Her Şeyin Yenisi, Bayramın Eskisi
“Herşeyin yenisi, dostun eskisi makbuldür” derler. Ben bunu bayramlarla değiştirmek istiyorum sevgili okur. Sözü bile var “Nerede o eski bayramlar” diye...
Çünkü bayramlardan daha güzel bir şey varsa o da bayram anılarıdır. Güzel günler üzerinden zaman geçince, daha güzel birer anıya dönüşür. O yüzden sürekli eski bayramlara özlem duyuyoruz. Çünkü eski bayramlar, sadece bayram değil aynı zamanda anılarımız, gençliğimiz ve çocukluğumuz.
İnsan çocukken yediği bazı şeylerin tadını unutamaz. Lütfiye yengenin taze fasulyesini, değme aşçılar yapamaz mesela. Aysel ablanın kavurmalı pilavının yerini hiçbir şey tutmaz. Çünkü onların içinde bir de anılar vardır, çocukluk vardır, mutluluk vardır.
Ülkece sağ baştan bir başlasak anlata anlata bitiremeyiz bayram anılarımızı.
Bayram ayrı güzel, öncesi ayrı güzeldir. Hazırlık kısmı başka güzel... Bayramlık alınan şanslı çocuklardansanız, arefe gecesi yatağınızın kenarına koyardınız bayramlıklarınızı. Baş ucunuzda koruyucu melek gibi beklerdi yeni entariler, pabuçlar... Bazen Ramazan bayramında alınan bayramlıklar, bayram geçince hemen kaldırılır; kurban bayramında tekrar giyilirdi. Anneler, babalar çoğu zaman kendine hiçbir şey almazdı. Çocuklar giysin, onlar mutlu olsun...
Arefe günü kına yakılırdı çocuklara. Hemen yatıp uyusunlar, ayak bağı olmasınlar diye de, “ilk köpek havlamadan uyursanız, kınanız çok güzel olur, uyumazsanız tutmaz” gibi oldukça bilimsel örnekler verirdi anneler. Bilemiyorum belki de sadece benim annem veriyordu.
Malum annelerin işi zor biterdi bayram öncesi. Milli sporumuz olan bayram temizliği zaten günler sürer, baklavalar, sarmalar derken anneler perişan olurdu.
Bayramların en güzel anı şüphesiz sabahıdır. Adı bile güzel, bayram sabahı... Sanki söylerken ılık bir rüzgar esiyor, kuşlar cıvıldıyor, çocuklar koşturuyor...
Bayram sabahı oldukça erken başlar, erkekler bayram namazına gider. Koca sene camiye gitmemiş kişileri bile bayram namazında camide görürsünüz. Dizilerde, filmlerde hep bu sahne vardır. Özenle giyinmiş, saçları taranmış küçük erkek çocukları babaları ile bayram namazına gider. Sünnet olmak kadar önemlidir bayram namazına gitmek. Eh sinematografik açıdan bulunmaz bir sahne gerçekten.
Bayram sabahı kadar güzel olan bir şey varsa o da bayram kahvaltısıdır. Özellikle de aile büyüklerinde toplanılan o büyük kahvaltılar. Tadı çok az şeyde bulunur.
Sonra misafirlikler, adı ve kimliği birbirine karışan eş, dost, akraba...
Bir tabakta koyun koyuna dizilmiş zeytinyağlı sarma, baklava, su böreği...
Kolonya, gül suyu, lokum, harçlık, şeker toplayan çocuklar, lafı hiç bitmeyen yengeler, kahkaha ile gülen enişteler...
Ben de çocukken her bayram öncesi, kına yakardım elime diğer çocuklar gibi. Kınalar etrafa bulaşmasın diye elime çorap geçirir, ilk köpek havlamadan uyurdum. Ama bir hassasiyeti vardı sanırım ellerimin sabahına somun ekmek gibi kabarırdı, kınalı yerleri. Yine de yakardım, büyüklerin ellerini öptükçe sızlardı ama aldırmazdım. O bayram küçük bir çanta alındıysa çantamla, alınmadıysa bir poşetle şeker toplamaya çıkardım. Her evden bir şeker alırdık. Kimi evlerde çok güzel şekerler olurdu. Kimi evler ufak harçlık da verirdi şekere ilaveten.
Fakat bir ev vardı ki, mahalledeki tüm çocuklar için yeri ayrıydı. Amerikan filmlerinde copperfield mahallesine yeni taşınmış esrarengiz bir komşuydu adeta. Tek hatırladığım, beyaz büyük kapılı, bahçeli müstakil bir ev olduğu ve her bayram değişik şeyler veren ev sahibesiydi. Bir bayram mendil içine sıkıştırılmış para, bir bayram çorap vs. Tüm çocuklar yarışırdık o eve gitmek için...
Biz ülkece sağ baştan sayarız anılarımızı da, çocuklarımız seneler sonra sayabilir mi bilmiyorum. Bir bayram, annem ve babamla otele tatile gitmiştik diyebilir mesela. Evet bu soğuk ve üzücü cümleyi kurabilir.
Mahalledeki evlerin birbirinden farkını bilmeyebilir. Zaten apartmanda yaşıyordur ve hangi dairede kimin oturduğunu belki annesi bile bilmiyordur.
Her gün bayram çocuğu gibi giyindiğinden, yeni bir kıyafet ve ayakkabıya da sevinip baş ucuna koymayacaktır muhtemelen.
Evin akrabalarla, misafirlerle dolup taştığına şahit olmayacak; gittiği her evde baklava şerbeti bulaşmış yaprak sarması da yemeyecektir.
Yufka kokusu ile rutubet kokusunun birbirine karıştığı bir köy evinde, çiçekli pijamadan bozma örtü serilmiş divanda uyumayacak; bayram sabahlarına yusufçuk kuşlarının sesiyle uyanmayacak belki de...
Bayram deyince aklına, bayram kredisi, bayram tatili gelecek. Her bayram reklamlarda, bayram sabahı bir pencere kenarında çocuğunu, torununu bekleyen ihtiyarın adamın, o bir türlü gelmeyen çocuğu, torunu olacak belki de...
Hiçbir zaman nerede o eski bayramlar demeyecek. Belki de “nerede o eski bayramlar” diyen son nesil bizizdir.
Hatta belki, “nerede o eski bayramlar” diyerek sızlanmak, hatırlanıp hüzünlenecek bayram anılarına sahip olmak, özlenecek bayramların olmamasından daha iyidir.
İyi bayramlar sevgili okur; baklavanın şerbeti yaprak sarmasına karışmış, ilk köpek havlamadan uyumamışsınız ve kınanız tutmamış, yahut tutmuş ama elleriniz kabarmış, çanta yokmuş şekerler poşetteymiş ama olsun baş ucunuzda çiçekli bir elbise ile kırmızı rugan bir ayakkabı duruyormuş, çoluk çocuk, torun torba herkes bir sofrada toplanmış, çayın buharı, ekmeğin sıcağına karışmış gibi bir bayram olsun.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.