PİYASALAR

  • BIST 1009362.093.66%
  • ALTIN2940.7180.35%
  • DOLAR34.4660.07%
  • EURO36.3750.3%
  • STERLİN43.6570.29%
Zehra Betül Özseçer

Zehra Betül Özseçer

Yenikapı Haber
Yazarın Tüm Yazıları >

Rüya

A+A-

Rüyalar aslında inanmak istediklerimizdir ve aslında hepsi kötü birer tercümedir.

 "Bütün mit'ler rüyaların çocuğudur."
Ahmet Hamdi Tanpınar 

Dil; bir duygunun, bir düşüncenin çeşitli sistemler aracılığı ile bir kişiden bir başka kişiye, yani bir zihinden bir başka zihne aktarım aracı ise eğer, duygu ve düşüncelerin patika yolları, ana yolları ya da ara yollarıdır belli ki. Rüyalarımız ise bazen söylemek isteyip de söyleyemediklerimizi sembolize ettiğimiz, bazen de yönetmek istediklerimizi yola getirdiğimiz bir dildir elbette. Nasıl bir dili çeşitli amaçlarla kullanırsak, rüyaları da aynı amaçlarla kullanıp zamana yön verebilmekteyiz nitekim. Zamana yön vermek diyorum ve yine tarih öncesinde kendimi buluyorum. İnsanları, diğer canlılardan çeşitli özellikleri ile ayırıyoruz ama belli ki dil’in bu ötekileşmede ki yerini ve önemini göz ardı ediyoruz. Bir dünya hayal edin; vahşi bir dünya, ya da hayatta kalmamız zor olduğu için vahşi olarak nitelediğimiz, insan zekasından ve bu zekanın dejenerasyonundan arındırılmış bir dünya. Ve insanoğlu, vahşi dediği bu dünyada tek başına. 50 sene öncesinde yaşama hayali kuramayan insan, tarih öncesinde verdiği ölüm kalım mücadelesinden ne kadar başarılı çıkabilir ki. Elbette bütün imkansızlıklarla başa çıkmış ve günümüzde en zeki, en akıllı, en güçlü canlı olarak yerini almış yeryüzünde ve zamanda. Bu yazımızda insanın aklından ya da zekasından ya da bencilliğinden dem vurmayacağız.

Aksine yeri geldiğinde gücünü aldığı zayıflıklarından, zaaflarindan bahsedeceğiz belki de. Bu gücü dil ve dil yeteneğinde bulacağız ve elimizden geldiğince rüyalarımıza bağlayacağız. Çünkü eğer insan iletişim yeteneğini kullanamıyor olsaydı diğer pek çok canlı gibi süreç içinde nesli tükenip yok olacaktı. 
Biz bütün tehlikelere karşı kendi iletişim gücünü kullanan bir canlıyız ve belki de bu nedenle dil bizim için bu kadar önemlidir. Rüyalarımızı da dil bağlamında değerlendirdiğimiz zaman, günümüzde belki de hayatta kalmak için bile kullanabileceğimiz bir araç özelliği taşıyor. Çünkü insan hayatı anlatarak var ediyor. Bu anlatı rüyalar üzerinden gidildiğinde de hem bir sosyal ortam hem de bu sosyal ortamda ciddi bir güç oluşturuyor ve çoğu zaman bir tarih yazıyor. İşte belki de tam olarak burada Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ne demek istediğine az da olsa yaklaşıyoruz. Bütün mitler rüyaların çocukları olarak tarihte yerlerini alıyor ve günümüze geliyor.

Rüyalar aslında inanmak istediklerimizdir ve aslında hepsi kötü birer tercümedir. Ve her tercüme gibi hiçbir zaman gerçek anlamda günlük dilimize tam olarak çevrilemeyecek, zihinlerden zihinlere simgelerle aktarılmış kötü bir tercüme olarak kalacak, kimse yargılamayacak ve kimse yalanlamayacak hatta yalanlayamayacaktır. Bu bağlamda rüyaları değerlendirdiğimizde de rüyalar, asla ispat edemeyeceğimiz, bu ispat edilmezliği ile de asla çürütemeyeceğimiz, insanlar arası iletişimi şekillendiren böylelikle toplumu şekillendiren bir dildir.


Birkaç yıl önce bir rüya gördüm. Rüyamda herkes rüya görüyordu. Rüya göremeyenler, rüya görenlerin rüyalarına inanıp bazı günlük hayattaki kararlarını bu rüyalar üzerinden veriyorlardı, hatta görenleri kıskanıyorlar ve imreniyorlardı. Ben ve birkaç kişi aslında bir rüyada olduğumuzu anlatmaya çalışıyorduk. Rüyamı bundan sonraki kısmını sanki gerçekmiş gibi anlatmak istiyorum müsaadenizle, gücünü gerçekliğinin ispat edilememesinden alıyor ne de olsa. Rüyamda bir grup insan vardı hayattan beklentisi GÜÇ ve İKTİDAR olan. Sistemin içinden giderek elde edemeyecekleri bu galibiyet duyguları için, insanlara yeni rüyalar yaratma yöntemi seçmişlerdi kendilerine. Aslında öncelikli istenilen şey güç için kapital yani anapara idi.

Bu materyali sağlayabilmek için insana, devamını ağlayabilmek içinse büyük şirketlere ihtiyaçları vardı. Yani bir fabrika kurulması gerekiyordu ve bu fabrikanın aslında ne fabrikası olduğu çok da önemli değildi. Eğitim sektörü için insan üretebilirdi, iletişim sektörü için haber üretebilirdi, sağlık sektörü için hastaneler üretilebilirdi. Aslında sıra ile hepsini üretecek fabrikalar kurulması daha da önemliydi çünkü asıl olan güç üretmekti. Asıl amacın gizlenmesi için insanlara rüyalar üretildi öncelikle. Vicdanlarına hitap edecek rüyalar. İnsanlara fabrikaların ihtiyaçları anlatıldı ve rüyalar yaratıldı. Gerçek hayatta ileriye dönük hedefler çizilerek ya da cennetler, cennetten köşkler vaat edilerek yaratıldı bu rüyalar.  Ne de olsa inanmak istediklerimizdi rüyalar. Ve bu işlemler yavaş yavaş nakşedildi insanların zihinlerine.

Belki biraz daha somut bir şekilde ifade etmek gerekir. Mesela gerçek hayatta bir eğitim kurumu inşa edilecekti ama inşa etmek için yeterli sermaye yoktu. Elbette ki bu sermaye bir yerlerden bir şekilde bulunabilirdi ama toplumda yeterli yeri edinebilmesi için toplumun bir emeği, bir katkısı da olması gerekirdi. Ve peygamberler rüyalara girmeye başladı. Peygamberimiz bir okul inşaatına birilerinin rüyalarında kum taşıdı, bir başkasının rüyasında tuğla taşıdı. Kireç kardı, başka bir zaman duvar ördü ve tabi ki yine birilerinin rüyasında oldu tüm olanlar. Sonra inşa edilen okullara geldi köşede namazlarını kıldı.

Toplumda bu rüyalar dilden dile dolaşmaya başladı. Sorgulayın diyen bir dinin dindarları, rüyaların hiç sorgulanamayacağını bildikleri için hiç sorgulamadan inanmayı tercih edip, fabrikalara destek oluyorlardı. Sandılar ki fabrikalarda üretilenler gerçek ihtiyaç sahiplerine gidecek. Bu rüyanın yaratılmasında da rüyalar kullanılıyordu işte. Öyle ki kurulacak fabrikanın her bir tuğlasını insanlar için kutsal olan kişilerin koyduğu ile ilgili rüyalar gören insanlar türedi. Ve asla ispat edilemedi. O insanlar gerçekten o rüyaları gördüler mi? Geriye sadece inanmak kaldı çünkü inanmak istediklerimizdi.  Çünkü hiçbir zaman rüya sadece uykuya, geceye ait bir olay değildi; günün gizemi rüyalarda gizliydi. Ve rüyaların haber değeri vardı.

Gaibten geleni gaibte olanı getirirdi bize. Sonra toplumca uyandık bu rüyamızdan çünkü birimizin uyanması hiçbir zaman yeterli değildi. Malcom X in dediği gibi bütün uyuyanları uyandırmaya bir uyanık yeterdi elbette ki o uyanık ne ben ne de tanıdığım birkaç kişi değildi. Bir rüyadan başka bir rüyaya uyananların yanında, gerçeklere de uyananlar oldu elbette, yeniden uykuya dalanlar da oldu. Nasılsa dünya yaşamı da bir rivayete göre başlı başına bir rüyaydı.  
Hiçbir gerçeklik edebiyat kadar inandırıcı ve kalıcı değildir. Rüyalar da bir çeşit edebi dildi ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi rüyalarımıza hep bir duygumuz refakat etti. Belki de sadece bu yüzden iç ve dış dünyamızı sembollere simgelere dönüştüren bir unsur olarak rüyalar, insanlığın oluşturduğu bütün kültürlerde yerini korumaya devam etti.  Böylelikle kişisel ve kamusal hikayeler oluşturdular ve toplumda bir bilinç ya da bilinçsizlik yaratıldı. Ve toplum bir yerden başka bir yere dönüştürüldü. Bakalım bu ölüm kalım mücadelesini kim kazanacak. Alman düşünür hassmann dil aklın ölçütüdür der. Rüyalarında bir dil olduğunu düşünürsek aklımız ölçüsünde kullanabileceğimiz ya da kullanılmasına müsaade edeceğimiz bir dil olması dileğiyle yeniden görüşmek üzere.

Bu yazı toplam 5438 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum