PİYASALAR

  • BIST 1009722.090.8%
  • ALTIN2428.571-0.03%
  • DOLAR32.52-0.1%
  • EURO34.8-0.22%
  • STERLİN40.476-0.17%
  1. YAZARLAR

  2. Gonca Babür

  3. Bitmeyen Darbe: 28 Şubat
Gonca Babür

Gonca Babür

Yazarın Tüm Yazıları >

Bitmeyen Darbe: 28 Şubat

A+A-

Cumhuriyet tarihimiz utanç verici darbelerle dolu. Geçmişte Başbakanımızı astıkları da oldu, yakın zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni (TBMM) bombalayıp, 251 vatandaşımızı katlettikleri de… Üç kıtada 700 sene adaletin terazisi olmuş bir imparatorluğun maddi ve manevi mirasıyla ışıldaması gereken Türkiye, 80 senede beklenen ivmeyi gösteremedi. Çok partili sisteme geçişle birlikte güzel ülkemizin cefakâr insanlarının manevi değerleri tehdit unsuru olarak algılandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli kazanımı demokrasi, müdahaleler nedeniyle kevgire döndü. Ancak 28 Şubat Darbesi diğerlerinden çok farklıydı. 23 yıl önce darbeci Orgeneral Çevik Bir’in ifadesiyle yapılan post-modern bir darbeydi. Yani bu darbe askerin yönetiminde olsa da sistematik bir düzenle işleyen asker, sivil (iş dünyası) ve medya ittifakı üzerine kurulmuştu.

BAŞARILI OLDULAR

Kuşkusuz 28 Şubat’ın tohumları 1994 yılında Refah Partisi’nin yerel seçimlerdeki başarısı üzerine atıldı. Umduklarının aksine başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere tüm Refah Partili belediyeler halkın beklentilerini karşıladı ve çok başarılı oldular. Aslında bu başarının ardında yatan önemli nedenlerden biri de Refah Partisi’nin kendi siyasî söylemi hakkında sürekli olarak tekrarlanan korku ve tedirginliklere karşılık, bunları yersiz bir evham olarak boşa çıkaracak yeni bir siyasî yapılanmaya yönelmesiydi.

SİLAHSIZ KUVVETLER

Türk demokrasisinin yapısal sorunları vardı. Parti kapatmak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının talebi doğrultusunda Anayasa Mahkemesi Başkanının iki dudağının ucundaydı. Devlet yönetimi, asla Refah Partisi lideri Necmettin Erbakan’a teslim edilemezdi. Ancak karmaşık siyaset oyunlarına rağmen Anayol hükümetinin arkasından, 7 Haziran 1996 Refahyol hükümeti kuruldu. Askerler mevcut durumun aşılması yönündeki arayışları değerlendirirken “Bu defa işi silahsız kuvvetler çözsün” demişti. 28 Şubat süreci, sadece Erbakan’ın Başbakanlığındaki 54. Cumhuriyet Hükümeti’nin çökertilmesiyle sonuçlanmadı. Devletin işleyişinin askerileşmesi, toplumun kutuplaşması, dindarların asker tarafından fişlenmesi ve kamu alanından ayıklanmaya çalışılması, bu amaçla anayasal kurumların ve demokrasinin militanlaştırılması, partilerin türlü bahanelerle kapatılması 28 Şubat sürecinin sonuçlarından sadece bir kaçıydı.

MEDYA AYAĞI

28 Şubat’ın bir numaralı silahı medyaydı. Merkez medya ‘Yasal maskeli’ askeri müdahalede psikolojik harekâtlarda aktif olarak ‘Silah’ vazifesi görüyordu. 27 Mayıs 1960 darbesinde Alpaslan Türkeş’in radyodan darbe bildirisi okuması ya da 12 Eylül 1980’de Kenan Evren’in TRT’den yaptığı darbe konuşması gibi değildi medyanın işlevi. Medya gizli bir gündeme hizmet için tüm yayınlarında halka panik ve korku pompalıyordu. Haber bültenlerinde irtica yaygaraları kopartılıyordu. Medya, vatandaşı askeri seçkinlerin tercihlerine göre idealize ediyordu. Başörtülü üniversite öğrencisini hatta orta ve lise eğitimi gören imam hatipli çocukları hedef gösteriyordu. 28 Şubat’ın en azılı medya silahlarından biriyle geçen anımı anlatırsam medya mensuplarının pozisyonunu daha net çizmiş oluruz.

 

‘İLETİŞİM FAKÜLTESİNE GİREMEZ’

Yıl 2000… Hani milenyum yaygaraları kopartılan o sene… Eminönü’nden vapurla Kadıköy’e geçiyorum. Elimde bir bardak sıcak çay, dilimde dualar soluksuzca okuyorum. Martıların arkadaşlığı biraz sonra gireceğim sınavın stresini azaltıyor, umutlarımı boğazın serin suları besliyor. Dile kolay, beş aylık bir eğitimin finali olacak. Aileme başarı borçluyum. Dershane kayıt görevlisinin kaşlarını çatıp başındaki peruğu sallayarak ‘Kızınız imam hatip mezunu tam puan alsa da iletişim fakültesine giremez’ dediği gün söz verdim. Beni ne olur buraya yazdırmayın diye ağlarken söz verdim.

ASKERİN SİLAHI: GÜLGÜN FEYMAN

Gözümün içine işleyen spot ışıklarına, içeride beni sınav için izleyen ülkenin en bilinen haber spikerine rağmen güzel bir çekim oldu. Deneme sınavı olduğum stüdyodan çıkmak üzereyken kursun sahibi gizli bir şey söyleyecekmiş gibi yanıma gelip fısıltıyla ‘Gülgün Feyman seninle özel olarak görüşmek istiyor’ dedi. O yılların en popüler ve güçlü haber spikeri önce beni büyük iltifatlara boğdu, sonra kendince bir teklifte bulundu: “Saçını açmayı düşünürsen Star TV’de iş imkânı sağlayacağım.” Başımı inancım gereği örttüğümü belirtince işittiğim sözler bugün bile sinirimi bozuyor. “Amacın ibadetse evinde başını örterek ibadet yap! İnancını işyerine taşıma. İkiz kızlarım yaşındasın ziyan olma! Annen yaşındayım seni düşünüyorum. Saç telini yine de göstermek istemezsen benim perukçuma gider sana renk renk peruklar yaptırırız. Başörtünle benim çalıştığım kanalın güvenliğinden temizlikçiyim diyerek bile geçemezsin.” Adı daha sonra ikna odası olarak anılan o odadan o gün ikna olmadan hayal kırıklıkları içinde çıktım. Feyman’ı biraz öfkelendirdim. Ne bekliyordum ki, askerin ekrandaki en ağır silahıydı!

‘İRTİCA GEREKÇESİ’

24 Kasım 1995 genel seçimlerinde 6 milyon 12 bin 450 oyla, halkın yüzde 21.37’sinin oyunu alan Refah Partisi kapatıldı. Bir başka demokrasi utancı ise 8 Mayıs 1999’da yaşandı. Ardından açılan Fazilet Partisi’ne yine irtica gerekçesiyle kilit vuruldu. Hak verilmez alınır düşüncesiyle Fazilet Partisi İstanbul İl Gençlik Kollarında görev almaya başladım. Öğleden sonra İl Başkanımız Numan Kurtulmuş yanımıza geldi. Her zamanki naif ifadesi yerini hüzne bırakmıştı, kollarını dirseklerine kadar kıvırdığı beyaz gömleğinin içinde bile yüzü kireç gibi görünüyordu. O tek kelam etmeden ne diyeceğini anlamıştık. Çok üzgün ama vakur bir şekilde “Arkadaşlar bu haksızlığa rağmen demokrasiye güveninizi, ülkeniz için umudunuzu yine de yitirmeyin” dedi. O akşam hep birlikte İstanbul’un Fetih Şölenine gittik.

“BİZİM DE ANNEMİZ…”

Yıl 1998… Eminönü’nde bir karakoldayım. Yaşım 16… Şaka gibi arkadaşlarımla nezaretteyim… Karakol karanlık, nemli, kokusunu tarife gerek yok. Korkuyor muyuz, hayır! Akıbetimiz ne olacak diye biraz tedirginlik var sadece… Suçumuz Sultanahmet Meydanı’nda başörtülü eğitim hakkımız için el ele eylemine katılmak. Slogan yok, taşkınlık yok. Dünyanın en haklı ve en masum eylemi... Çevik kuvvet polislerinin sert müdahalesinin özrünü karakoldaki polis abiler diledi: “Bizim de annemiz, kız kardeşlerimiz başörtülü, yapılanlardan ötürü çok üzgünüz.” Bu cümle çölde suya kavuşmuş gibi mutlu etti hepimizi… İstanbul’un dört bir yanından gelen gönüllü avukatlar destekçimiz oldu. Kapısının önünde her gün ağır silahlı askerlerin beklediği, bir günde bütün öğretmenleri görevden alınan Eyüp İmam Hatip Okulu’nun küçük öğrencileri sahipsiz kalmadı. Ne acıdır ki dağdaki teröristle mücadele etmesi gereken askerlerimiz o yıllarda yaşları 11 ile 17 arasında değişen çocuklar için nöbetteydi.

AK PARTİ ZAMANINDA

Yıl 2007… Kanal 7 televizyonunda haber muhabiriyim. Süt ürünleriyle meşhur bir markanın İstanbul’un çeşitli semtlerinde sergilediği inek heykelleri açık artırmayla satışa çıkarılacak. Kameraman arkadaşımla basın davetiyesini alıp salona gittik. Diğer medya mensuplarıyla birlikte program öncesi çekim yapmaya başladık. Müzayede görevlisi bir bey ‘Şu anda çekim yapmayın’ diye uyardı. Israrcı olmayıp çekimi durdurduk. Ancak aynı uyarıyı diğer meslektaşlarımıza yapmayınca tekrar röportaj için mikrofonu uzattığım esnada iletişim sorumlusu hanımın sert uyarısıyla irkildim. ‘Kadın konuklarımız rahatsız olur kesinlikle çekim yapamazsınız sizi dışarı alalım’ diyerek kapının yolunu gösterdi. ‘Sizin davetiniz üzerine geldik deyince’ başörtümü ima eden bir bakış atarak ‘Kadın muhabir göndereceklerini düşünemedik’ itirafında bulundu. Açık artırmanın iletişim faaliyetlerinin sorumluluğu Aydın Doğan’ın Hürriyet Grubu’ndaydı. Bu çirkin olay Ak Parti’nin ikinci kez halkın teveccühüyle yüzde 46 oy alarak seçimi kazandığı dönemde yaşandı.

DERİN İZLER

Bu süreçleri masa başında sosyolojik tahlil yaparak değil, bizzat yaşayarak bu günlere geldik. O yıllar tarafsız bir gözle bakamayacak kadar derin izler bıraktı. 10 yıl devam eden süreçte 600 bin başörtülü öğrenci okullara ve üniversiteye gidemedi. Katsayı engeli nedeniyle 12 milyon 80 bin meslek lisesi öğrencisi istediği üniversitede eğitim göremedi. 1 milyondan fazla devlet memuru dini inançları ve başörtüleri nedeniyle kademe durdurma, sürgün, lojmandan çıkarma, disiplin soruşturmaları, istifaya zorlanma, memuriyetten çıkarma işlemlerine maruz kaldı.

BİTMEDİ

Üzerinden 23 yıl geçti. Sorumluları yargılandı. Lakin benim kanaatim iş dünyası ve medya patronları çanak tuttukları, göz yumdukları o büyük acıların hesabını yeteri kadar vermediler. Yazımın başında da bahsettiğim 28 Şubat farklıydı cümlesi tam da buna atıf yapıyor. 28 Şubat darbesinden 10 yıl sonra bile yaşadığımız olaylar darbe süreci işlediğini hayatımızın her alanında bize hissettiriyordu. 15 Temmuz darbe kalkışması ise ‘Askeri müdahale demode oldu Türkiye’ye bunu yapamazlar’ dediğimizde yaşandı. Bugünde gizli gündemlerle süreci yeniden başlatmak isteyenler var. 28 Şubat bitmedi! Tedbirler alınsa da nüksetme ihtimali olan bir virüse karşı demokrasi bağışıklığımızı güçlendirmemiz gerekiyor.

Bu yazı toplam 3617 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar