Adalet: Her Şey Yerli Yerinde mi?
Adalet bir kutup yıldızı gibi yerinde durur. Geri kalan her şey onun etrafında döner. Konfüçyüs
Bir düşünelim: Hayatımızda ne çok kişiye hak ettiğinden fazla değer verdik? Ne çok şeyi, layık olduğu yerden başka yerlere koyduk? Hak ettiğinden yükseğe ya da aşağıya… İlişkilerimizde birine hak ettiğinden fazla “değer” verdiğimizde, genellikle buna değmiyor, çünkü adalet terazisinden şaşmış oluyoruz. Hem de kendi aleyhimize…
Kuraldır: “Haddini aşan, zıddına inkılab eder”. Kendi onurumuz kırılıyor, incinmeye/incitilmeye çok açık hale geliyoruz. Sonrası pişmanlık… Hem karşımızdaki “kadir kıymet bilmez”e öfkeleniyoruz hem de bize bunu yapmasına izin verdiğimiz için kendimize... Ben bunu hak etmedim” diyoruz. “Bana zalimce davrandı…” Bir güzel şarkımız ise noktayı koyuyor: “Zalimin zulmü varsa sevenin/mazlumun Allah’ı var”.
Yine bir şeyleri gereğinden fazla öncelediğimizde hep hüsran olmadı mı sonu? Neyi asıl önceliklerimizin önüne geçirip kendimizden taviz verdiysek, bir şekilde “ikaz” edildik. Okul, iş, kariyer, statü, maddiyat, ilişki, çocuk sahibi olmak gibi unsurlardan hangisini hayatın anlamı sayarsa insan, mutlaka, bir şekilde bunun aksiyle yüzleşir.
Sünnetullahtır: Neyi/kimi Yaratan’la aramızda perde olacak kadar hayatımızın merkezine alırsak, öncelersek, hak ettiğinden yükseğe koyarsak onunla imtihan ediliriz. Allah’ın (c.c.) bir ismi de Gayûr’dur. Sevdiğini mâsivâdan sakınır… İmtihan ediliriz ki öğrenelim, ders alalım, büyüyelim ve kendimize zulmetmeyelim…
Zulüm ise adaletin zıddıdır. O halde adaletin tanımına bir bakalım: “Adâlet, “davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak” gibi anlamlar taşıyor. “Âdâlet”in zıddı olan “zulüm” ise; haksızlık, eziyet, işin gereğini yapmamak demek. Ülkelerin, sistemler ve medeniyetlerin ancak adaletle “daim ve kaim” olacağını biliriz. Çünkü “küfr ile âbâd olunur ancak zulm ile âbâd olunmaz.
Mevlânâ ise adaleti şöyle tanımlar: “Adâlet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikeni sulamak. Adâlet, bir nimeti yerine koymaktır; su isteyen her tohumu sulamak değil. Zulüm nedir? Bir şeyi yerinde kullanmamak, layık olmayan yere koymak… Bu da ancak belaya kaynak olur.”
İşlediğimiz zulüm, er geç döner, dolaşır ve bizi bulur. “Canı inciten kişinin bu incitmenin Hakk’ı incitme olduğundan haberi yoktur. Bilmiyor ki bu küpün suyu ırmak suyuyla birleşmiştir.
Bu yüzden “Zalimlerin zulmü karanlık bir kuyudur; bütün alimler böyle söyler. Ey zulümle kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun. İpekböceği gibi kendi etrafını örme; kendine kuyu kazarsan bari kararlıca kaz. Sen zayıfları yardımcısız, kimsesiz sanma; ‘İzâ câe nasrullah’ı oku. Sen filsen, düşmanın senden ürkmüşse, sana ceza olarak işte Ebabil kuşu gelip çattı. Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirine karışırlar”.
Biz buna ilahi adalet deriz ve biliriz: “Mazlumun duasıyla Allah (c.c.) arasında perde yoktur”. Başkasına yaptığımız zulümde, adalet terazisinin dönüp dolaşıp bizi tartacağını bilir ve “etme bulma dünyası”nda kendimize bir miktar çekidüzen veririz. Ya kendimize ettiğimiz zulüm? Kendimizi hak ettiğimizden başka yere koyarak, birilerini, hak ettiğinden pek yükseğe koyarak, önemsiz işleri öne geçirerek kendimize yaptığımız zulmün farkında mıyız? Hayatımızın merkezinde yalnızca “O”nun olması gerekirken o merkeze başka şeyler/kimseler yerleştirdiğimizde adaletten şaşmış olmuyor muyuz?
Kendi “hakkımıza” da girdiğimiz zamanlar olmuyor mu? “Nefsinin de senin üzerinde hakkı vardır” diyor rehberimiz. O halde en başta kendi sınırlı alanımızda adaleti kaim kılıp “hayatımızda her şeyi ve herkesi yerli yerine koymak, hak ettiği değeri vermek” için tefekküre başlamalı... Kendini bilmekle başlar her şey çünkü; kendini bilmek de ancak içine dönmek ve tefekkürle mümkün...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.