PİYASALAR

  • BIST 10010173.421.17%
  • ALTIN2435.9670.83%
  • DOLAR32.2580.15%
  • EURO34.9190.37%
  • STERLİN40.6020.33%
  1. HABERLER

  2. KÖŞE YAZARLARI

  3. Global şiddet zehrine panzehir olarak tasavvufi İslam
Global şiddet zehrine panzehir olarak tasavvufi İslam

Global şiddet zehrine panzehir olarak tasavvufi İslam

A+A-
Hüseyin Karaca

Zarar verme, güç kullanma, haddi aşma, gibi lügat anlamları içeren şiddet kelimesi, “güven bunalımı, toplumsal ve ekonomik sıkıntılar, işsizlik, hak ihlalleri vb. etkenlerle ortaya çıkan, psikolojik sosyal fiziki şekillerde kendini gösteren, kuvvet kullanımı ile irtibatlı başkasına zarar veren her türlü olumsuz eylem” in adı olarak tanımlanabilir.

Tanımlar konunun sınırlarını çizmesi açısından belirleyicidir. Şiddete yönelik yaptığımız yukarıdaki tanım denemesi, şiddetin psikolojik unsurlarından ziyade pratik toplumsal tezahürlerini ön plana çıkarmaktadır.

Şiddeti, kişileri intihara kadar sürükleyen bir iç bunalım hali olarak algılayıp, onu suç makinesi haline gelen kimselerin hareket tarzı olarak kabul etmek son derece yanlıştır.

Ferdi sıkıntıların ötekine zarar vermesi, şiddetin sosyal bir problem olmasının ilk basamağını teşkil eder. Aslında bu detay, şiddeti bunalımdan ayıran ince noktadır.

Herkes bir şekilde sıkıntılar yaşayabilir. Fakat bu problemlerin sosyal bir karaktere bürünmesi, başkalarının huzur ve saadetini ihlal etmesi, asıl şiddeti sevimsiz kılmaktadır.

Ailede başlayıp toplumun farklı katmanlarında devam eden bir kurumsal şiddet olgusu, modern dünyada iletişimin globalleşmesine bağlı olarak daha önce hiç olmadığı kadar zararlı olmasını beraberinde getirmiştir.

Şiddeti ifşa eden iletişim araçları aslında şiddetin en temel tetikleyicisidir. Bu durum şiddetin meşrulaştırılmasının da diğer bir bahanesini teşkil eder.

Başkasına zarar veren olumsuz saldırgan bir tutum olarak şiddetin geçmişten günümüze din dil ırk ayrımına bakılmaksızın hemen hemen her toplumda görülmesi, onun tamamen insani beşeri ve sosyal şartlara bağlı gelişen bir olgu olduğu tezini doğrulamaktadır.

Şiddetin en üst seviye tezahürü sayılan savaşların, din, dil, coğrafya tanımaksızın dünyayı kasıp kavurmasını, ya şiddeti uygulayanların acımasızlığı ya da şiddete maruz kalanların mağduriyeti ile izah etmek kolaycılıktan başka bir şey değildir.

Hangi eylemlerin şiddet kapsamına alınıp alınamayacağı üzerinde ittifak edilmiş bir kesinlik arz etmemesi konunun diğer paradoksunu teşkil etmektedir.

Irak'taki bir mescitte namaz kılan bir vatandaş Amerikalının nazarında terörist olarak görülebilmekte, Afganistan’da dini ilimler tedrisatı yapılan bir medrese şiddeti teşvik ediyor bahanesiyle bombalanabilmektedir.

Ortadoğu’da ki yer altı zenginliklerine sahip olma iştahı bağlamında Müslümanlara yönelik yöneltilen terörist yaftasının temelinde, “İslam’ın terörist mesajlar yayan muzır inançları barındırdığı”, dolayısıyla “Müslümanların şiddete temayüllü fertler olduğu” önyargısı bulunmaktadır.

Bir savunma psikolojisi içinde meseleye yaklaşmak, Müslümanın şiddet eylemlerine hiçbir şekilde yaklaşmayacağı, yaklaşmadığı, şiddetin sadece emperyalist Batı toplumlarından kaynaklanan bir sorun olduğunu kabul etmeye götürecektir.

Kendi sorunlarıyla yüzleşmenin başkasının günahları üzerinden bir söylem üretmekten daha makbul bir etik davranış olduğunu bilen dindar Müslüman, başka diğer sosyal problemlerde olduğu gibi şiddet konusunda da bütüncül bir bakış açısına sahip olmalıdır.

Müslümanların her ayrıntıda doğru İslam’ı temsil ettiği/etmesi gerektiği vehmi, kanaatimizce sapmaların ilk durağıdır. Müslümanlar en kâmil ölçüde dini yaşamakla mükelleftirler. Fakat coğrafi, tarihi tecrübelerin bir mahsulü olarak dinin kültürel boyutunun duygusal bir altyapı şeklinde dindar davranışını şekillendirmesi, dindar reflekslerin rengini belirleyen önemli bir ayrıntıdır.

Tarihi tecrübelerine dayanarak Tasavvufun toplumda olumlu, “ılımlı” bir çizgide şiddetten uzak bir sükûnet âlemini inşâ ettiğini göz ardı ederek İslam’ın şiddet karşısındaki tutumunu sağlıklı değerlendirmek mümkün görünmemektedir. Buradaki ılımlı ifadesi, suya sabuna dokunmayan, pasif, hakim güçlerin elinde oyuncak bir dindarlık tasavvuru demek değildir. Aksine sûfî dervişler vasıtasıyla İslâm’ı benimseyenler göz önünde bulundurulursa, burada ılımlı kelimesinin radikal ifrat tefritten uzak bir evrensel ahlaki kucaklayıcılığı temsil ettiği anlaşılacaktır.

Diğer yandan Kur’an ve Sünnette yer alan lokal şiddet içerikli metinler ile İslam Tarihinde görülen dönemsel sosyal-siyasi çatışmaları, şiddeti besleyen, büyüten bir referans olarak sürekli gündeme getirmek, modernist Müslüman entelektüellerin de içine düştüğü bir tezattır.

İslâm şeriatını oluşturan temel kaynakların, keyfî popüler hedefler doğrultusunda yorumlanması, dünya genelinde islamofobi algısını besleyen faktörlerden biridir.

“Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin/şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler.” (Fetih 48/29) ayet-i kerimesi, Müslümanın kendisini tehlike olarak algılayıp kendisine saldıran düşmanlara karşı kararlı tutumunu işaretleyen önemli bir referans iken, zaman zaman Avrupa’daki bir metropol kent meydanında bomba yüklü arabanın infilak ettirilip onlarca kişinin öldürülmesinin gerekçesi olarak görülebilmektedir.

Psikolojik tetikleyicisi ne olursa olsun Müslümanı terörist gösterecek her türlü toplumsal eylem sonuçta İslam’a zarar vermektedir.

Sosyolojik bir adalet düsturu olarak kabul edilen "Sizden biri bir kötülük/münker gördüğünde, gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse diliyle düzeltsin. Onu da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğz etsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir." (Tirmizi, Fiten, 11) hadis-i şerîfi de yanlış yorumlara müncer kılınabilmekte, münkeri eliyle düzeltmenin yolunun mevcut sisteme her türlü vasıtayı meşru gören bir yaklaşım ile başkaldırmak olduğu saplantısına düşülebilmekte, dolayısıyla da İslâm’ın ruhuyla bağdaşmayan eylemlere girilebilmektedir.

Asrı saadetten beri oldukça kanlı savaşlar, fitne hareketleri olmuştur, olmaktadır, bundan sonra da olacaktır.

Pozitivist sosyolojilerde de inanca dayalı dogmatik davranış biçimlerinin şiddeti körükleyen bir unsur olduğu hep gündeme getirilmiştir.

Kültür sanat mimari yönlerden deneyim rüştünü farklı devlet tecrübeleriyle ispatlayan İslam Medeniyeti, aslında tasavvufî enginliğiyle, toplumsal değişimler dönüşümler karşısında İslâm’ın söylemlerini etik bir tutarlılık içerisinde söylemiş, dünya barışına, sosyal hayatta dengeli birlikte yaşama kültürüne dair oldukça zengin bir örneklik sergilemiştir.

Siyasi ekonomik yönden geri kalan İslam dünyasının bir tepki olarak kendini şiddet içerikli eylemlerle ifade etmesini eleştirirken, özellikle Ortadoğu ülkelerinin otoriter baskı rejimleri altında neredeyse ağzını açamayan, çaresiz Müslümanların ahvalini de göz ardı etmemekte fayda vardır.

Demokrasi ve insan hakları konusunda oldukça kötü sınav veren Ortadoğu rejimleri İslam düşmanları tarafından İslâm’ın temsilcisi olarak lanse edilmekte bu da Müslümanların değişen dünya değerleri ve demokrasi gibi alanlarda bir model teşkil edemeyeceği sonucunu doğurmaktadır.

Dünyadaki egemen güçlerin Müslüman mahallesinde şiddeti, şiddet gruplarını teşvik edip pazarlaması gerçeği bir yana, aslında asıl şiddete Müslümanlar maruz kalmaktadır. Diğer yandan evrensel insani değerleri ahlaki tasavvufi derinliği içinde savunabilen örnek Müslüman tavır maalesef şiddet eylemelerinin gölgesinde kalabilmekte, Müslüman ülkelerde bile genç nesiller şiddete radikalizme dayalı bir din algısından başka bir model ile buluşamamaktadır.

İslâm’dan uzak kalan toplumların şiddetten uzak, İslâm’a yakın toplumların şiddetten uzak olması gerektiği teorik olarak doğrudur. Ne yazık ki pratik olarak bunun böyle olmadığı da doğrudur.

İslam’dan uzak kalan toplumların şiddetini tanımak kolay iken İslam’a yakınmış gibi görünen toplumlardaki şiddeti tanımlayıp çözüm üretmek zorlaşmaktadır. Çünkü din, öz itibariyle başkasına zarar veren şiddeti tasvip etmez.

Dindarlığın şekle indirgendiği modern toplumlarda şiddet tezahürleri daha ikiyüzlü hale gelebilmekte, sahte, zahirî bir sükûnetin altında ezen, hor gören bir şiddet hükmünü sürdürebilmektedir.

Belki de bu görünmeyen şiddetin en belirgin örneği kadına olan şiddet gibi görünse de asıl şiddet zihinleri esir alan şiddettir. Zihinleri ikiyüzlü bir tutarsızlığa demirleyen, karakteri sıfırlayan, etik değerleri seküler bir denklemin malzemesi yapan toplumsal realitenin adı olsa olsa şiddettir.

Modern yaşam, zihinlerimize çoktan sessiz sakin bir şiddet darbesi yapmıştır. Sessizlik ve bağımlılık şiddeti, atalet tembellik ve sorumsuzluk şiddetini doğurmuştur. Bencil bir Müslüman davranış, ümmet olma hayallerinin önündeki en büyük engel olarak durmaktadır.

Duyarsız, vurdumduymaz bir sağırlık şiddeti, Müslüman toplumu kemiren en büyük pasif şiddettir.

Malumdur ki, ötekinin günahına sevinmek, kendi sevabını inşa etmek anlamına gelmez.

Sosyal çalkantılar bugün Müslümanları, komşusunun felaketlerinden büyük haz alır hale getirmiş, mazoşist bir dindarlık türemiş, bunun sonucunda kendi doğrularını inşa yerine başkalarının yanlışlarıyla uğraşan, ibadet boyutu da gitgide yozlaşan bir entelektüel dini yaklaşım popüler hale getirilmiş, başkasının mutsuzluğunu kendi mutluluğunun basamağı yapmak gitgide revaç bulmaya başlamıştır.

Temel iman ve İslâm esasları konusunda cahil bırakılmış fertler, slogan Müslümanlığı ile ölümcül bir pasif şiddetin kurbanlarıdır artık. Ameli ritüellerden ve geleneklerden uzaklaşan toplumun düşünce sapmalarına düşmesi kaçınılmazdır.

Radikal ifrat ve tefritlere düşmemek için “şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d 13/11) ayeti tekrar tekrar düşünülmeli, haram helal hassasiyetini vurgulayan, toplumu kalbî terbiye eden bir kıvamda yoğuran tasavvufi renkler, aslî orijinal hüviyetiyle ailelerden başlamak üzere sosyal yapıya yeniden serpiştirilmelidir.

Zaman, tarikat takıntısına düşmeden Tasavvufu sadece pasif, psikolojik karaktere sahip, sosyal söylemleri olmayan bir vicdan eylemi olarak görmeyip, ehlisünnet ortak noktasının harcı olarak görmek ve bu görüşü pozitif bir sosyal ahlak imkânı, bir birlikte yaşam ahenginin fırsatı olarak kabul etme zamanıdır.

Kişileri birey, bireyleri ümmet kılacak karakter dindarlığını önemseyen önceliklere yönelme zamanıdır.

Kuru bir savunma psikolojisi içinde mağduriyetleri dile dolayıp, dışa ılımlı, ailemize işimize çevremize karşı katı iki yüzlü fertler olmamak için tutarlı Müslümanlar olma zamanıdır.

Zira “Müslüman, toplumuna şiddet uygulamaz, terörist olamaz” önermesi, gerek fikrî, gerek ahlâkî düzeyde temsil eden, iradesine hâkim, ahlaklı Müslüman bireyler yetiştirdikten sonra söylenildiği zaman anlamlıdır.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.