Irak’ın Kuzeyi
“Irak’ın Kuzeyi” ifadesini kullanmak doğru olandır. Bu ifade ile Irak’ın “bölünmez bütünlüğünü” savunmuş ve Irak’ın Kuzeyi’nin “Irak’a ait”, “Irak’ın bir parçası” olduğunu vurgulamış oluruz. Aksi takdirde bir algı operasyonuna maruz kalırız. Bu nedenle “Kuzey Irak” yerine “Irak’ın Kuzeyi” ifadesini kullanmak yerinde olacaktır.
Unutmayalım ki önce insanların beynine işlenen bu kelimeler ile sonrasında kendine özgü bir yer anlamı yüklenmeye çalışılacaktır.
Şimdi, günümüzde yaşanan olaylara ışık tutması açısından; tarihsel köklerinde bir Türk yurdu olan ve Türkmen kardeşlerimizin de yoğun olarak yaşadığı Irak’ın kuzeyinin yakın tarihine bakalım…
***
Osmanlı Devleti 11 Kasım 1914’te Almanya’nın telkinleri sonucu Rusya’ya savaş ilan eder ve böylece Birinci Dünya Savaşı’na girer. Almanya ile aynı safta savaşır ve yenilir. Bu yenilgi sonrasında 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanır. Bu antlaşma ile Osmanlı’nın eli kolu bağlanmış olur. İngiltere, Mondros Antlaşması’ndan birkaç gün sonra da bu antlaşmanın 7. maddesine dayanarak Musul’u (Musul-Kerkük-Süleymaniye-Erbil-Duhak şehirlerini kapsar. Yani bugünkü Irak’ın Kuzeyi) işgal eder.
***
Ardından, 13 Kasım 1918’de galip devletler 35 bin askerle İstanbul’u işgal eder. Bu işgal koşullarında son Osmanlı Meclisi (Meclis-ı Mebusan) üyeleri 28 Ocak 1920’de “Misak-i Milli”’yi (Milli And) OYBİRLİĞİ ile kabul eder. Buna göre Türk yurdunun sınırları belirlenir. Misak-ı Milli sınırları içinde Hatay ve Musul da vardır (Hatay 1939’da anavatana katıldı).
***
10 Ağustos 1920’de de Osmanlı Devleti ile galip devletler arasında “Sevr Antlaşması” imzalanır. İşte bu antlaşma ile eli kolu bağlı olan Osmanlı Devleti’ni parçalayıp Türk Milleti’ni tarih sahnesinden silmenin hesabı yapılır. Yüce Türk Milleti bu antlaşmayı bir “kâğıt parçası” olarak görür ve ölüm-kalım mücadelesini başlatır.
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919’da Samsun’da yaktıkları bağımsızlık ateşi tüm yurdu sarar. Bu “Aziz Millet” binlerce şehit vererek Yunanlıları denize döker. İngilizleri, Fransızları, İtalyanları Türk Yurdu olan Anadolu topraklarından söküp atar. Yani Sevr Antlaşması yırtılıp tarihin çöplüğüne atılmış olur.
Kurtuluş Savaşını kazanan Türkiye ile 11 Kasım 1922’de Lozan Konferansı görüşmeleri başlar.
***
Lozan Konferansı görüşmeleri devam ederken, 16 Ocak 1923’de Atatürk İzmit’te düzenlediği basın toplantısında Musul’un önemini şu sözlerle vurgular: “Musul bizim için çok kıymetlidir: Birincisi, civarında sonsuz servet teşkil eden petrol kaynakları vardır. İkincisi, bunun kadar önemli olan Kürtlük meselesidir. İngilizler orada bir Kürt hükümeti oluşturmak istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de sirayet edebilir. Bu fikre engel olmak için sınırı güneyden geçirmek lazımdır”(Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.14, s.269). Atatürk’ün bu öngörüsü günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.
***
İngilizler Lozan Konferansı’nda Musul’da etnik temelli bir devlet kurulması tezini savundular. Biz ise Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan halkı “ortak kaderi paylaşan bir millet” olarak gördük ve bu tezi savunduk. 1924 Anayasası’nın 88.maddesine “Türk Vatandaşı” kavramının açıklamasını koyduk: “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir”.
***
Lozan’da önemli başarılar elde edilir. Ancak, Musul’un bize bırakılması yönündeki ısrarlarımız, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasını geciktiriyordu. Bu arada TBMM’de ateşli tartışmalar oluyordu. Musul’a askeri müdahale seçenekleri konuşuluyordu. Atatürk Milli Mücadeleden yeni çıkmış Türkiye’nin daha güçlü olduğu bir dönemde silahlı müdahalenin yerinde olacağı görüşündeydi. Musul’a müdahale durumunda İngiltere, Fransa, İtalya gibi güçlü devletler Türkiye’nin karşısında olacaktı. İşte bu ortamda Lozan Konferansı devam etmekteydi.
Konferansta Yunan temsilci Musul’a Türkiye’nin silahlı müdahale etmesi gerekir yönünde görüşleri! vardı (Muhtemeldir ki İngilizler bunu söyletmiştir). Ama Yunanistan’ın derdi farklıydı; yeni kurulan Türkiye’yi bataklığın içine sürüklemek ve planladıkları iç isyanlarla yıkmaktı. Yunanlılar, Türk Ordusu Musul’a girince Trakya’yı işgal peşindeydi. İşte Musul’u böyle bir ortamda değerlendirmek gerekir. Yoksa bilgi sahibi olmadan fikir üretmeye kalkmak ahmakların işidir.
Nihayetinde, Musul Sorunu ile ilgili Lozan’da ara bir çözüm bulunur. 9 ay içinde tarafların anlaşması durumunda sorunun çözülebileceği, yoksa sorunun Milletler Cemiyeti’nce (MC) çözülmesi gerektiği kararlaştırılır. Ve sonrasında 24 Temmuz 1923’de “Lozan Barış Antlaşması” imzalanır.
Ardından, “Musul Sorunu”’nun çözümü için Mayıs 1924’de İngiltere ile birlikte “Haliç Konferansı”’ düzenlenir ancak sonuç çıkmaz.
Bu süreçte, İngiltere hem bizim coğrafyada istihbarat faaliyetleri ile ayaklanma planları yapar hem de sorunu MC’ye götürme hesabı peşindedir. Ve 6 Ağustos 1924’de İngiltere Musul sorununu MC’ye götürür. Bir gün sonra 7 Ağustos da Hakkâri de Nesturiler (Hıristiyan Mezhebi) ayaklanır. İngiltere bu ayaklanmaya uçaklarla destek verir.
***
29 Ekim 1924’de ise MC tekrar olağanüstü toplanır ve “Musul”’u Irak’a bırakacak “geçici bir sınır” belirlenir.
Ardından, İngilizlerin kışkırtmasıyla 13 Şubat 1925’te Şeyh Sait Ayaklanması bizi içeride güçsüz düşürür ve elimizi kolumuzu bağlar (İngilizlerin bu kurnaz dış politikasını bilenler bilir. Bilmeyenlere Allah akıl fikir versin!).
MC, 16 Aralık 1925’te belirlediği “geçici sınırı” esas alacak bir karar alır ve Musul’u Irak’a bırakır. Türkiye bu kararı tanımaz ve tepki olarak bir gün sonra 17 Aralık’ta SSCB ile bir dostluk antlaşması imzalar.
***
Türkiye içeriden ve dışarıdan kuşatma altındaydı. İşte böyle bir ortamda, 5 Haziran 1926’da Türkiye-İngiltere ve Irak arasında yapılan “Ankara Antlaşması” ile Musul’u Irak’a bırakmak zorunda kalır. Bu antlaşma ile Türkiye-Irak sınırı her iki ülkenin “toprak bütünlüğü” esas alınarak “kesin ve bozulmaz” bir şekilde çizilmiş olur.
Kazım Karabekir’in 1925-1926 dönemi ile ilgili söylediği söz dönemin özetidir: “Kurtuluş Savaşı’ndan daha zayıf olduğumuz bir dönemdi”.
***
1932’de Irak’taki İngiliz mandası biter ve Irak’la 1937’de “Sadabat Paktı” imzalanır.
29 Mart 1946’da ise Türkiye-Irak arasında yine Ankara’da bir antlaşma daha yapılır. Buna göre; “Tarafların birbirinin ülke bütünlüğüne ve 1926 tarihli Ankara Antlaşması ile belirlenmiş sınıra saygı göstereceği” şeklinde hüküm konur.
***
1926 ve 1946 tarihli antlaşmalarla Türkiye ve Irak’ın “toprak bütünlüğü”’nün korunması koşulu ile “sınır” kesin olarak çizilmiştir. Buna göre Irak’ın Kuzeyi’nde oluşturulacak bir yapı her iki ülkenin “toprak bütünlüğü”’nü tehdit edeceğinden uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı kullanabileceğimiz açıktır.
Türkiye’nin ulusal menfaatleri Irak’ın kuzeyinde hiçbir oluşuma izin vermemektir.
Bu bölge bin yıllık bir Türk yurdudur.
Sonsöz olarak;
Büyük Türk Ordusunun bölgedeki terör faaliyetlerine izin vermemesi hem tarihsel hem de uluslararası hukuktan kaynaklanan en meşru hakkıdır.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.