'Oyunlara karşı bütün direnişler sessiz kalmakta...'
Oyunlara karşı bütün direnişler sessiz kalmakta, çünkü herkes sizi üzerinizdeki markalarla okumakta
Normal insan bir kurgudur.
Michel Foucault
Bir önceki yazımızda tiyatro sahnesinde başladığımız oyunumuzu satranç tahtasında bitirdik. Bir tiyatro sahnesine mi doğduğumuzu yoksa belirli bir eğitimden sonra kendimizi o sahneye mahkum mu bıraktığımızı düşünürken kimi zaman tiyatro sahnesinin ortasındaki satranç tahtasındaki taşlardan ibaret olduğumuzu ve onca savaş, kan, şiddet, öfke ve kin görmemize rağmen bu oyunun büyük kısmını göremediğimizi fark ettik. Bu yazımızda ise bu oyunu ölene kadar oynamak durumunda mı kalacağımızı, yada oyunun farkına varıp satranç tahtasının dışına mı çıkacağımızı yada sahnenin dışında sadece hayata seyirci mi kalacağımızı tahayyül etmeye çalışacağız. Eğer bir oyunsa hayat; başka hangi oyuncu ve oyuncaklar var ve satranç tahtası sahnede hangi koordinatlarda, başrolü kim, yan rolleri kim oynamakta? Bu sorulara cevap ararken belki de, başrolün ya da yan rollerin olmadığı bir oyunda insanların sadece doğar doğmaz oynanmaya başlanan bir oyuncak olduğu gerçeğiyle yüzleşeceğiz.
O zaman kurgumuza devam edelim; ömrümüzün her alanında bir mücadelenin bir savaşın içindeysek satranç tahtasına hapsolmuş bir hayatı yaşıyoruz demektir. Bu mahkumluk bir çeşit özgürlüğü de taşır içinde, çünkü tahtanın sınırları ve taşların hareket şekilleri bellidir. Ve o sınırların belirli olmasının vermiş olduğu bir özgürlük içinde hareket etmek daha kolaydır. Bu hareket kolaylığı insana bir güven ve özgürlük duygusu verir, ta ki durumunun farkına varana dek. Elbette satranç tahtasındaki herhangi bir taş, tahtanın kendisi veya oyuncu olabilir insan. Ama sonuçta seyirci koltuğundan izleyen insanlar için sahnenin bir parçası olmaktan öteye gidememiştir, durumunun farkında olmadığı sürece de asla gidemeyecektir. İşte bu farkındalık, sınırları aşma ihtiyacı hissettirir ve sınırların farkında olmak özgürlüğünü kısıtlamıştır artık insanın ve kısıtlayacaktır da. Verdiğimiz bütün bu yapay mücadelelerin ötesinden bakınca sahnedeki bir dekor olmaktan öteye geçip bir oyuncu olduğumuzda dahi elbette bizim için çok şeyler değişir. Artık sanal bir savaşın oyun kurucusu olsak da karşımızda da bir başka oyun kurucu ve bizi bekleyen bir ölüm kalım savaşı var demektir. Yinede sahnede sizi izleyen bir izleyici için çok daha azı olmuştur. Sonuçta sahne, dekor, oyun, oyuncu, kostümler aynı oyunun birer parçasıdır onun için. Bu durumda oyundan kurtulma çabası insanı sadece daha büyük bir sahnede daha büyük bir oyunun içine mi uyandırıyor acaba. Her özgürlüğün kapısı başka bir hapishaneye mi açılıyor yoksa. Belki de açıklanamayan, flu bir ters orantı var ortada. Özgür olduğu alanlar genişledikçe insanın özgürlüğü daralıyor dünyada. Sonuç olarak Satranç tahtasından çıkan oyuncu için artık sadece karşısındaki oyuncu değil, yeteneğe göre sahnede rollari dağıtan bir rejisör, metni yazan bir yazar gibi farklı insanların varlığının bilinci oluşmaya başlıyor. Bir de suflör mü vardı ne? J Kime ne söyleyeceğini fısıldayan kişi. Suflörün aslında ne kadar da önemli bir role sahip olduğunu çok ağır bedellerle deneyimledik ülkece ve deneyimlemeye devam etmekteyiz belkide. Burada antrparantez bir soru sormak istiyorum. Sosyal medya veya medya bu oyunda süflör müdür acaba kime ne söylemesi, nasıl hareket etmesi gerektiğini fısıldayan? Hatta biraz işinin ötesine geçip kostüm tasarımı, rollerin dağılımını da üstlenen başlı başına bir oyunu düzenleyen. Bu da bambaşka bir konu belli ki yazılması gereken.
Artık satranç tahtasından çıktık, sahnenin bilinçli bir parçasıyız, yine de bir kurgunun tam ortasındayız. Günlük hayatta yapmamız gerekenler belirlenmiş ve hatta belirli bir sıraya dizilmiş. Uyandığımız an başlarız bir oyunun parçası olmaya. Elimizi yüzümüzü yıkamamız bile belirli bir sebebe bağlı. Çünkü yıkamak için seçtiğimiz ürünlerden tutun da, sürdüğümüz kremler, veya farklı amaçlarla kullanılan kozmetik malzemeler, üzerimizdeki kıyafetler takılar hep dahil olduğumuz oyunun yada oyunların kostümleri aslında. Kahvaltı yapıyorsak; yaptığımız kahvaltı, yapmamızı istedikleri kahvaltı bile sahnenin bir parçası. Çay ile kahvenin görünmez savaşının içinde yarım bırakılan taze meyve suları bile bir kurguya işaret J Belli ki bir yazımızda da çay ile kahveyi yazmalı. Dişler, diş fırçaları, diş macunları, binlerce ince nice ayrıntı. Uyanmamız gereken saatler, gitmemiz gereken işler, binmemiz gereken araçlar, kullanmamız gereken telefonlar, okumamız gereken kitaplar, hatta okumamamız gereken kitaplar bile bu oyunun bir parçası. Yarım saat geç kalksak sisteme direndiğimizi sanmamız, sisteme karşı koyarken yine bir gruba ait olarak kullanılabilir olmamız; rollerimizin bir gereği. Serbest zamanlarda üzerindeki markalarla giydiğimiz üniformalarımız kostümlerimizin bir parçası. Unutulmamalıdır ki giydiğimiz markalarla bir gruba ait oluyoruz. O grubun savaşçıları haline gelmemiz an meselesi J Gözlüğümüzün kenarında yazan yazı belirliyor toplumdaki statümüzü, o zaman istediğiniz rolleri oynayabilmek için de oyuna dahil olmaktan başka çare kalmıyor geriye. Oyunlara karşı bütün direnişler sessiz kalmakta, çünkü herkes sizi üzerinizdeki markalarla okumakta.
Hiçbir hayat sıradan değildir ancak bizi bir sıradanlık kalıbının içine hapsetmek isteyen bir sistemin varlığını da görmezden gelemeyiz. İngiliz şair ve ressam William Blake mistik vizyoner olarak da tanımlanır. Belli ki “ bütün insanlar orijinal olarak doğarlar bir çoğu kopya olarak ölür.” derken şairliğinden çok mistik vizyonerliği ön plandadır. Tam olarak bizim anlatmak istediklerimiz bir cümlede özetlemiştir. Çok konuşuyorsun diyorlardı artık çok da yazıyorsun diyorlar. Rolüme iyi çalıştığımda belki de kısa cümleler kuracağım. Ne de olsa 20 yy filozoflarından Cioran’dan haberdarım. “Her sözcük fazladan bir sözcüktür”. Çorum’dan sevgiler, saygılar ve hürmetler.
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah'ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir. (Hadid 20)
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.