin ve gerçeğin farkına varmış, yaşadıklarının hesabını içinde görmüş, yasını tutmuş, ayağa kalkmış, üzerine yapıştırılan etiketleri sökme cesareti göstermiş, hayatının sorumluluğunu üzerine almış ve kendisiyle dost olabilmiş model (yetişkin modda olan benlik). Benliğimizi yeniden tanımak ve tanımlamak, bunun için de tadilattan geçirmek bizim görevimizdir. Geçmişi ve ebeveynlerimizi suçlamak kolay olan ve yine sorumluluğu dışsal sebeplere teslim etmek demek. Buralarla yüzleşeceğiz, canımız yanacak, hüzne dalacağız belki. Fakat büyük planı göz ardı etmeyeceğiz. Değişip dönüşmek yani olgunlaşmak için geldiğimiz şu yaşam planında senaryomuza ve rolümüze kabul vermekle başlayabiliriz yeniden. Fakat bu sefer kurban gibi değil kahraman gibi. Çünkü yaşam anladığında başlar. Anlamak ise sana düşen sorumluluğu üstlenmektir. Arkanda dur, güven kararlarına. Küçük hesaplardan kurtar paçanı. Dön yüzünü birlik ve içindeki biricikliğe. Ruhun da yoruldu seni çağırmaktan artık dinle. Şimdi hiçbir çeliciye ve bahaneye kulak asmadan, zamanında kendin zannettiğin tüm yetersizlik, değersizlik, utanç ve sevgisizliklere rağmen; belki geç kalmışlığa, hatalara, kayıplara rağmen; korkulara, kaygılara, zora rağmen cesaretlen yeniden doğmaya. İçindeki öz benine varmak asıl hedefin olsun. Kucakla kendini her halinle, yaran beren, gururlandığın, utandığın her bir yanınla. Can evinin dışına attığın gölgelerini al içeri aydınlat. Arkanda dur, güven kararlarına. Küçük hesaplardan kurtar paçanı. Dön yüzünü birlik ve içindeki biricikliğe. Ruhun da yoruldu seni çağırmaktan artık dinle. Hayat seni bu kadar desteklerken bağrını aç ve ilerle. Dışarıda yok bir şey. Her şey senin büyümen için vesile. Alamadığın onayı, desteği, sevgiyi şefkati kendine sen ver. Başarılarını sen alkışla, yaramazlıklarını sen hoş gör. Bırak bilmesinler ne kadar derin sızıların, uçsuz bucaksız hayallerin, kocaman cesaretin, yüzlerce kez düşüp kalkmaların olduğunu. Ve bunun için takdir etmesinler ne çıkar. Sen bil kıymetini. Yaralarına bakıp bakıp kendine acımak yerine öp onları iyileşsin. “Yaraların ışığın girdiği yerdir!” Şifa da sensin, iyilik de, sevgi ve güzellik de sen…Kimse seni senden iyi bilemez, kimse sana senden çok yardım edemez. Ayna olur sadece. Berrak aynalar seç bakmak için özüne. Hayat seçimlerimizdir her solukta. İhtiyacın olanı, layık olanı, sana yaraşanı seç. Sen kendinle dost olursan herkes ve her şey o vakit sana dost olur, unutma. Yaşamak anlam kazanır, kolaylaşır, aşkınlaşır. Tut ellerini sımsıkı öyleyse coşkuyla yürü kendi yolunu hayret ve şükürle...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.