Çınar Ağacının Gölgesi
Çınar ağaçlarının Türk toplumu ve Osmanlı Devleti için ayrı bir değeri vardır.
Çınar ihtişamlı ve uzun ömürlü bir ağaçtır. Bu haliyle geçmişle gelecek
arasında bir bağ kurduğuna inanılır.
Çınar Ağaçlarının yaprakları geç dökülürse, kış geç gelir. Çınar ağacı
yapraklarını erken dökerse kış sert geçecektir. Çınar, doğumun da
sembolüdür. Çocukların uzun ömürlü ve nesillerinin kıyamete kadar devam
etmesi için aileler yeni doğan çocukları adına çınar dikerler
Osmanlı devletinin temellerini atan Osman Gazi’nin Şeyh Edebali’nin evinde
gördüğü rüyayı hatırlayalım. ‘Kuran-ı Kerim' yasladığı göğsünden, bir ağaç bitip
büyümeye, yükselmeye başlıyor. Bir çınar ağacı. Büyüdükçe yeşerip,
güzelleşiyor. Dallarının gölgesi bütün dünyayı kaplıyor, dünyanın her
tarafından insanlar gelip bu çınarın gölgesine giriyorlardı. Ah canım ecdat.
Rüyaları bile ne kadar latif ve ne kadar hikmetli.
Çok manidar bir rüya olup, beni bir hayli etkiler, düşündürür. Yüz yıllar sonra
olsa bile kulağıma sanki şunları fısıldar. Kuran-ı Kerimi tohum gibi alır bağrına
basarsan, ileride gölgelenecek ulu bir çınar haline gelirsin. Kalbinden
başlayarak evrensel bir hal alırsın. Adeta şefkat merhamet, bilgelik, gelişmek,
yükselmek ve başarmanın tohumu haline gelerek tüm insanlığa yayılır. Her
gelen nesil onu alır, kalbinin en güzel köşesine, sular. Besledikçe, büyür nesilden
nesile sürer gider.
Modern yaşama hapsolduğumuzdan beri topraktan,ağaçtan ne kadar
uzaktayız öyle degil mi? Doğadan uzak oluşumuzun ruha iyi gelmediği bilimsel
olarak ispatlansın veya ispatlanmasın ruhlarımıza iyi gelmediğini iliklerimize kadar
hissediyoruz.
Bizlerin çocukluğu sokaklarda geçti.Kendi adıma oturduğumuz apartmanın
kocaman toprak bir bahçesi vardı. Türlü meyve ağaçları. Her bir aşaması şahane.
Önce çiçek açar, sonra yemiş olur peki ya karahindiba? Önce sarı çiçek sonra
üflenecek oyun haline gelir. Bu benim çocukluğum için essiz bir kazanım oldu.
Belki herkesin bu tarz imkânı yoktu ama hiç olmazsa hafta sonları hemen
hemen her çocuk doğa ile iç içe idi. Kendi bahçesi olmasada evinin az ötesinde
yeşil alanlar mevcuttu.Parklar efsaneydi. Şimdiki gibi plastik kaydıraktan, sentetik
yumuşak zemine inmiyordu o küçük ayaklar. Yine parklarda inişli-çıkışlı, sert-
yumuşak toprak veya taş zeminler vardı.Tüm elektriği, stresi çekip alıyordu. Evcilik
materyalleri ise kozalak, çalı çırpı, çamur.
Günümüzde çocuklar nerede? Hafta içi tüm gün kapalı alanlarda, kurslarda. Hafta
sonlarını ise alışveriş merkezleri süslüyor. Doğal yaşam alanları yerini
elektronik oyuncakların olduğu alanlara bıraktı. Nefes alma değil, boğulma
alanları diyorum ben bu yerlere. Avm’den çıktıktan sonra baş ağrısı yaşadığını
söyleyenler bir hayli fazla. Gereksiz tüketimin ruha şifa değil, ruha dert getirdiği
bu mekanlar yerini daha çok doğaya bıraksa keşke. Her birimiz son derece iyi
niyetle çocuklarımız mutlu olsun diye düşünerek gidiyoruz. Ruha en iyi gelen
yeşil mavi ve her tonu. Gerektiği zamanlar haricinde çocuklarımızı daha çok
toprağa, doğaya kavuştursak.
Son zamanlarda ‘duyusal bütünleme bozukluğu” tabirini çokça duyuyoruz. Bu
gidişle daha çok duyacağa benziyoruz. Eskiden bu kavramları neden
duymuyorduk.
Bir önceki neslin çocukları toprak zeminde ahşap malzemeler ile yapılmış
parklarda oynuyordu. Bahçelerde düşen kendi çabası ile kalkan, su ve toprağı
karıp çamur elde eden ve bununla pasta yapan, otlarla salata yapan, tüm yaz
bacakları yara bere içinde gezen, ekmek almak için fırın kokusunu içine çeken
dönüş yolunda ucundan koparması ile eli yanan çocuklar vardı. Hayatın içinde
acıyı tatlıyı deneyimleyen mutlu çocuklardı bunlar.
Günümüzde bunları deneyimleme fırsatı sunmadığımız çocuklarımız, okula
başladıklarında sınıf içinde duramama, uyum sağlayamama, görevleri yavaş
yerine getirme, kambur durma, aktivitelere hızlı katılım sağlayamama,
elbisesinin etiketine dokunamama gibi durumlarda uzmanlar bu tanıyı
koyuyorlar. Uçuk rakamlarla seanslar almamız gerektiğini söylüyorlar. Ödev
olarak,doğaya dokunun diyorlar.
O zaman ne duruyoruz yeşile, maviye, doğaya koşalım. Çocuklarımızı ve
kendimizi yeniden toprakla buluşturalım. Ekelim kâinat tohumunu kalplerimizin
en içine, yeşersin tüm güzellikler. Gerçekten gören göz, duyan kulak, hisseden
kalpler yeşersin. Acı nedir, bilsinler, bırakalım çalı çırpı azıcık incitsin canlarını. Bu
onları olgunlaştıracaktır.
Çınar ağacının gölgesinde her daim olmak duası ile.
Selam olsun ince ruha sahip, muhteşem ecdada.