A N K A R A’ Y I S E V İ Y O R U M- 2
Ankara’yı anlatmaya devam ediyoruz…
Resulullah’ın büyük dedesi Haşim, Bizans ile ticari görüşmeler yapmak için Ankara’ya kadar gelmiş. Emeviler ile karadan başlayan İstanbul seferleri genelde Ankara üzerinden olmuş. Çubuk Ovaları sahabe ordularıyla tanışmış. Abbasiler döneminde Ankara Kalesi iki defa kuşatılmış. Her dönem şehitler karışmış Engürü toprağına.
Ayrıca, onuncu yüzyıldan itibaren Horasan’dan ve Türkistan İslam ekolünün Yesevi Ocağı’ndan yetişmiş yüzlerce derviş- gazi, sayısız Alperen- mürşit Anadolu’ya sel gibi akmaya başlamış.
Ali Semerkandi, Medine aydınlığını Çamlıdere’ye taşımış. Âlimlerin hocası Hacı Bayram Veli ile Tasavvuf ulusu, Mürşid-i Kâmil, Abdulhakim Arvasi bu iklimi tercih etmişler.
Ankara mübarek bir diyarmış meğer!
KAHRAMANLAR DİYARI
Çevreden merkeze yani Oruç Gazi’den Hacı Bayram’a doğru yürüyüşe geçiyoruz...
Etrafından, Haymana, Ayaş, Çubuk ve Kızılcahamam koyaklarından kükürtlü sıcak suların kaynadığı fay kırıklarıyla kuşatılmış dördüncü derece deprem bölgesi. Aynı zamanda âlimler, veliler ve kahramanlar diyarı Ankara…
Başta Oruç Gazi olmak üzere Hüseyin Gazi, Ali Semerkandi, Turasan Şah, Baba Kıbel, İncik Dede ve Gölbaşında sahabe ordusuyla gelen Seyid Muhammed ve diğerleri baştanbaşa tüm diyar-ı Rum’u dolaştıktan sonra gelip Engürü’nün etrafına yerleşmişler.
Yüzlerce yıl efsaneleşen nakiller, nihayet belgesel olmaya başlamış. Vakıf sicilleri taranmış. Bölgenin tarihi önemi dolayısıyla Taşlıca köyünde bulunan Oruç Gazi, Kırmızı Ebe başka bir ifadeyle Kırgız Ebe, Ayran Taşı ve Gelin Kayası bakanlık onayıyla ve bir kanunla ‘Taşınmaz Kültür Varlıkları’mız arasına alınmışlar.
Taşlıca köyündeki manevi zenginliğe hürmeten düğünlerde yüzyıllardan beri davul çalmama geleneği varmış. Bugün dahi her karışı şehitlerle bezeli olan köyde, düğün-dernek ve eğlencede ifrata, taşkınlığa kaçılmaz ve davul çalınmaz.
YABANABAD VE TAŞLICA KÖYÜ
Ankara’dan çıkıp İstanbul istikametine doğru giderken, eski şehirlerarası asfaltın on birinci kilometresinde Akdoğan kavşağından sağa ayrılan ince yol üzerinde bir huzur beldesidir, asude bir köydür Taşlıca...
Taşlıca köyü: zengin tarihi ve manevi coğrafyası, misafirperver köylüleri, esatiri tabiatı ve menkıbeleriyle ziyaretçileri karşılar.
Kaynakları tarıyoruz:1220 yılında başlayan Oruç Gazi’nin misyonu, bir Alperen kimliği çerçevesinde ansiklopedilerde yerini almış.
Bir tepede Oruç Gazi’nin anası Kırmızı Ebe ve coğrafi imajıyla uzaktan benzetildiği Gelin Kayası ile halk arasında dolaşan menkıbeye göre kayalıklar arasında Bizans’ın egemenliği altındaki Küçük Asya’nın adının Rumca ‘Güneş ülkesi-Anatolia’dan ‘Anadolu’ya dönüştüğü taş oluk. Diğer adıyla Ayran Taşı veya Yalak Taşı da bu köyün sınırları içinde.
Aluç Dağı ile Beykaya arasında kurulu bulunan Kızılcahamam’a elli yıl öncesine kadar Yabanabad derlermiş...
Ankara’nın içme suyu Kurtboğazı Barajı’ndan geliyor. Kızılcahamam’ın altmış köyünde arıcılık yapılıyor...Küçük kubbeli kaplıcalar, Semerkandi yürekli insanlar, geniş havuzlu termal-oteller diyarı, kekik, madımak, nefis çam balı ve esmer yayla ekmeğiyle işte Kızılcahamam. Dış görüntü böyle. Oysa kaplıcalar diyarı Kızılcahamam meğer kahramanlar ve evliyalar diyarı imiş.
ORUÇ GAZİ
Köy konağının yapımı, Oruç Gazi ve annesi Kırmızı Ebe türbelerinin yeni baştan inşa ve onarımını gönüllü olarak üzerine alan Ankara evliyalarından sorumlu bir güzel insan, bölgeyi ağaçlandırmak için bizleri Taşlıca’ya davet etmişti. Kazma-kürek yoğun bir çalışmayla yüzlerce ağacı bir günde dikmiştik. Soğuk, dondurucu bir havada ancak akşama doğru evlerimize dönmüştük. Sedat Bey hem çalışmış hem anlatmıştı... Çevresini ağaçlandırmakta olduğumuz Oruç Gazi, Anadolu’yu İslam nuruyla aydınlatmak için Ankara bölgesine göçüp yerleşen Horasan erenlerindendir. Derviş-Gazi de denilen bu bilge kahramanlar, Anadolu yaylalarını Türklere, dolayısıyla bütün Müslümanlara açan Malazgirt savaşından sadece iki yıl sonra, 1073 yılında bölgeye gelmiş, Dergahlarını açarak, Bizansın ağır vergilerle ezdiği gayrimüslim halkla barış içinde yaşamış ve sıcak insani ilişkiler kurmuşlar.
Uzaktan bakınca, yuvarlak, iri kayalar ve granit bloklar arasında, başında yaşmağıyla ata binmiş geline benzeyen ince-uzun bir kaya göze çarpar. İşte bu köy halkının dilinde Gelin Kayası’dır. Ancak Ürgüp’teki peri bacalarının nasıl ki, cin ve periyle ilgisi yoksa bu kayanın da gelin-güveyle ilgisi yok. Volkanik dönemden kalma birer fizik oluşum. Ama yine de görülmeye değer.
ÜMMETİN ÇOCUKLARINA ÖRNEK
Karahanlılar, devlet ricali ve bütün aşiretlerle birlikte İslam ile şereflenince Hazar Denizi’nin güneyinden batıya doğru bir nehir gibi akmaya başladılar...
Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat 1220 yılında Türkmen çobanlarını öldürüp, sürüleri talan eden Başköy Rum Tekfuru üzerine yürürken, o zaman ormanlarla kaplı Taşlıca civarında Kırmızı Ebe ile küçük oğlu Oruç’a rastlamış.
Menkıbeye göre Kırmızı Ebe, hemen yayıkta çalkayıp, Taşoluk’a döktüğü taze ayranı gazilere ikram etmeye başlamış. Ayran tükenmemiş, çoğalmış, bereketlenmiş. Akıncılarla Kırmızı Ebe arasında bir tarihi diyalog başlamış.
Sultan Alaaddin Keykubat, Bacıyan-ı Rumdan Kırmızı Ebe’nin evliyadan biri olduğu kanaatine varmış.
“Dile benden ne dilersen Ana!
Canının sağlığını, gazanın devamını ve yüce Allah’ın sana ve orduna zafer müyesser etmesini dilerim!
Sağol, şimdi söyle dileğini!
Sultanım şu kucağımdaki yetim yavrum Oruç için, şehit babası gibi kafirlere karşı gaza yapması yolunda yürümesi için dualarınızı isterim!”
Vakıf sicillerinde belgelendiği gibi Sultan Alaaddin Keykubat bir ferman vermiş ellerine ve ilan ettirmiş:
“Bu toprakları yurtluk olarak sana ve oğlun Oruç’a bağışladım. İskân yaylanız burasıdır, mübarek olsun ve bu bölgeden vergi alınmayacaktır, güven içinde yaşayın!”
Allah katında makbul dualara mazhar olan Oruç Gazi, büyümüş bir Derviş Gazi olmuş. Dergahında misafirlere sofralar açılmış, evrensel barış ve kardeşlik öğretilmiş, çocuklara ve gençlere Kur’an ahlakı üzere eğitim verilmiş. Birlikte barış içinde yaşamak için, tebliğ kaynaklı diyaloğa karşı çıkan Bizans tekfurlarına karşı sürekli cihat ilan edildi. Bir halk kahramanı olarak yetişen Oruç Gazi, Emr-i Hak vaki oluncaya kadar gazadan gazaya koştu. Ümmetin çocuklarına güzel örnek oldu...
ANKARANIN GÖNÜL SULTANLARI
Ankara’nın çevresinde elinde kâğıt-kalemiyle ufuk turuna başlayan araştırıcılarla birlikte Anadolu’nun fatihleri ve manevi sahipleriyle tanışıyoruz.
Çamlıdere ilçesinin Yukarı Gümele köyünün ormanlık, sulak derelerle kesilen yemyeşil yamaçlarına tırmanıyoruz. Ankaralıları içme sularıyla besleyen Bayındır Barajı yol güzergâhımız üzerinde...
Baraj yapımıyla birlikte köyün her mahallesi bir yana dağılmış ve Yedi Ören köyünden yedi köy doğmuş. Asırlardır bu tepeleri feyzi ve bereketiyle bekleyen İncik Baba buradaymış. Bölgeyi İslam ile şereflendirmek amacıyla görevli gelen ve biiznillah emekleri ve çabalarıyla murada eren Horasan alperenlerinden biri olduğu dilden dile dolaşırmış.
Yatırı naklederken sandukadan miskü amber kokular yayılıyor, hayrete kapılan köy halkı salavat-ı şerifeler ve tekbirler getirerek türbeyi yeni yerine taşıyorlar. Sular altında kalmasın diye İncik Baba’nın yanına da fakirlerin anası Fakrana’yı taşıyorlar. Bir kabristan ziyareti, Resulullah nasıl tavsiye ediyorsa, biz de ölümden ibret alarak, edeb-adab üzere ziyaret ediyor ve onlara Fatihalar ikram ediyoruz.
Bugün Nakkaşi Ankaravi, Hüsamettin Ankaravi, Şeyh Tacettin Sultan ve Molla Zeyrek çevremizde zikir halindeler. Ankara toprağının yetiştirdiği Anadolu Beylerbeyi Karaca Bey, Doğan Bey, Kameruddin ve Şeyh Taceddin dergahlarında bizleri sohbete bekliyor.
Kale çıkışında bir ahşap şaheseri olan Aslanlı ve Alaaddin Camileri birer Selçuklu hatırası.
SELAM OLSUN
Selahaddin Eyyubi Filistin’de tapınak şövalyeleriyle mücadele ederken İkinci Kılıçaslan Ankara Kalesi’ne giriyor. Yaptırdığı mimberin alınlığındaki İslami harflerle yazılı ihtişamlı ifadeyi paylaşalım: “El Melikul muzaffer, muhyiddunya vaddin, Melikul Biladirrum val Acem, Sultan Mesut bin Kılıçaslan. Fi safer. 1178”
Bizansa karşı Konstantiniyye yürüyüşünde sahabe ve tabiinden Ankara ovasında şehit düşenler olmuş. Başta Ahi Mesut (Eti Mesgut değil) olmak üzere nice ilim adamları ve kadim bir işçi teşkilatı olan ahilerle bezeli Ankara.
Kaplıcalar, kekik, madımak ve bahar kokulu iğdelerle kuşatılan Ankara meğer yalnız sağlık kaynağı termaller diyarı değil, kahramanlar ve evliyalar diyarı imiş.
Ankaralılar, evladı Resulden şehit Hüseyin Gazi ile Er sultanın komşuları… Ne büyük lütuf!
Çevremiz ilim adamları, alperenler ve gönül gözü açık Sultanul Arifinlerle kuşatılmış. Onu basiretle ve kalp gözüyle görebilen ve onlarla birlikte yaşamasını bilenlere selam olsun...!
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.