PİYASALAR

  • BIST 1009827.231.51%
  • ALTIN2954.6590.39%
  • DOLAR34.7450.1%
  • EURO36.502-0.16%
  • STERLİN43.994-0.33%
  1. YAZARLAR

  2. Hilal Güler

  3. 2020 Miladın Eşiğindeki Komplo Teorisi
Hilal Güler

Hilal Güler

Yazarın Tüm Yazıları >

2020 Miladın Eşiğindeki Komplo Teorisi

A+A-

Son ayına girdiğimiz 2020 yılı her anlamda devletlerin ve toplumsal yapıların büyük değişikliklerine sahne olmakta. Şunun altını çizmek istiyorum ki Dünya’da oynanan bu “yenİ normal” oyunuyla devletler ve toplumlara yeni bir şekil verilmek istenirken devletimiz açık açık her türlü odağı ve ittifakı karşısına alarak “hamleni gördüm, rest çekiyorum!” demeyi başardı.

Yıllar sonra “sahi ne yıldı öyle!” diye hatırlayacağımız, 7’den 70’e herkesin dilinde olan bir yıl; 2020... Bir milâdın eşiğinde miyiz yoksa kocaman bir komplo teorisi cümbüşünün içine mi düştük, şimdilik bilmiyoruz. Ancak aşikâr olan şey 2020 yılını ne olursa olsun unutmayacağız. Kısa süre sonra bol bol tezler, makaleler yazıp fazlasıyla konuşacağımız 2020’yi, hâlihazırda son ayına girmişken gelin birlikte siyasi ve toplumsal boyutlarıyla ele almaya çalışalım. Elazığ’da meydana gelen deprem gerek Avusturalya başta olmak üzere çeşitli yerlerinde çıkan yangınlar... Birçoğumuz 2020 yılına girerken yeni bir yıla girmenin umudu ve heyecanı içerisindeydik. Ancak Ocak ayı ile birlikte yavaş yavaş yılın aslında beklediğimiz gibi geçmeyeceğini fark ettik. Zira gerek Elazığ’da meydana gelen deprem gerek Avusturalya başta olmak üzere çeşitli yerlerinde çıkan yangınlar; uçak kazaları, doğal afetler derken üzerine tüm dünyayı etkileyen korona salgını bu yılın insanlık için “uğursuz, belalı, kara yıl” olarak anılmasına zemin hazırladı. Hâl böyle olduğunda küresel çapta felaket senaryoları havada uçuşurken kitlesel olarak psikolojik alt üst oluşlar yaşandı. Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere devletlerin takındığı bencilce tavırlar; misal birbirlerinin tıbbi malzeme ve ilaçlarına el koymaları, 21. Yüzyıl dünyasının sözde medeni eşiği aşmış ülkeleri için hiç beklenmeyen bir gelişmeydi.

Öncelikle, en temel olarak toplumların devletlere olan güveninin azalması 2020 yılına damgasını vurdu. Salgını küresel bir kaosa çeviren de insanların hissettiği tek başınalık duygusunun yol açtığı korku ve panikti. 6-7 ay önce Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere devletlerin takındığı bencilce tavırlar; misal birbirlerinin tıbbi malzeme ve ilaçlarına el koymaları, 21. Yüzyıl dünyasının sözde medeni eşiği aşmış ülkeleri için hiç beklenmeyen bir gelişmeydi. Özellikle Avrupa’nın devlerine göre daha zayıf ekonomiye sahip İtalya ve İspanya gibi ülkeler için bu durum, bir hâmi olarak Avrupa Birliği’nin sorgulanmasına hatta uzun ölçekte sonuçlarını göreceğimiz bir eksen kaymasına sebep oldu. Çok yakın bir zamana kadar Avrupa Birliği’nin o kutsanan ulusüstü birlik bilinci sadece iki ay içerisinde çöktü. Bu devletlerin küresel ölçekte yaşanan ilk krizde tutundukları korsanca tavır, “Sen onları birlik içinde sanırsın, oysa kalpleri dağınıktır. (Haşr:14)” ayetini aklımıza getirdi. Salgının etkisi inkâr edilemeyecek kadar ortadayken medya da bu yılın olağanüstü derecede kaoslarla çevrili bir yıl olduğu propagandasına son sürat devam etti. Kovid-19 ile ilgili inanılmaz büyüklükte bilgi kirliliği yayılırken; Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere uzmanlar insanları teskin ederek evden çıkmamayı aşılamak yerine medyayla işbirliği içinde ciddi bir panik havası yarattılar. Birçok olayın, afetin ve salgının art arda gelişi bu panik atmosferinde insanlara abartılı bir yansıma olarak geri döndü. Evet, belki de yüzyıla damgasını vuran bir salgınla karşı karşıyaydık. Ancak en ufak olay bile sanki ilk kez yaşanıyormuş gibi lanse edilince insanlar arka plandaki siyasi hamlelere dayanıksız hâle geldiler. Şu bir gerçektir ki korkmuş bir topluma istediğiniz her şeyi yaptırabilir, toplumun temel yasalarını karmaşadan yararlanarak değiştirebilirsiniz. İşte “yeni düzen” adı altında hem devletlere hem de toplumlara tam olarak yapılmak istenen, onların temel dinamiklerini değiştirmeye çalışmaktı. Sosyal medyayı takip edenlerin gayet iyi bildiği üzere günümüzde neredeyse her devlet üzerinde inanılmaz büyük bir dezenformasyon kampanyası sürmekte. 1980 sonrasının günümüze ulaşan neoliberal devlet politikaları işte bu yolla sorgulanabilir hâle geldi. Hem de bu sorgulama hiç beklenmeyecek şekilde; özgürlük ilkesi çiğnenerek yapılmakta. Bireysel olarak da geçmişte asla karşılaşmadığımız bir ayrışma ile yüzleşiyoruz: 1984 kitabını andıracak şekilde sosyal ağlarda denetlenebiliyor veya kısıtlanabiliyoruz. Daha açık bir örnekle devam edecek olursak bugün artık ABD’nin devlet başkanının ve ikametgâhı Beyaz Saray’ın resmi twitter hesapları dahi sosyal medya yöneticileri tarafından engellenebiliyor. Bunun dışında Avrupa’nın düşünce dünyasını şekillendiren en temel savlarından olan “düşünce, vicdan ve din özgürlüğü” hakkı da ayan beyan ayaklar altına alınmış durumda. Yükselen sağ rüzgarının da etkisiyle yabancı karşıtlığı ve islamofobi giderek 2. Dünya Savaşı öncesinin nefret söylemlerine yaklaşıyor. Üstelik bu durum Macron gibi birçok devlet başkanı tarafından meşruiyet aracı olarak kullanılıyor. Tüm bu yaşananlarla birlikte ülkelerin salgın dolayısıyla aldıkları tedbirler kapsamında birçok iş yerine kepenk vurulurken Dünya çapında ekonomik daralmalar da yaşanıyor. Henüz tam olarak sonuçlarını kestiremediğimiz bu daralmalar aktarmaya çalıştığım siyasi ve toplumsal çıkmazlara eklenerek toplumsal hareketler üzerinde elbette söylemsel ve eylemsel değişime sebep oluyor. Özellikle 1968 sonrası kimlik üzerinden gelişen postmodern hareketlerin devlet uygulamalarına karşı yavaş yavaş radikalleştiğini/radikalleşeceğini söylemek artık mümkün. Salgın tamamen bittiğinde toplumların karşı karşıya kalacakları büyük işsizlik dalgaları, sigorta ve sağlık sistemlerindeki değişimler; sürecin bıraktığı psikolojik yıpranmışlık ile birleştiğinde “black lives matter” ve “sarı yelekliler” benzeri protestoların önümüzdeki yıllarda daha fazla görüleceğini tahmin etmek hiç de zor değil. Bu yıl ülkemiz için farklı açılardan birçok önemli olaya sahne olduğundan, 2020’nin Türkiye üzerindeki izdüşümünün ayrı bir parantezde bahsedilmeye değer olduğunu düşünüyorum. Türkiye bu yıl pandemi ile birlikte doğal afetler ve depremlerle de birçok kez sarsıldı. Ancak en azından “devlet tarafından bir başına bırakılmamış olmak” bile toplumuzdaki değişimlerin görece sınırlı kalmasına olanak sağladı. Ancak küresel ölçekte gelen buhran silsilesinin ülkemizi etkilemediğini düşünmek de pek mantıklı değil. Korona tedbirleri kapsamında insanların evlerine kapanması birçok işkolunu ekonomik olarak sarsmış durumda. Alım gücünün ciddi ölçüde düştüğü ve enflasyonun arttığı şu günlerin çok kısa vadede 2020 öncesine dönmesi kolay görünmüyor. Ekonominin yanı sıra toplumsal düzen de yukarıda bahsettiğim üzere küresel olarak oluşturulan panik havasından nasibini almış durumda. Ancak şunun altını çizmek istiyorum ki Dünya’da oynanan bu “yeni normal” oyunuyla devletler ve toplumlara yeni bir şekil verilmek istenirken devletimiz açık açık her türlü odağı ve ittifakı karşısına alarak “hamleni gördüm, rest çekiyorum!” demeyi başardı. Son raddede ivmesi arttırılan silah sanayimizin, gündemimizden düşmeyen enerji arama çalışmalarının, Ayasofya Camii’nin yeniden açılışının uluslararası kamuoyunda bulduğu yankı; bu restin gereken yerlere iletildiğini kanıtlar nitelikte. Kısacası 2020’yi sadece felaketler ve korona salgını ile anmak kanaatimce ülkemizin dik duruşuna haksızlık olacaktır. Özetle son ayına girdiğimiz 2020 yılı her anlamda devletlerin ve toplumsal yapıların büyük değişikliklerine sahne olmakta. Bu yıl yaşanılanların etkisinin 2021’e girer girmez silinmeyeceği de apaçık ortada. Yine de şuna inanıyorum ki dört bir yandan oluşturulmaya çalışılan suni kargaşa havasının içerisinde temkinli olmayı elden bırakmadan önce Allah’a sonra devletimize güvenip tevekkül etmek; ruh ve beden sağlığımızı birlikte korumak adına yapılacak en güzel hareket olacaktır. Nitekim âlemlerin rabbi olan Allah plan yapanların en hayırlısıdır.

Bu yazı toplam 16931 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar