28 Şubat Darbesi
Memleketimizde her on yılda bir milletin irade ve tercihlerine karşı ordu bir darbe ile demokratik seçimlerle gelen yönetime ara verilirdi. Siyasallaşan yargı, boyalı basın ve üniversite de bu darbeye destek olur, alet ve teşne olurdu.
İşte Refah-yol hükumetine karşı yaşadığımız 28 Şubat 1997 darbesi de bunlardan biriydi.
O halde 28 Şubat Darbesi Neydi? Önce buna cevap arayalım. Olağanüstü toplanan MGK- Milli Güvenlik Kurulundan 18 maddelik bir “İrtica ile Mücadele” kararı çıkmıştı. Gerekçe, resmi ideolojiye yani sisteme karşı Erbakan hükümeti “İrticai Tehdit” olarak açıklandı. Bu kararlarla halkımızın büyük çoğunluğuna karşı medya ve siyasallaşan yargı yoluyla baskı ve karalama kampanyası başlatıldı.
MGK kararlarında laiklik için yasaların tatbiki isteniyordu. Atatürk aleyhinde yapılan eylemler cezalandırılmalı deniliyordu. Sonra da Osmanlı cihan devletini yıkan İttihat ve Terakki geleneği yeniden depreşiyor ve CHP’nin de tahrikiyle İrtica paranoyası basmakalıp, içi boş, üfürükten tayyare dillendiriliyordu.
İnsan çabuk unutuyor, hafıza-i beşer nisyan ile ma’lul. 4 Şubat 1997 sabahını hatırlatalım. Başkent Ankaranın kalabalık semtlerinden biri olan Sincan halkı müthiş bir palet gürültüsüyle uyandılar. İki tank, on beş kariyer, cip ve reo ile oluşan konvoy ana cadde üzerinden ilçe merkezine kadar geldiler. Birlik komutanı olan yüzbaşı yıkıp dağıtmak istediği Kubbetussahra’ya benzeyen bir çadırı arıyordu. Bir gece önce bu alanda bir amatör piyes sahnelenmişti. Bugün Gazze katliamında ayağa kalkan halka o gün de Kudüs bilincini veren masum bir kültürel etkinlikti. İşi bittiği için çadır, belediye tarafından kaldırılmıştı.
Demokrasiye Balans Ayarı
Halk tedirgin olmuştu. Yoksa bir Askeri Darbe mi olmuştu? Sorularına karşı ertesi gün Genelkurmay’dan basın yoluyla kısa bir açıklama geldi.
“Eğitim amaçlı bir motorlu yürüyüş tatbikatı yapılmıştır.”
Fakat emri veren Orgeneral Çevik BİR, gayet mütekebbir:
“Biz Sincan’da Demokrasiye tanklarla balans ayarı yaptık”
Diyerek övünüyordu. Vatanı kurtarmış, Türkiye’yi düzeltivermişti.
İÇ HESAPLAŞMA
Sincan sokaklarında tanklar halkın arasında bir tur atıp tekrar kışlaya dönmüştü. Tankların Sincan’a yürüdüğü gün Genelkurmay Başkanı KARADAYI, Genelkurmay ikinci Başkanı Orgeneral Çevik BİR’i çağırıp,
“Bu emri kim verdi ve niye benim haberim yoktu?” diye çıkışıyor.
Çevik BİR,
“Ben verdim komutanım!” diyor.
“Keşke yapmasaydın. Çünkü Cumhurbaşkanı Demirelle bu ayki MGK toplantısında biz bu sorunu halledecektik.”
Çevik BİR, Karadayı’nın üzerine yürüyor ve iki eliyle yakasına yapışarak, “Komutanım Türkiye elden gidiyor, siz ne diyorsunuz. Atatürk ilkeleri elden gidiyor, subaylar daha ne bekliyoruz diyorlar!”
Nihayet 28 Şubat toplantısından beklenen karar çıkıyor. Televizyon ve gazete aracılığıyla halka karşı ağır bir psikolojik savaş tekniği devreye gieriyor. Hükümete ve onu destekleyen halka gözdağı veriliyorlar. Çevik BİR’in manşetlere çıkan “Demokrasiye tanklarla balans ayarı yaptık!” beyanatı hala hatıralardadır. Hemen her hafta bir generalin tehdit içeren beyanı boyalı basında manşetlere taşınıyordu.
İrtica korkusunu körüklemek için her gün TV dizisi gibi sahneye sürülen Müslim GÜNDÜZ, Ali KALKANCI ve Fadime ŞAHİN haberleri tiyatro formatındaydı ve tam bir tahrik ve şarlatanlıktı. Bu derin devletin planıydı. Birkaç meczubun ve narkotik bağımlısının yaptıkları Müslümanlara mal ediliyor ve onları zan altında bırakıyordu. Samimi Müslümanlar rahatsız ediliyordu. Ahlaki referansları ve kutsal değerleri halkın gözünden ve gönlünden düşürmek için iftiralar atılıyordu.
Bugün üzerine titrediğimiz Filistin ve Gazze olayları için tertiplenen Kudüs Günü dolayısıyla amatör sahnede üç dakika rol alan gençler Güdül cezaevinde üçer yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Her kesimden halk, Kur’an kursuna yardım yaptığı için fişlendi. Başlayan sancılı dönemde inançlı kitleler Derin Devletin emriyle Allah’ ın emri arasında tercihe zorlanıyordu. Eğitimde, ekonomide, bürokraside ve siyasi hayatta müdahale süreci başlatıldı. Genelkurmayda kurulan BÇG- Batı Çalışma Gurubu, kurduğu masada milleti fişlemeye başladı. Yine Genelkurmayda bürokratlar, yargı üyeleri ve sivil kurumlara göğüs kartları dağıtılarak aylarca seçilmiş hükümete karşı “Brifing” verildi. Senaryonun son sahnesi,
Yargıtay Başsavcısı Vural SAVAŞ, Refah Partisi aleyhine gazete küpürü iddianamelerle kapatma davası açtı.
Pusuda Bekleyen Kurt!..
24 Aralık 1995 seçimleriyle Refah Partisi, meclisin en büyük ve kalabalık gurubunu oluşturmuştu. Ancak seçimlerden on yedi gün sonra, Cumhurbaşkanı Demirel tarafından Erbakan’a hükümeti kurma görevi verildi. Erbakan Başbakan, yardımcısı da Doğru Yol Partisi’nin lideri Tansu ÇİLLER oldu.
Refah-Yol Hükümeti Temmuz 1996’dan Haziran 1997’ye kadar sürdü.
28 Şubat sürecinde meclis dışı müdahalelerle Türkiye Güney Afrika tipi üçüncü sınıf demokrasi kategorisine düştü. Bazı generaller yetki alanı dışında ulu-orta konuşmaya başladılar. Erol ÖZKASNAK, Güven ERKAYA, Çevik BİR ve Osman ÖZBEK gibi paşalar Başbakana ve seçilmiş sivil hükümete hakaret ettiler. Milli Güvenlik Kurulu’nun tavsiyeleri sivil hükümete kanun gibi dayatıldı. Tarafsızlığını yitiren Demirel de Hükümete karşı pusuda bekleyen kurt gibiydi. Siyasi hava bozulmuş ve at izi it izine karışmıştı.
54. TC Hükümeti bağımsız tek kutuplu dünyaya karşı hazırladığı D-8 ve alternatif projeleriyle ve dış baskılara direnen 20. Dönem Refah Partisi Milletvekilleri yaptıkları soylu mücadele ve ödedikleri bedellerle Milli tarihimizin yüz akı olarak tarihe geçmiştir. Cumhuriyet döneminin ender hükümetlerinden biridir.
Erbakan Efsanesi
Erbakan hükümetinin özellikle ilk altı ayı çok başarılıdır. Meclis zabıtları böyle söylüyor.
Erbakan döneminde hiç borç alınmadı ve iç borç kontrol altına alındı.
T.C. tarihinde ilk defa 700 bin işçiyle grevsiz - lokavtsız sözleşme yapıldı.
Faizler düştü ve enflasyon düştü.
Memur, işçi emeklinin ücretleri en yüksek tavanla artırıldı.
Türk ekonomisinin sırtında kambur olan KİT’ler bu dönemde kara geçti.
Anadolu’ da özel sektör tam bir atılıma girdi. Değişik kentlerde tekstilden gıda sanayine kadar 208 yeni fabrika işletmeye açıldı.
Ancak demokrasilerde silahlı kuvvetler hükümetin – sivil otoritenin emrindedir. Oysa Türkiye’ de bir devlet içinde iki otorite vardı. Hatta silahlı kuvvetlerim tehditkar tavrıyla sivil hükümetler birer konu mankenleriydi. MGK’nın yargıya verdiği brifinglerle Demokrasi ve sivil insiyatif yara almıştı. Çevik BİR, meclisi by-pass ederek İsraille askeri eğitim anlaşmaları imzalıyordu. F-16 uçaklarıyla tankların modernizasyonu ile ilgili bağlayıcı anlaşmalar yaptı. Sorumsuz demeçleri ve basın açıklamalarıyla asker aktif siyasete bulaştı. İmam-hatip okullarını kapatma amaçlı 8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu sivil hükümete dayatıldı. Bu müdahaleler yüzünden sosyal güven sarsıldı ve ekonomik dengeler bozuldu.
Asker, Aktif Siyasete Bulaştı
28 Şubat kanunsuzluklarını basında eleştiren eski Milli eğitim Bakanı Hasan Celal GÜZEL, terörle Mücadele’de gözaltına alındı. Sekiz yıl kesintisiz zorunlu eğitimin hem psikolojik ve pedagojik bakımdan, hem de ekonomik ve eğitim tekniği bakımından yanlışları ve olumsuzluklarını anlatıyordu. Bu kanunun kabul edilip uygulamanın başlamasıyla İmam-hatip okullarının kapanacağını görüyordu. Bu okullar hiçbir partinin arka bahçesi değildir. Bu okullar tedrisata başladığı yıllarda Refah partisi heniz kurulmamıştı. Kapatmak istediğiniz bu okullardan barışçı, mütedeyyin, müteşebbis, aydın ve atılımcı gençler yetişiyor. Düşüncelerini özgürce ifade ettiği için aynı zamanda bir siyasi partinin de Genel Başkanı olan eski Mili Eğitim Bakanı Hasan Celal GÜZEL yedi ay hapis cezasına çarptırıldı ve Ayaş cezaevine gönderildi.
Siyaset Dinozoru Demirel
Sekiz yıllık temel eğitim yasası komisyona geldiğinde TBMM’ de olağanüstü günler yaşanmaya başlandı. Meclisin etrafında Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Komutanlığı ve Deniz Kuvvetleri binaları sıralı. Meclsiin içinde de bir askeri koruma birliği var.
Bunların dışında sekiz yıllık kesintisiz eğitim kanununun görüşüldüğü günlerde Meclis kordon altına alındı. Arabamızla Çankaya kapısından Meclise girerken kalabalık bir polis topluluğunun içinden zorlukla geçebiliyorduk. Sıkı tedbirler panzerle ve çevik kuvvetlerden de takviye alarak TBMM, polis ablukası altına alındı. Bu tam anlamıyla bir ara rejim göstergesiydi.
Bir günde meclise inebilecek yasa teklfisine karşı tavrımızı koyduk. Komisyonda ve genel kurulda tam iki hafta hararetli şekilde görüşmeler sürdü. Meclis zabıtlarında kaydedildiği gibi, 113 Milletvekili, 496 defa söz alarak lehte ve aleyhte fikir beyan ettiler. Bu teklif uzman eğitimciler tarafından görüşülmeden yasalaştı. Hatta plan-bütçe komisyonunda fikir beyan etmek isteyen milletvekillerinin susturulması için “Kifayet-i Müzakere” hilesi tepkiyle karşılaşıncauzun bir süre görüşmelere ara verildi. Nihayet Türkiye’de “Siyasetin Dinozorları” yasa taslağını doğrudan meclise indirdiler. Bu yasa, eğitim endişesi taşımayan siyasi bir dayatmaydı.
28 Şubat süreci her alanda antidemokratik yaptırımlarını sürdürüken, 54. Hükümetin protokolünde yazıldığı gibi üçlü deklarasyona uyarak görevi Çiller lehine Cumhubaşkanı Demirel’e iade etti. Demirel tarafsızlığını yitirdi, keyfi ve indi bir yaklaşımla hükümet kurma görevini Mesut YILMAZ’a verdi.
Milletvekili Pazarı
DYP gurubu da kısmen tehditlerle kısmen de siyasi etik dışı girişimlerle istifaya zorlandı ve dağıtıldı. Demokraside sayısal çoğunluk çoğunluk esas alındığı halde Demirel azınlığa ve kaosa itibar etti. Gelişmeler daha trajik bir boyut kazandı. Tekelci sermaye, basın karteli ve kumar mafyası kurulan azınlık hükümetine güvenoyu alabilmek için Milltvekili Borsasını kurdular. Mal pazarı gibi Mebus pazarı kuruldu. Ankara kulislerinde pazarlık kasetleri elden ele dolaşıyordu. Aynen Güneş Motel örneğinde yaşandığı gibi sözde kumar borcu olmayan vatanperver mebuslar markaja alınıyordu. Ecevit’in açtığı çığırdan Cumhuriyet tarihinde bakanlıkların da siyasi rüşvet olarak verildiği karanlık bir döneme girilmişti.
Milletimiz için ve ülkemiz için hiçbir toplumsal projesi olmayan Mesut YILMAZ yönetiminde kısa ömürlü ve içi boş bir demagoji hükümeti kurulmuş oldu. Mesut YILMAZ’ın ilk beyanatı da “İrtica tehlikesi sürerken elbette Ordu kışlasına dönmez!” Yüreği ve beyni sömürge kültürünün işgali altında olan bazı dernekler ve kulüpler bu antidemokratik bryanatların ardından sevinçten kıçlarına kına yaktılar. Orduda Çevik BİR’in organizasyonuyla sözde irticaya karşı kurulan BÇG’nin, Refah Partisi hakkında hazırladığı gizli rapor kapatma davasını görüşecek olan Anayasa Mahkemesi’ne ulaştırıldığı haberini de Hürriyet Gazetesi manşetten verdi.
Savunan Adam’ı Anayasa Mahkemesi solanlarda dinledik. Dış kaynaklı karar içerdeki Truva atları eliyle millete dayatılıyordu.
Refah ve Fazilet Kapatıldı
Önce Refah Partisi çoğu gazete küpürü gerekçelerle, sonra da Fazilet Partisi tutarsız uydurellezi gerekçelerle kapatıldı.
İlk turda 54.Hükümetin Başbakanı Erbakan, Adalet Bakanı Şevket KAZAN, Ahmet TEKDAL, Halil İbrahim ÇELİK ve Hasan Hüseyin CEYLAN beşer yıl siyaset yasağı cezasına çarptırıldılar. Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Şükrü KARATEPE ile Sincan Belediye Başkanı Bekir YILDIZ sekiz ay hapse mahkum edildiler. Kudüs günüde sahnelenen piyeste rol alan dört genç Güdül Cezaevi’nde üçer yıl hapse mahkum edildiler.
İkinci turda Fazilet Partisi’ nin kapatma gerekçesi olarak Merve KAVAKÇI, Nazlı ILICAK, Bekir SOBACI, Ramazan YENİDEDE ve bu satırların yazarı beşer yıl siyaset yasağına çarptırıldılar. Bu guruba önceden ihtar yapılmamış ve savunma hakkı dahi onlardan esirgenmişti. Üç yıl süren duruşmalar açık yapılmamıştı. Verilen cezalar ne evrensel hukuk ilkelerine ne de Türk hukukuna uygun değildi.
Zorbaların İktidarı
28 Şubat ve Ergenekon bağlantıları neydi? 28 Ağustos’ta Genelkurmay Başkanlığına atanan Orgeneral Hüseyin KIVRIKOĞLU, basına karşı gayet net konuşuyor ve tabi manşet oluyorsu: “28 şubat süreci gerekirse BİN YIL sürecek!” diyordu.
Fakat bugünlerde Ergenekon tutuklamaları devam ederken büyük endişe yaşayan emekli General Hüseyin KIVRIKOĞLU, Genelkurmay Başkanı İlker BAŞBUĞ’a “Eğer bunlar benim de kapıma gelirlerse intihar ederim!” dediği medyada yazılıyor vekonuşuluyor. Sorgulamamnın kendisine doğru yaklaşmakta olduğunu gören bir Albay ile Polis Şefi intihar ettiler. Haberle irkildik ve büyük üzüntü duyduk, çünkü bir Müslüman intiharı aklının köşesinden dahi geçirmez. İhtimal, büyük suçluluk duygusunun yanında mutlaka moral çöküntü, psikolojik obsasyon olmalı.
Kimsenin ahı-vebali ve intizarı yerde kalmıyor.
Eski Yargıtay Başsavcıları, Anayasa Mahkemesi Başkanları, yargı üyeleri ve milletin oylarıyla seçilmiş Başbakanlara ve yabancı misafirlerine basın önünde hakaret eden orgenerallerin partilerde aday olup milletin huzuruna çıktıkları zaman hiçbirinin tercih edilmedikleri, milletin yüreğinde yerlerinin ve değerlerinin olmadığını gördük.
Sonun Başlangıcı
28 Şubat Darbesi bir “çöküşün” dönüm noktası oldu. İç ve dış borç çığ gibi büyüdü. Ekonomi hızla küçüldü. Döviz fiyatları yedi misli arttı. Cumhurbaşkanı demirel’in yeğenleri başta lmak üzere, bazı Bakanlar dahi sorumlu oldukları bankaların içini boşalttılar. Eski Devlet Bakanı Cavit ÇAĞLAR’ın kaçtığı ülkeden kelepçeli olarak getirildiğini ekranlarda görüyorduk. 28 şubat sürecinde yolsuzlukların görülmemişbir hızla arttığına şahit olduk.
Hatırlatmaya çalışalım, 28 Şubat Postmodern Darbe Niçin Yapıldı?
Başbakanlık konutunda, üstelik resmi mesai saati dışında ülkemizin sevilen kanaat önderleri, geniş halk kitleleri nezdinde itibarı olan ilim adamları, halk filozofları Ramazan ayında iftara devat edildiler. Sonra da bu misafirler, Başbakan Erbakan’ı saygıyla dinlediler, sohbet ettiler, namaz kıldılar ve çaylarını içip ayrıldılar.
Başka bir gün davetliler arasında bulunan Deniz Kuvvetleri Konutanı Güven ERKAYA’ nın içecekler arasında, özellikle rakı isteği karşılanamamıştı.
Bunlardan başka kusurları olmadı mı Başbakan Erbakan’ ın? Oldu. Şimdi bir de bunları sayalım!
Erbakan’ın Hataları
Erbakan, bürokraside kadrolaşmaya gitmedi. Yargıya adam yerleştirmeyi denemedi. Bugüne kadar genelde iktidara gelenler, kendi hırsızını da beraberinde getiriyordu. Erbakan kendi zengini, kendi medyası ve kendi burjuvazisini oluşturmaya teşebbüs dahi etmedi, tenezzül etmedi. Başörtülü eşi Nermin Hanım, hiçbir zaman Devlet protokülüne katılmadı. Temel stratejik kurumlar özelleştirilme kapsamında yabancılara satılmadı. Kıbrıs’ta ödün vermedi. Kuzey Irak’ ta belirlenen kırmızı çizgileri çiğnetmedi. Korudu ve vazgeçmedi. İç ve Dış politikada Avrupa Birliği, Amerika ve israil’ e teslimiyet göstermedi. Erbakan yönetiminde milletimiz ekonomide son otuz yılın en huzurlu dönemini yaşadı. Ekonomide kurulan Habuz sistemiyle yasalar çerçevesinde yapılan vurgun kaçaklar önlendi. IMF devre dışı kaldı. D-8’ lerin kuruluşu ve Çırağan deklarasyonuyla Erbakan, ancak Selahaddin EYYUBİ’ nin düşünce ufkuna yakışan uluslararası bir atılım yaptı. Ancak D-8, Amerika ve İsrail’in oluşturduğu tek kutuplu dünya projesine ve onların çıkarlarına aykırı idi, tersti. Erbakan milli ve yerli olmanın, emperyalizme ve vahşi kapitalizme karşı yeni bir alternatif oluşturmanın bedelini ödedi. Dışardan Amerika ve MOSSAD, içerden de onların işbirlikçileri tarafından 28 şubat operasyonuyla siyaseten infaz edildi.
Yeniçeri Ağaları
Postmodern darbenin kısa vadeli yaptırımlarını birebir yaşadık. Mecliste yaptığımız ”Yeniçeri Ağalarının” baskılarına karşı gündem dışı konuşmadan sonra akşam Oran’ daki evlerimize telefonla tehdit, taciz ve küfürler ediliyordu. Telefondaki şahıs kim ve neci olduğunu söylemeden hızla telefonu da yüzümüze kapatıyordu.
İllegal Batı Çalışma Gurubu ve JİTEM, milleti inançlarına, düşüncelerine, partilerine, mezheplerine, etnik alt yapılarına, Atatürkçü ve Laik olup-olmadığına ve geçmişte katıldığı eylemlerine göre FİŞLENİYORDU. Telefonlarımız dinleniyordu. Bir Kur’an kursuna makbuzla para yardımı yapan esnaf, fırıncı ve kebapçılar fişleniyordu. Bu psikolojik savaşın bir versiyonuydu.
Suçlananlar siyasallaşan yargı önünde hapis cezalarına çarpıldılar.
En çok ifade özgürlüğünü kullarak, sistemin kritiğini yapan ve eleştiren yazarlar bu dönemde hapsedildiler ve yine en çok kitap 28 Şubat sürecinde toplatıldı.
Bizim de “Parlamentodan Haber” adlı çalışmamız DGM- Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Nuh Mete YÜKSEL’ in emriyle yayınevlerinden toplatılan kitaplar arasına katıldı. Kitap, meclis kürsüsünden yapılan gündem dışı konuşmalar, kanun taklifleri ve araştırma önergelerinden ibaretti. Ancak önsözünden cımbızla çekilen iki cümle Fazilet’ in kapanmasına gerekçe olarak kabul edilince, beş yıl siyaset yasağı kapsamına girmiş olduk.
Siyasi bir kadroyu tasfiye, kısa zamanda İslam’ı tasfiyeye dönüştü. Bu çok tehlikeli bir girişimdi. Bireysel ve toplumsal sağlığımızı şüphesiz İslami hayatı yaşamaya borçluyduk. Resmiyet bunu doğru olarak görmeli ve değerlendirmeli. İslami hayat milletimizin hayat enerjisidir.
Başka bir görüş: Amerika, Refah Partisi’ ni ve Milli Görüş’ ü, Türkiye’ yi dünyada farklı bir stratejik mecraya yönelttiği için düşma kabul etti ve iktidardan düşürdü. İmam-hatip okullarının da sadece dindar iyi ahlaklı dindar gençler yetiştirdiği için değil, Türkiye’ nin dünyadaki konumunu değiştirme ideali taşıyan gençler yetiştirdiği için budandı ve kapanma sürecine alındı.
Paralel İhanet ve Kainat İmamı FETHULLAH!
İslam’ a yani milletin dinine müdahale, toplumda idealsiz ve hedefsiz gençler yetiştirir. Hatta yetiştirdiği, sadece günü yaşamaya çalışan fırsatçı kurnazhedonist, ve eyyamcı genç kuşakları milletin başına bela eder.
Aband Platformu’ yla başlayan egzersizler, dinler arası diyalog, hoşgörü, dinler bahçesi etkinlikleriyle maşallah Ilımlı İslam’ a ilk addımlar atılmış oldu. Amerikan toplum mühendisleri ve enstitüler, islam ülkelerinde reflekslerini kaybetmişi reaksiyonu aşınmış ve sinirleri alınmış, telimiyetçi Müslüman tipi olulturmak istiyordu. Amerika’ nın uluslararası çıkarları için hayata hükmeden, günden belirleyen, aydın ve atılımcı Müslümanlar tehlikeliydi. Amerika için sürü ve sömürge insan tipi makbuldü. Antalya’ da ve Urfa’ da cami-kilise ve sinagogdan oluşan sözde din bahçelerinin temelleri atılırken Diyanet İşleri Başkanımız BARDAKOĞLU, Yahudi Cemaati Başkanı İsak HALEVA, Ermeni Patriği Mesrop MUTAFYAN ve Fener Patriği Bartholomeos birlikte bir seremoniyi tamamlıyorlardı. Aynı hafta marakeş, Cidde ve Karaçi’ de de Dinler arası diyalog ve hoşgörü toplantıları yapılıyordu.
Türkiye’ de, önceden hazırlanan Müslüm-Kalkancı senaryosu televizyonlarda dizi filmler gibi yayınlanmaya başlayınca İslam inancını samimiyetle yaşamaya çalışanları, İslam imajını, ilkeleriyle birlikte gözden düşürmeye çalıştılar. Bakanlığa bağlı örgün eğitimde İslam’ın yükselen değerlerini engellemek ve Müslümanları, korku ahlakıyla evclleştirmek şarttı. İmam-hatip okulları bundandı. Sekiz yıllık Kesintisiz Zorunlu eğitime geçişle Kur’an kursları ve Hafızlık okulları bundadı. Meslek okullarıyla çıraklık eğitimi de bu arada rafa kaldırıldı. Devletin denetlediği lise ve yüksek okulların kapılarına adam dikildi. Başörtülü öğrenciler okullara sokulmadılar.
Toplum hayatımız ve toplumsal barış sancılı bir döneme girdi. Yargı siyasallaştı. Halk devlete küstü ve gücendi.
Eğitim alanında ve üniversite kapılarında inancını yaşamak, İslami gelişmeleri budamak ve engellemek için sistemin başlattığı “Başörtüsü Yasağı” uzun vadeli 28 Şubat hedeflerinden biri olarak anlaşılabilir.
MOSSAD, CIA ve Paralel Fitne
Bu baskı ve sosyal bunalım süreci içerden çıkmış yerli bir proje değildir. Milli ve yerli bir kararın ürünü değildir. Asıl karar merkezleri ve orkestra şefleri dışardadır. Yerli aktörler maşa olarak kullanılmıştır. Sovyetler Birliği’ nin dağiılması, demir perdenin yıkılması dünya dengelerini sarstı. Artık amerika dünyanın jandarmasıydı, dayısıydı. Nato’nun da gündemi değişti.
İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, mecliste ve avam kamarasında “Beyler, Sovyetler Birliği dağıldı, hiçbir ideoloji rakibi-düşmanı olmadan yaşayamaz. Dün Kızıl idi, bundan sonra düşmanımız Yeşil’ dir.” Batı dünyası için bundan sonra tehlike İslam fundamentalizmi, İslam köktendinciliğidir. İslam tehlike olarak kabul edildi, her Müslümanda potansiyel terörist. Harekete geçmek için bir gerekçe, bir eylem lazımdı. Newyork’ taki Dünya Ticaret Merkezi olan ikiz kuleler, mühendislik tanımlamasıyla kontrollü yıkımla çökertildi. Yahudilerin sahip olduğu medya ve ajanslarla yoğun bir propaganda yapıldı arkasından da hemen Afganistan işgal edildi ve Basra Körfezine askeri yığınak başladı.
Türkiye bir nato ülkesidir ama İslam ülkerlerinin en önemlisidir.
Süreç Hala Devam Ediyor
Radikal İslam tehlikesine karşı Türkiye, pilot uygulama alanı seçilmelidir.
Yıllara yayarak 28 Şubat senaryosu böylece sahneye kondu. Önce eğitimde, sosyal alanda ve bürokraside İslami hayat kontrol edilmeli, yumuşatılmalı ve iddiasız ılımlı hale getirilmeliydi.
Avrupa Birliği, Amerika ve İsrail çıkarlarının devamı için Pilot ülke seçilen Türkiye’ de, kendilerine görev verilen 28 şubat mimarları önce Milli Görüş kadrosunu siyasi ortamdan bertaraf etmek istediler. Yargıda, orduda, üniversitede ve bürokratik oligarşi içindeki işbirlikçiler verilen rollerini oynadılar. Bir kısmı da rolğne inanıyordu. Yani gaflet ve ihanet, omuz omuza 28Şubat sürecini hala devam ettiriyorlar.
28 Şubat uygulayıcıları,pratisyenleri siyasallaşan yargıdan güç alarak ve zorbalıkla, kadrolaşarak paralel fitne tarafından yargıtaydan HSYK’ ya kadar ele geçirilen hukuk sınırlarını aşarak toplumu değiştirmeye kalktılar. Yine siyasallaşan yargı ve örgün eğitim aracılığıyla halkın büyük bir kısmı değişime ve dönüşüme zorlandılar.
Gelişerek Değişmek
28 Şubat sürecinde bütün aydınlar sınavdan geçtiler.
28 Şubat sürecinde yalnız Meclis çatısı altında hizmet yapanlar değil, ticari ve bürokrasi çevreleri de geniş kapsamlıtasfiye operasyonundan nasiplerini aldılar.
Bin yıl süreceği iddia edilen bu operasyonlar daha üzerinden on beş yıl geçmeden Ergenekon tutuklamalarıyla 28 Şubat’ ın mimarları ister ordu mensubu paşa, isterse basın kartelinin duayeni veya üniversite öğretim üyesi olsun tutuklanıp sorgulanmaktan veya cezaevlerini boylamaktan kurtulamadılar.
Ancak Ergenekon operasyonlarının yine dış kaynaklı Amerikan İstihbarat Örgütü ve MOSSAD’ ın projesi olduğu kanaati yaygın. İstihbarata göre görev verilen herkesin bir son kullanım tarihi var. Amerika için örgütten çok ne var? Bunların miadı doldu, daha güvenilir bir Ergenekon devreye girecektir. Bu yorumun hayal ve ütopya olmadığını ilk ağızlardan işitmek insanın kanını donduruyor.
Bütün kusurlarımızın, hata ve günahlarımızın başı dünya sevgisidir. Mal, para, makam, kadın ve şöhret tutkusu insanları kibre ve azgınlığa meylederek değiştirebilir. Parayla tanışıp zengin olunca, temel değerlere sırtını dönerek değişen çok mücahidin müteahhit olduklarını gördük.
Her sözümüz, düşündüğümüz ve davranışımızla Allah’ ın kontrolü altındayız. O bizim her halimizden ve niyetimizden haberdar. O halde yalnız Allah’ ın rızasına uygun tarzda değişimi seçmemiz lazım.
28 Şubat Emri ABD’ den Geldi
Başbakanlık Takip kurulu Başkanı olan Yaşar YAZICIOĞLU, 1997 yılı içinde 28 Şubat’ ta darbe emrinin Amerika’ dan geldiğini itiraf ediyor. ABD Dışişleri Bakanlığı’ ndan Ankara’ ya ABD Büyükelçiliğine gizli bir yazı geldi. Sadece 54. Hükümet Başbakanı Erbakan ile ben bu yazıdan haberdardık.
Yazı özet olarak şöyleydi. “Refah-Yol hükümetiyle Başbakan Erbakan Batı’ dan-Avrupa’ dan iyice kopmuştur. İslam ülkeleriyle birlikte ciddi adımlar atmaya başlamıştır. Erbakan D-8 ile birlikte Büyük Dünya, İslam Birliği’ ne doğru ilerlemektedir. Bütün bunlar ABD’ nin çıkarlarına aykırı gelişmelerdir.
Siz elçilik olarak söylediklerimizi başaramadınız.Artık Erbakan Hükümeti herhangi bir şekilde ama mutlaka görevden uzaklaştırılmalıdır.”
Bu talimat yazısı 28 Şubat darbesinin ve karmaşa sürecinin belgesidir.
Amerika bu yolda uluslararası güçlerle ilişkiye girer ve içimizde yetiştirdiği, başta paralel fitne olmak üzere sömrüge aydını gizli destekler-işbirlikçilerle hazırladığı plana göre harekete geçer ve 28 Şubat süreci başlatılır.
28 Şubat aktörleri arasında yaptığı işin ABD’ nin hazırladığı küresel hesaba hizmet ettiğini bilenler vardı. Bir kısmı ise farkında bile değildi. Başkan J.Bush elindeki haritayı basına göstererek İslam ülkelerinin haritasını değişeceğini söylemişti.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.