PİYASALAR

  • BIST 1009057.892.85%
  • ALTIN2291.70.69%
  • DOLAR32.3130.18%
  • EURO35.104-0.01%
  • STERLİN41.0080.41%
  1. YAZARLAR

  2. Süleyman Hartavioğlu

  3. Yaklaşan Kıyamet: Çölleşme ve Kuraklık
Süleyman Hartavioğlu

Süleyman Hartavioğlu

Ziraat Mühendisi ve iş adamı
Yazarın Tüm Yazıları >

Yaklaşan Kıyamet: Çölleşme ve Kuraklık

A+A-

Bugün 17 Haziran, Dünya Kuraklık ve Çölleşmeyle Mücadele Günü.

Dünya’da 3.6 milyar hektar alan çölleşti. Yani Türkiye’nin 46 katı kadar alan yok oldu. Türkiye çölleşme riski yüksek ülkeler arasında ve topraklarının yaklaşık % 50’si çölleşme riski ile karşı karşıya. Çölleşme bir çok uygarlığı yok etmiştir ve artık küresel bir tehdit durumuna geldi.

Muazzam büyüklükte bir felaket yaklaşıyor ve bu fırtına acı bir gerçeği yavaş yavaş önümüze getiriyor. Bu fırtına; gittikçe artan dünya nüfusunun, toprağın çöle dönüşmesinin  ve iklim değişikliğinin sonucu ortaya çıkacak büyük felakettir. Nem oranı yüksek olan bölgeler bir anda kurak iklime geçer, hızla yağan yağmurlarla birlikte oluşan seller ve üstü bitki ile kaplı olmadığı için toprağın emdiği suyun hemen buharlaşması sonucu toprakta oluşan kimyasal, fiziksel ve biyolojik değişimlerdir. İklim değişikliğinin neden olduğu olumsuz etkilerle birlikte insanoğlunun sebep olduğu sorunlar da var. Bunlar; yanlış tarım uygulamaları, yoğun tarım ilaçlaması, hatalı gübreleme uygulamaları, yanlış sulama teknikleri ve tarım alanlarının imara açılmasıdır.

Çölleşme yalnızca dünyanın kurak bölgelerinde yaşanmaz, üstü otla kaplı topraklar ve yağışlı bölgeler de buna engel değil. Bazen çayırlı bölgelerde toprak emiliminin düşük olması, yağan yağmurla suyun hızlı bir şekilde buharlaşmasına neden olur. En tehlikelisi budur ve buna çölleşme kanseri denir. Son aşamaya kadar bu çölleşme fark edilmez. Yeşil gördüğünüz bir alanı ertesi yıl kurumuş bir şekilde görebilirsiniz. Maalesef ülkemiz bu durumla karşı karşıya ve farkında değiliz.

Meraları kaplayan çayırlar yağış almadığı dönemlerde biyolojik olarak çürümek zorundadır. Bir sonraki döneme kadar çürümezse, çayırlar ve toprak ölmeye başlar. Eğer biyolojik olarak çürümezse, oksidasyona uğrar. Oksidasyon süreci oldukça yavaştır. Bu süreç topraktaki karbonu serbest bırakır. Bu durum çayırların ölümüne ve toprağın çıplak kalmasına sebep olur. Ülkemizde bunu önlemek için anız yakılır, yangın toprağı çıplak bırakır, karbon salınımına neden olur. Mera alanlarımızı, oksidasyona uğrayan bitki artıkları yüzünden kaybediyoruz. Her yıl erken ölümler gözlemleniyor. Peki çözüm ne? Neden daha önceki yıllarda bu durum yaşanmadı? Cevabı çok basit: Sürü hayvancılığı.

Mera alanlarında otlatılan ve bekletilen hayvan sürülerinin dışkı ve bıraktığı atıklar sayesinde otlar oksidasyona uğramadan gübre olarak mera alanını kaplayıp koruyordu. Ne yazık ki; sürü hayvancılığının bitmesi ile topraklarımızı da kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyayız. Bu yöntem Amerikalı bilim adamları tarafından Afrika’da uygulanan ve Amerika’da ispatlanan bir uygulamadır.

Toprağın çölleşmesi demek, gıda üretiminin azalması demektir. Artan nüfus artışı, gıda üretim tüketim dengesizliği önümüzdeki 30 yıl içerisinde kıtlık tehlikesi ile karşı karşıya gelmemizi kaçınılmaz kılıyor. 

Buzullar eriyor, yer küre ısınıyor. 60 ülkede 7 milyar insan su kıtlığı ile karşı karşıya. Nüfus artışı ve sanayinin büyümesi ile birlikte, su tüketimi son 60 yılda %400 arttı. Su kaynaklarımız bilindiği gibi zengin değil ve tatlı suyun tarım sulamasında hoyratça kullanılmasından dolayı kaynaklar gittikçe azalıyor. Suyun geleceği petrolden daha değerli hale gelmeye başladı. Bu durum ileride yaşanabilecek su savaşları ihtimalini doğruluyor.

Bir çok ülke, şimdiden önümüzdeki 30 yıl için su kullanım stratejisini belirmeye başladı. Avusturalya, maliyeti yüksek olmasına rağmen, deniz suyunu arıtıp tarım alanlarında kullanmak için milyarlarca dolar yatırımlar yapmaya başladı. Çin, güneydeki su kaynaklarını kuzey bölgesine taşımak için yatırımlar ve alt yapı çalışmalarını başlattı. Alman bilim adamları, Mısır Çölü’nde  kanalizasyon suyunu arıtıp, ormanlık alanlarda kullanmak için denemeler yapıyor.

Toprak ve su kaynaklarını koruma eylem planları yaparken, aynı zamanda geçmiş medeniyetlere de bakmakta fayda var. Buna en iyi örnek Hititlerin, Çorum–Alacahöyük’te bulunan başkentleri Hattuşaş'ın içme ve sulama suyu ihtiyacı için inşa ettiği ve Anadolu'nun ilk barajı olma özelliğine sahip Hitit Barajıdır. Üç bin yıl önce kurulan bu baraj yapılan düzenlemelerle günümüzde bölge çiftçisine bereket oluyor. Bu yüzden alınacak tedbir ve koruma planları sadece önümüzdeki nesil değil, onlarca nesil sonrası düşünülerek yapılmalıdır. Aksi takdirde bizden sonraki nesillerin kıyametini hazırlamış oluruz.

 BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) "Dünya Ormanlarının Durumu" raporuna göre ise tropik ülkelerde her yıl 7 milyon hektar ormanlık alan yok oluyor. Ne yazık ki; ülkemiz de aynı sorunlarla karşı karşıya. Giderek artan sel felaketleri, tarım alanlarının azalması, hızla tüketilen su kaynakları, bilinçsizce yapılan tüketim adım adım bizi felaketin eşiğine getiriyor. 

Ülkemizde Son 14 yılda 4 milyar fidan dikildi. Erozyona karşı önlemler alınıyor , barajlar, yağmur sularının biriktirilmesi gibi çeşitli tedbirler alınıyor fakat yeterli değil. Tahrip etmeden bu tedbirleri almak lazım, kuraklık ve çölleşme konusunda daha çok eğitim ve toplumsal bilince sahip olmamız lazım , bu konuda okullarda ve toplumda eğitimler verilmesi ve tüketimlerimize dikkat etmemiz lazım. Daha tasarruflu davranmak zorundayız. Aksi takdirde bizden sonraki nesillere geniş çorak alanlar bırakmak durumunda kalırız.

Bizden sonraki nesilleri, ondandan sonraki nesilleri ve daha sonraki nesilleri düşündüğümüz takdirde bu iş olur. Yoksa felaket ......

Sevgilerimle.

Bu yazı toplam 2503 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.