PİYASALAR

  • BIST 1008988.62.07%
  • ALTIN2299.0761.02%
  • DOLAR32.3240.22%
  • EURO35.063-0.15%
  • STERLİN40.9990.41%
  1. YAZARLAR

  2. Gülay Kurt

  3. Mimarlığın Aile Üzerindeki Şifresi
Gülay Kurt

Gülay Kurt

Dr. Mimar
Yazarın Tüm Yazıları >

Mimarlığın Aile Üzerindeki Şifresi

A+A-

Yüksek Mimar Gülay Kurt

 

İçinde yaşadığımız çevrenin tarihini ve anlamını nasıl yorumlayacağımızı biliyor muyuz? Çevremizin insanın üzerinde nasıl bir etki bıraktığını mekân ve insan üzerinden okumaya kalktığımızda bu etkinin ne kadar büyük olduğunu her geçen daha çok anlamaktayız. Bu bağlamda "Mimarlık" disiplinini insan etkinliğinin fiziksel bir kalıbı olduğunu söylersek abartmış olmayız. Bu yüzden insanın zihinsel yapısını incelerken, fiziksel çevreyi nasıl okumamız gerektiği konusunda aydınlanmamız gerekmektedir.

Mimarlık ne yaparsak yapalım kaçınamadığımız bir sanattır. Ayrıca sanattan kaçınmak zaten bir eksiklik olduğuna göre hayatımızın her alanında hissettiğimiz mimarlığı, yaşamımızın her anında, uyurken ya da uyanıkken, yapıların içinde veya dışında kısaca insan becerisinin şekillendiği her türlü peyzajın içinde görmemiz mümkündür.

Mimarlık bizi, istesek de istemesek de sürekli olarak etki alanı içine alır, davranışlarımızı şekillendirir, ruhsal durumumuzu belirler. Mimarlık yalnızca bir barınak ya da koruyucu bir şemsiye değil, aynı zamanda insan etkinliğinin ve özleminin kaydıdır, bize bırakılmış kültürel kalıttır. Buna karşın yaşadığımız çevre ile ilgili çevre cahilliğinin neredeyse normal kabul edildiği bir durumla karşı karşıyayız. İster etkileyici bir kamusal yapı olsun, isterse özel bir barınak, ister bir camii, her yapı kendi kültürel değerlerinin kodlarını ortaya çıkaracak bir şekilde yapılır. Yani binalarınız ve çevreniz neyse siz aslında O'sunuz!!!

Her yapının sessiz kültürel bir dili vardır. Bunu anlamak demek çevrenin üzerimizdeki fiziksel ve psikolojik etkilerini ve taşıdığı simgesel mesajların ne olduğunu anlamaktır. Yani mimarlık teknolojik bir başarı olduğu kadar kültürel bir görüntüdür aynı zamanda.

Mimarlık sözel olmayan bir iletişim biçimidir. Onu üretmiş olan kültürün sessiz bir kaydıdır. İnsanlar barınak ihtiyacını karşılamak için yapı yaparlar ama bunu yaparken bile değerlere ve duygulara anlatım kazandırırlar. Bu yüzden mimarlık diğer sanatlara göre insan davranışlarını etkileme ve koşullama gücüne birinci derece sahip olan bir dispilindir. Örneğin bir odanın rengi, biçimi, yüksekliği insanı ilk anda etkileyen birincil faktördür. Çocuklar için düzenlediğiniz odadan tutunda mutfaktaki raflara bardakları, tabakları koyuş biçimimiz, halının deseni, perdenin, duvarın rengi, kapının kolu, lambanın biçimi, koltuğun şekli, odaların dizilişi vs. akılınıza gelecek her türlü ayrıntı kişiliğimiz hakkında birer ipucudur.

Her sanat eserinin simgesel bir mesajı vardır. Simgesi olmayan bir yapı meselesi olmayan bir yazarın romanına benzer. Bir yapıya baktığımızda onun mesajını alamıyorsak ya da anlayamıyorsak, bu yapı kafamızdaki karşılığını bulmamış olmasındandır. Bir turistin cami minaresinin ne anlama geldiğini bilememesi gibi.

Mimari bir yapı demek, kullanışlılık, sağlamlık, güzellik öğelerinin hepsini birden içinde barındıran bir yapı demektir. Bunlar olmazsa olmazıdır mimari bir yapının. Kullanışlılık yani fonksiyonel olma, işlevini tam olarak yerine getirebilme gücü şu demektir. Odaların ve mekânların kullanımlarını hiçbir şeyin engellemeyeceği bir biçimde düzenlenmesi ve böylece yapının yeriyle kusursuz bir uyum içinde olması demektir. Sağlamlılık ise yapı malzemelerinin sağlam olması ve özenle seçilmesi demektir ki bunun eksikliğini 17 Ağustos

1999 depreminde fazlasıyla gördük maalesef. Güzellik yani estetik ise yapının görünüşünün hoş ve zarif olması, doğru orantılı olması anlamına gelmektedir.

Bir yapının mimari testi şu 3 soruda ortaya çıkar;

1. İhtiyaca cevap veriyor mu?

2. Sağlamlığı kontrol edilmiş mi nasıl yapılmış?

3. Yapı duygulara hitap ediyor mu?

Bugün estetikten uzak kısmen sağlam ihtiyaca cevap vermeyen yapılar çoğunluktadır. Bu yapılar insanların psikolojilerini de etkilemektedir tabi aile yapısını da. Bugün içinde yaşadığımız evler metrekaresi büyük olsa dahi yanlış oranlama sonucu ihtiyaçlarla uyuşmayan konutlar daha çoktur maalesef. Bu evlere kocaman salonlar ve kadınların zamanını % 80 nini mutfakta geçirdiği göz önüne alınmadan küçücük mutfaklar yapılmakta, adeta kadınlara hücre hapsi tarzı yaşam sunulmaktadır. Bu yanlış planlama ailenin düzenini ve konforunu etkileyen önemli bir faktördür. İster çalışan kadın olsun ister çalışmayan kadın olsun ki çalışan için daha da zordur, evin ferahlığını ve konforunu hissetmemesi evin hanımı için kaçınılmaz bir sonuçtur.

Kocaman bir salon ve küçücük F tipi hücre gibi mutfak, upuzun koridor etrafına adeta tren misali sıralanmış yatak odaları? Hele bir de haremlik selamlık misafir ağırlama metodunuz varsa iş daha da zorlaşır. Erkeklere o kocaman salonlar verilir, kadınlar ve çocuklar ise küçücük oturma odasına hapsedilir. Çocuklar ise o upuzun koridoru koşu bandı gibi kullanıp bisiklet turu atarak oynamaya çalışır. Ev hanımı küçücük mutfağında misafirlerine ikramlarını hazırlarken, misafirler ev sahibi olmadan birbirleriyle sohbet ederek vakit geçirmeye çalışır! Aslında gelen misafirler ev sahibiyle sohbet etmek veya tanışmaya gelmiştir. Ama bu çoğunlukla mümkün olmaz. Çünkü mutfakta zaten bir başkasına yer yoktur. Böylece oturma tamamlanır. Ne o güya büyük evden zevk alınır ne de hayattan?

Fakat eskiye baktığımızda bunun tam tersi bir durum görmekteyiz. Osmanlı mimarisi sadece camilerden, saraylardan ibaret değildir. Osmanlı dönemi dünyada benzeri bulunmayan bir konut mimarisi oluşturmuştur. Mutfak evin kalbiydi Osmanlı' da. Hiçbir zaman evin hanımı kendini mutfağa hapsolmuş hissetmezdi. Evler mutfağın etrafında hayat bulacak şekilde dizayn edilirdi. Yazın serin kışın sıcak tutan malzemeler seçilir, mutfağın kileri muhakkak olur ve evler mutfak merkezli, sorunların rendelendiği, onarıldığı, yeri geldiğine tasarruf edildiği, geleceğe hazırlanıldığı, oğlan çocuklarına öğütler verildiği, kız çocuklarına yemekler öğretildiği, eşlere yorgunluk kahvesinin yapıldığı, çat kapı gelen misafir bile olsa hep beraber oturup iki lafın belinin kırıldığı mekânlardı.Avrupa kültürü böyle bir çoğulculuğa hiçbir zaman erişmemiştir.

Nüfusun hızla artması, bunun sonucu olarak ortaya çıkan göç, büyüyen sanayileşme istekleri, açgözlülük, yeni sorunları beraberinde getirmiştir. İnsanların kaderini neredeyse gözünü para bürümüş yap-satçı müteahhitler belirliyor. Artık mimarların tasarladığı projeler değil müteahhitin kafasındaki projeler yapılıyor. Gerekli denetimler yetersiz kaldığı zaman ise mimarın etkisi sadece proje ruhsatı almak için şart koşulan imzada hapsolup kalıyor. Hâlbuki yaşadığımız evler, mekânlar bizim aynamızdır, kimliğimiz hakkında ipuçları arındırır. Atalarımız "aslan yattığı yerden belli olur" dememişler boşuna.

Ve son olarak;

Bir ağacın yer altındaki kökü felsefe, gövdesi temel bilimler, dalları mühendislik bilimleri ve meyvesi teknolojidir. Meyve ise bir sonuçtur. Gözlerini meyveye diken, o meyveyi oluşturan altyapıyı ikincil önemde gören uluslar, teknolojiyi üreten değil kullanan durumuna düşmektedir. Genetik kodlarımız üretmeye meyilli yeter ki şifreyi unutmayalım. Şifre ne mi dersiniz? İman gücü. İnanırsan yaparsın?

Bu yazı toplam 1822 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.