Dünya halkları ekran başında kahvelerini yudumlarken İsrail’in 7 Ekim’den bu yana katlettiği çocuk sayısı 7 bin 112’ye ulaştı ve bu sayı geçen her dakika daha da artmakta.

Bir yerlerde 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü kutlanırken Gazze’de öldürülen 16 bin 248 kişi ile enkaz altından çıkartılıp defnedilmeyi bekleyen 7 bin 600 kişinin Dünya İnsan Hakları Gününü kim kutlayacak acaba.

Koşacakları oynayacakları sokaklarda İsrail’in bombalarından kaçmaya çalışan çocukların hakkı ne olacak ya öldürülen çocuğunun vücut bütünlüğü korunduğu için şükreden annenin hakkı ne olacak.

Herkes biliyor ki Batı’nın övündüğü değerler onun çocuklarına aittir. Hiçbir mazlum ve masum milletin bu hakları talep etmesi ve öyle muamele görmesi de mümkün değildir.

Dünyada barışı ve güvenliği korumak için kurulmuş olan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, İsrail’in savaş suçlarını meşrulaştırma merkezine dönüşmüşken Gazze Şeridi'nde yaşayan 1 milyon 500 bin insan evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Lahey sözleşmenin 25. Maddesi sivil yerleşim yerlerine, şehirlere ve köylere hangi vasıtayla olursa olsun, hücum veya bombardıman etmeyi yasaklamış olmasına rağmen işgalci İsrail uçaklarından Gazze Şeridi'ndeki evler, okullar, hastaneler ve diğer tüm sivil yerleşim yerlerine 50 bin tondan fazla bomba atıldı. Bu saldırılarda sivillere ait konutların yüzde 60’ı kullanılmaz hale gelirken geride kalan konutların ise kısa zaman içerisinde yok edileceği kesin gibi.

Dünya tarihinin en büyük soykırımı ile karşı karşıya kalan 2 milyon 400 bin Filistinliden canlarını kurtarabilenler yiyecek, su, ilaç, barınma gibi çok ciddi sorunlarla pençeleşiyor. Oysaki Cenevre Sözleşmesinin 23. maddesi ‘‘düşman dahi olsa, münhasıran sivil halkına mahsus her türlü ilâç ve sıhhi malzeme sevkiyatının serbestçe geçmesine müsaade edilecektir.’’ hükmünü içermektedir.

Gazze’de bulunan hastanelerin tümünü hedef alan İsrail, sağlık sistemini çökerterek küvözlerde bulunan bebeklerin, yoğun bakımda yatan hastaların ve orta dereceli yaralıların birçoğunun hayatını kaybetmesine neden olarak Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin Cenevre Sözleşmesinin ‘‘Yaralıları, hastaları, malûlleri ve loğusa kadınları tedavi için teşkil edilen sivil hastaneler, hiçbir veçhile taarruza uğrayamazlar.’’ maddesini yüzlerce kez ihlal ettiğini canlı yayınlarda hep birlikte izledik.

Bu vahşetin durdurulması için gözlerin çevrildiği Uluslararası Ceza Mahkemesinden ise henüz bir ses yok. 17 bine yakın kişinin hayatını kaybettiği, 50 bin kişinin yaralandığı Gazze yerle bir olmuşken, 2,5 milyon insan çöllere doğru sürgün edilirken ne bekleniyor anlamak mümkün değil.

Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Karim Khan, geçtiğimiz günlerde bölgeye yaptığı ziyaretin ardından yaptığı açıklamada savaş suçu iddialarını soruşturma çabalarını hızlandırma sözü verdi. İsrail, uluslararası insancıl hukuka ve savaş hukukuna dair kabul görmüş tüm sözleşme ve prensiplerin tamamını ihlal ederken bu ihlallerle ilgili on binlerce bilgi, belge ve görüntü kendilerine sunulmuşken soruşturma çabalarının hızlanacağı sözü aymazlıktan öte bir şey değil.

Böyle bir saldırı İsrail’e ya da Batılı bir ülkeye karşı yapılmış olsaydı Birleşmiş Milletler bu kadar etkisiz kalabilir miydi ya da Uluslararası Ceza Mahkemesi harekete geçmek için bu kadar bekleyebilir miydi?

Akif’in ‘‘Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar’’ mısrasında lanetlediği Batı’nın kendisini ve menfaatlerini korumak için kurmuş olduğu müesses nizamın, mazlum milletleri özellikle de Müslümanları koruyacağını düşünmek beyhude bir bekleyişten öteye geçmeyecektir.