PİYASALAR

  • BIST 1009915.622.05%
  • ALTIN2439.2820%
  • DOLAR32.4250%
  • EURO34.6530%
  • STERLİN40.3410%
  1. YAZARLAR

  2. Sosyolog Aygül Fazlıoğlu

  3. Günümüz sosyal politikalarında yeni işbirliği alanlarının inşaası
Sosyolog Aygül Fazlıoğlu

Sosyolog Aygül Fazlıoğlu

Sosyolog
Yazarın Tüm Yazıları >

Günümüz sosyal politikalarında yeni işbirliği alanlarının inşaası

A+A-

Günümüzdeki birçok alandaki gelişim ve değişimlere bağlı olarak sosyal politikanın da hem anlamı hem de uygulamaları açısından ciddi bir değişim içinde bulunduğunu söyleyebiliriz. Bilindiği gibi sosyal politika devlete ait ve topluma yönelik politikalar dizisidir, siyasal ve toplumsal yapıda oluşan değişimler  nedeniyle sosyal politikanın da bu değişime ayak uydurması kaçınılmazdır.

Bugün dünyada pek çok coğrafya da olduğu gibi ve ülkemizde de etkisini gösteren küresel ekonomik krizin etkileri de göz önünde bulundurulduğunda artan yoksulluk olgusu sosyal hizmetler ve sosyal yardımlar konusunun toplum ve devlet bakımından önemi tartışmasız bir gerçek olarak ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, sosyal güvenlik sistemlerindeki sorunlar ve kısıtlılıklar nedeniyle özellikle sistem dışında kalan yoksul ve muhtaç kesimler bakımından sosyal yardım ve sosyal desteklerin önemi daha da artmaktadır.

Bilindiği üzere, Dünyada ve Avrupa Birliği ülkelerinde sosyal yardımlar ve sosyal hizmetler, genelde sosyal güvenlik sistemlerinin tamamlayıcı unsuru olarak işlev görmektedir. Bu işlevi yerine getiren kurumlar, yasal düzenlemeler ve bu işlevlerden faydalanma koşulları genelde benzerlik göstermektedir. Özellikle de, Avrupa Birliğinin sosyal politikasında “sosyal diyalog” ve “ yoksulluk ve sosyal dışlanma ile mücadele” vurgusu önemli bir yer tutmaktadır. İş güvencesi, sosyal dışlanma ve yoksullukla mücadele, sosyal adalet ve sosyal koruma, kadın ve erkek arasında tüm alanlarda eşitlik sağlanması ve ayrımcılıkla mücadele, adil ve kurallara uygun çalışma koşulları, çocuk işçiliğinin yasaklanması, sosyal güvenlik ve sosyal yardım hakkı gibi pek çok sosyal hak yer almaktadır.1

Sosyal yardım ve hizmet anlayışının çıkışı ve işlerliği “sosyal devlet” ve devletin “sosyal politika” üretimi ile ilişkilidir. Ancak ülkelerin geliştirdiği sosyal politikalar ve bu alanda sunulan hizmetler, söz konusu ülkelerin kendi toplumsal, tarihsel ve kültürel özgünlükleri içerisinde şekillenerek farklılaşmaktadır.  Bunun yanı sıra, küresel ölçekte üretim ilişkilerinin dönüşümü ve demokrasi/insan hakları bağlamında yürütülen tartışmalar ve yeni arayışlarla birlikte sosyal politikaların sürekli yeniden şekillenen, dinamik bir alan oluşturduğunu belirtmek gerekmektedir.2

Günümüzde yoksulluk, sosyal güvenceden yoksun bireylerin, ekonomik, sosyal ve kültürel kaynaklara ulaşamaması ve toplum ile bağlarını gitgide yitirmesi çok boyutlu bir sosyal dışlanma sorunudur. Öte yandan sosyal dışlanma aynı zamanda bir vatandaşlık sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yaklaşım, bizi sosyal devletin rolünü ve yoksul vatandaşları ile ilişkisini tekrar düşünmeye itiyor ki, sosyal dışlanma ile mücadele vatandaşlık hakkını temel alan sosyal politikalar gerektirmektedir.

Diğer yandan, ekonomik ve sosyal sorunların etkisiyle aile ve sosyal yapıda yaşanan değişim sonucunda toplumda geleneksel yardımlaşma ve dayanışma mekanizmalarının zayıflaması da devletin, yerel yönetimlerin, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının bu alandaki görev ve sorumluluklarını artırmaktadır. Bu açıdan, sosyal hizmetler ve sosyal yardımlar yalnızca yoksullukla mücadeleye yönelik olarak sosyal politikanın bir aracı olmaktan öte geniş işlev ve anlamlar kazanmaktadır.   Bu nedenle ülkemizde de bu sosyal politika araçlarının önemi, işlevleri, etkileri, kaynak gereksinimleri ve ekonomik politikalarla ilişkisi bakımından kapsamının, sınırının, yöntemlerinin, kurumsal yapısının, etkinlik ve verimliliğinin yeniden değerlendirilmesi önem arz etmektedir.

Sosyal yardım ve sosyal hizmetler sisteminin temel amacı, evrensel insan hakları ve sosyal adalet anlayışı doğrultusunda, insan kaynaklarının geliştirilmesi ve korunması, yaşam kalitesinin artırılması, insanın refah ve mutluluğunun ve toplumsal kalkınmanın sağlanmasıdır. Bu bağlamda,  sosyal politikanın araçları olarak sosyal hizmet ve sosyal yardımlar; dezavantajlı grup olarak nitelendirilen kadınlara, çocuklara, yoksullara, şehit yakınlarına, gazilere, yaşlılara ve engellilere ulaşması çalışmalarında sosyal hak temelli çok sektörlü entegre bir yaklaşım benimsenmelidir.

Türkiye’deki sosyal hizmetler kavramı hem yoksulluğun önlenmesini hem de profesyonel hizmetlere ihtiyaç duyan insanların bu hizmetlere ulaşabilmesine yardımcı olunmasını kapsamaktadır. Göç, hızlı ancak sağlıksız kentleşme, aile yapısındaki değişimler, nüfus ve işsizlik oranındaki artışların sonucu olarak Türkiye’de sosyal hizmetler ve sosyal yardımlara duyulan ihtiyaç artmaktadır. Bu çerçevede yaşlılara ve malul vatandaşlara aylık ödemeler, çocuklara sağlık ve eğitim yardımı yapılmakta, dezavantajlı aileler için gelir getirici projeler uygulanmakta, yakıt yardımı sağlanmakta ve şiddet mağdurlarına yönelik sosyal destek mekanizmaları hayata geçirilmektedir. Bu gibi yardımlar ve destekler toplumun yoksul ve dezavantajlı kesimlerinin eğitim, konut, sağlık ve sosyal hizmetlere erişebilmelerini, sosyal hayata katılımlarını ve yaşam kalitelerini artırabilmelerini sağlamayı amaçlamaktadır.

Türkiye’de başta kırsal bölgeler olmak üzere sosyal hizmetlerin ve sosyal yardımların sunumunda çeşitli problemlerin varlığından dolayı bu konunun dikkate alınması gereğini bir kez daha gündeme taşımaktadır. Dolaysıyla bölgesel farklılıklar ve gelir dağılımının yapısı sosyal hizmetlerin ve sosyal yardımların sağlanmasında eşitsizliklere sebep olabilmektedir.

Genel olarak, kentler ve kentsel yerleşim bölgeleri sosyal hizmetler bakımından avantajlıdır. Bu hizmetler kırsal bölgelerde yaşayan temel hizmetlerden yoksun kişilere yeterli düzeyde sağlanamamaktadır. 

Sosyal hizmetler, karşılaştırmalı sosyal politika çalışmalarının en ciddi güçlüklerle karşılaştığı ve genelleme yapmanın en zor olduğu alanların başında gelmektedir. Sosyal hizmetlerin çeşitliği, ülkelerdeki farklı kurumsallaşma ve hizmet tanımlama uygulamaları ve bu alandaki istatistiksel bilgi üretiminin darlığı bu güçlüğün temel nedenlerini oluşturmaktadır.

Sosyal hizmetler alanı içerisine giren ve farklı kurumlar tarafından üstlenilen her türlü faaliyeti bütünsel olarak incelenmelidir. Örneğin, engelli bakımı bir ihtiyaç alanı olarak tanımladığında, kamu tarafından sağlanan hizmetler, aile içi bakım ile özel kurumsal ve evde bakım hizmetlerinin tümünü beraberce incelemeye tabi tutmak gerekmektedir.

Son yıllarda ülkemizde yapılan ekonomik ve sosyal analizlerde gerçekleştirilmesi gereken bazı önemli adımlar atılmış olmasına rağmen özellikle sosyal hizmetler ve sosyal yardımlar alanında gerek fiziksel alt yapı gerekse insan kaynakları ve hizmetlerin kalitesi açısında problemler yaşanmaktadır. Bu noktadan hareketle, sunulan hizmetlerin etkinliği, kalitesi ve ulaşılabilirliğinin artırılmasına yönelik entegre modeller ve projeler hayata geçirilmelidir. Bu bağlamda hizmetlerin daha etkin ve ulaşılabilir kılınması amacıyla sosyal inovasyonu temel alan yenilikçi yaklaşımlarla kamu-sivil toplum ortaklıkları önceliklendirilmelidir.

Türkiye’de, kamuda bir yeniden yapılandırma süreci yaşanırken, kamu hizmetlerinin bir parçası olan sosyal yardımlar ve sosyal hizmetler alanında da bir yeniden yapılanma sürecini yeni modellerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu modeller ile bir yandan da kamunun bu alandaki rolü dönüştürülürken, özel sektör ve gönüllü girişimler bu alanda daha ağırlıklı bir rol oynamaya başlayabilir. 

Dünyada ve ülkemizde sivil toplum örgütlerinin rolü ve önemine ilişkin inanç gittikçe artmakta, özellikle sosyal sorumluluk projelerinin yürütmesinde sivil toplum kuruluşlarının yansıra özel sektör ve üniversiteler daha etkin rol almaya başlamıştır.

Sivil toplum kuruluşlara pratik uygulama çerçevesinden bakıldığında, hedef kitlelerle çalışma yapma, onları güçlendirme ve kendine yeterli hale getirme gibi program ve uygulamalarıyla söz konusu dezavantajlı gruplarla, ilgili topluluklarla doğrudan ilişki içinde bulunmaktadırlar. Örneğin doğal afetler ya da bizzat insanlar tarafından yaratılan felaketlerin ortaya çıkardığı değişen ve dramatik durumlara intibak edebilme, kriz dönemlerinde, bu durumdan en olumsuz biçimde etkilenen kesimlere destek olma yeteneğine sahip oldukları kabul edilmektedir.

Sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve üniversitelerin faaliyet alanlarının, kurumsal yapılanmalarının ve çalışma biçimlerinin çeşitliliği göz önünde bulundurulduğunda, sosyal yardım ve sosyal hizmet alanında kamu sektörü ile işbirliğinin olumlu yanları yadsınamaz.

Sivil toplum kuruluşları ve özel sektör  toplumsal katılımı artırmayı ve toplumsal eşitsizlikleri azaltmayı amaçlayan gönüllü girişimlerinde  zaman zaman hizmetin kalitesinde değişkenlik ve hizmetin sürdürülebilirliğinin sağlanmasında etkin rol alabilmekte ve aynı zamanda yerel düzeyde faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları da  kamu kurumlarının fark edemediği ya da duyarlı olamadığı yerel dinamiklere hâkim olabilmektedir.  Bu nedenle  sivil toplum kuruluşları ve özel sektörün  sosyal hizmet ve sosyal yardımlar alanında kamu ile işbirliği içerisine girmesi hizmet sunumunun etkinliği, verimliliği   ve sürdürülebilirliği açısından önem arz etmektedir.

Sivil toplum kuruluşları sosyal hizmet alanında hizmet alıcıları (engelliler, yaşlılar, kent yoksulları, çocuklar vb.) temsil etme yetisi kazandıklarında, bu alanda sosyal politikaların oluşturulmasında ve uygulamaların bağımsız olarak izlenmesi ve değerlendirilmesinde tüm karar süreçlerinde etkin ve olumlu roller üstelenebilirler.

SON SÖZ

Sosyal yardım ve sosyal hizmetlerden faydalanan bireyler için, faydalanma koşullarının bir minnet duygusu meselesi olarak görülmesi yerine, onların “en temel hakkı” olarak algılanması önemsenmeli ve bu aynı zamanda en temel insan hakkı olarak görülmelidir.  Bu nedenle de uygulanacak sosyal politikalarda ve yeni işbirliği alanların inşasında başta dezavantajlı nüfus kesimleri olmak üzere birey ve aileler güçlendirilerek refahın artırılması  temel alınmalıdır.

Kamu-STK-özel sektör-üniversite ortaklığı birbirini tamamlayıcı olmalı, "benim yanımda değilsen, bana karşısın" şeklindeki tutum ve davranışlardan uzak durulmalıdır. Özellikle  STK'lar kamunun hizmet vermekte zorluk çektiği bölgelerde ve konularda boşluğu doldurmalı,  ve birbirini tamamlayan özellikleri  -deneyim, teknik ve insan kaynağı, paydaşlarla ilişkiler, yenilikçi yaklaşımlar gibi-  paylaşılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır. Hizmetlerin sunumunda vatandaş-sivil toplum kuruluşu ve kamu sektörü arasında üçlü ilişki ağı içinde şeffaflık ve hesap verebilirlik mekanizmasının kurulması bu bağlamda elzemdir.

Diğer yandan da sosyal politikaların uygulanmasında kamu- STK ortaklığı yada kamu-STK-özel sektör-üniversite ortaklıklarının, sosyal hizmetlere ve sosyal yardımlara da  olumlu olabilecek yanları üzerine düşünülmeli, bu noktada politika tercihleri ve eleştiriler öncelikle faydalanıcıların ihtiyaçlarının en iyi şekilde nasıl karşılanacağı temelinde odaklanılmalıdır. 

KAYNAK

[1] ÇELİK A. (2016), AB Sosyal Politikası: Uyum Sürecinin Uyumsuz Alanı, Kitap

Yayın evi,.s. 119. İstanbul

[1] CAN M. (2013), Günümüz Refah Politikaları Bağlamında Sosyal Hizmetlerin Farklı Modelleri: Dünya Örnekleri Üzerine Bir Değerlendirme, Nobel Yayınevi, Ankara

Bu yazı toplam 3710 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum