PİYASALAR

  • BIST 1009897.511.86%
  • ALTIN2435.6810.33%
  • DOLAR32.52-0.13%
  • EURO34.891-0.16%
  • STERLİN40.5940.06%
  1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. Türkiye’de gençler İslam’dan uzaklaşıyor mu? Yazar Mustafa Uslu cevapladı
Türkiye’de gençler İslam’dan uzaklaşıyor mu? Yazar Mustafa Uslu cevapladı

Türkiye’de gençler İslam’dan uzaklaşıyor mu? Yazar Mustafa Uslu cevapladı

Yazar Mustafa Uslu, Türkiye'deki gençliği ve deizm tartışmaları hakkında Turuncu Dergisi'ne önemli açıklamalarda bulundu.

A+A-

Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Gazetesi mutluluktan dört köşe bir manşet attı ‘İmam Hatipliler Deizme Kayıyor’ diye. Konya’da yapılan Gençlik ve İnanç çalıştayının sonuç bildirgesi Türkiye’de gençlik Allah inancı, dindarlık ve takva gibi başlıklarda farklı sorunların altını çiziyordu ve dindar nesilden korkanlar ‘deizm’ üzerinden çalıştay sonucunu farklı bir alana çektiler. Tartışma boyut değiştirdi. Biz de yazar Mustafa Uslu’nun kapısını çaldık ve ‘Hocam, gözümüzün nuru gençliğin hali nedir?’ diye sorduk. Sağ olsun Mustafa Hoca Türkiye’nin gençlik haritasını çıkarttı. Toplum ve gençlik arasındaki ilişkinin dinamiklerinden bahsetti.   

Gençlik ve deizm neden gündemimize düştü sizce?


Gündemimize sürekli bir şeyler düşüyor, düşürülüyor. Şu sıralar deizm düştü. Düştü mü, düşmedi mi? Düştüyse niye düştü? Nasıl düştü? Kim düşürdü? Herkesin, her kesimin dillendirdiği malum meseleler. Allah’ın varlığı ve -haşa- yokluğu tartışması yetmedi, şimdilerde “Allah vardır, gayrısı yoktur” gibi bir anlayış ortaya çıktı. Bu anlayışın ortaya çıkmasının temel faktörü dini mevzulardaki bir takım lüzumsuz tartışmalar ve buna bağlı çatışmalardır. Günümüz gençliği soran, sorgulayan bir gençlik. Bu tartışmalar ve çatışmalar, gençlerin zihninde sorulara yol açabiliyor. Onlar da “var mı, yok mu, doğru mu, yanlış mı” diye muhasebe yapıyorlar mutlaka. Bir de dinin menfaatler doğrultusunda yorumlanması veya menfaatlerin dini yaşayışın merkezine alınması etkili oluyor. Ondan sonra İslam’ın temel inanç dinamikleri üzerinden bir tartışma başlatılıyor. Allah inancı ve diğerlerini çarpıştırmaya yönelik bir eylem olarak görüyorum bunu. 

Türkiye’de gençler İslam’dan uzaklaşmış gibi bir tablo çiziliyor. İşin doğrusu nedir?


Büyükler İslam’ı hakkıyla yaşıyorlar ve gençler İslam’dan uzaklaşıyor. Peki, bu yargıya kimler varmış? Büyükler. Oysa öncelikle büyüklerin İslam’ı ne kadar yaşadığı, gençlere ne kadar örnek olduğu sorgulanmalı. Ondan sonra gençlerin İslam’dan uzaklaşıp uzaklaşmadığı meselesi değerlendirilmeli. Öncelikle gençlere İslam’ın vahdet dini olduğunu; İslam güzel ahlaktır hakikatini hissettirilmesi lazım. Vahdet dini İslam’ı, tefrika istila etmiş. Kim getirmiş İslam’ı bu hale? Müslümanlar. Yüz yıllardır şu coğrafyada Müslümanlar birbirini tokatlıyor. Çatışma, çatışma, çatışma… 


Eskiden ilkokulda yaramazlık yapan, kavga eden iki öğrenciyi birbirine tokatlatırdı öğretmen. Kısmen ortaokulda da olmuştur. Yaşamadım ama gördüm. Öğretmen öğrenciyi tahtanın önüne alıp “Birbirinizi tokatlayın, siz tokatlamasanız ben sizi döverim, az vurana ben çok vururum” diye bir taraftan yol gösterir, bir taraftan tehdit ederdi. Öğrencilerden hiç birisi “biz arkadaşız, ben arkadaşımı tokatlamam” demez ya da diyemez; sözde en cesuru arkadaşına ilk tokadı patlatır, ondan sonra tokatlaşma faslı başlardı. Ardından kızaran yüzler ve okul dışında sürecek dövüşler, kavgalara kapı aralanırdı. 


Müslümanların ahvalini böyle görüyorum günümüzde. Birileri bir bahane ile Müslümanları birbirine tokatlatıyor, taraflardan biri de çıkıp “ben kardeşimi tokatlamam” demiyor, diyemiyor; tokatlaşma, kavgaya, kavga dövüşe, dövüş birbirini katletmeye kadar gidiyor. Ondan sonra birileri “Yahu bu Müslümanlar birbirini katlediyor, bize neler yapmazlar ki?” deyip islamofobi’yi başlatıyor.


O halde menkıbelerde öteye geçip İslam’ın hayat dini, sadece söylem değil eylem dini olduğunu yaşayarak göstermek lazım. Hem gençlerimize, hem öteki mahallenin insanlarına. İslami hayat; sadece namazla, oruçla, zekâtla, hacla sınırlı kalmamalı. A’dan Z’ye aile hayatında, çevrede, sosyal hayatta, ticarette, beşeri ilişkilerde bu gösterilmeli. 

Ülkemizde genç kuşak nasıl kazanılacak?


Manevi değerler bakımından gençlikte bir çözülme, yozlaşma varsa bu aileden başlıyor, çevreden başlıyor, sonrasında eğitim ortamlarına sirayet ediyor. Aileden başlamak üzere herkes çocuğa “yalan söyleme, dürüst ol, saygılı ol, kurallara uy, çevreye duyarlı ol…” diyor. Fakat yine aileden başlamak üzere çocuklara yeterince örnek olunmuyor. “Yalan söyleme” diyen yalan söylüyor, “saygılı ol” diyen, muhatabına saygı göstermiyor, “çevreye duyarlı ol” diyen kendisi bu duyarlılığı göstermiyor, “kurallara uy” diyen kurallara uymuyor. Bu manzara karşısında çocuk da diyor ki böyle kavramlar, değerle var ama uyulmasa da oluyor. Halimiz bu. Sözgelimi; çocuğa yalan söylememeyi öğütleyen bir ailede anne, babaya; baba, anneye yalan söyleyebiliyorsa elden ne gelir? Ya da saygı telkin ediliyor. Lakin ailede veya çevrede insanların birbirlerine saygısızca muamelelerini görmüyor mu çocuk? Kırmızı ışıkta geçen otomobili gören çocuğa ‘kırmızı ışıkta durulur’ kuralını nasıl benimseteceğiz? 


Evet, gelenek ve göreneği göz ardı etmişiz, dini değerleri önemsememişiz, yasaları uymamışız. Ondan sonra diyoruz ki ne olacak bu gençlerin hali? Doğrudur, bir çözülme ve yozlaşma vardır. Büyüklerin ihmali yüzünden sorumlu değil, sorunlu gençler yetişmiş. Bunlara bir sürü gerekçe, bahane bulunabilir. Aileden başlamak üzere toplumun her kesiminde evde, sokakta, mahallede başlatılacak ciddi anlamda bir örnek olma seferberliği ile bu işin üstesinden gelinebilir diye düşünüyorum. Unutmayalım: Çocukların öğütlerden çok iyi örneklere ihtiyacı vardır. Biz bugün -maalesef ama maalesef- bunun eksikliğini toplumun her kesiminde şiddetle hissediyoruz.


Ayrıca empatiyi çok ama çok önemsiyorum. Aile huzuru, toplum huzuru ancak empati ile sağlanır diyorum. Bu konuda altın kural şudur: “Sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma.” Gençliğin buna ihtiyacı var ve hem de çok var. Anne babalar başta olmak üzere tüm büyüklerin bu konuda çocuklara ve gençlere örnek olması ve empati yapma alışkanlığını yeni nesillere kazandırması gerekir.

Modernite ve gelenek arasında sıkışmış bir toplum aile; çocuk ve gençlik konularında sorunlar yaşıyor. Peki, çözüm nerede? 


“İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” sözü meşhurdur ki içinde bulunulan bu durumu pek de güzel ifade ediyor diye düşünüyorum. Doğrudur, bir taraftan geleneği muhafaza etmeye çalışıyoruz, en azından muhafaza etmeyi düşünüyoruz; diğer taraftan moderniteye yakayı kaptırmışız.  Bir taraftan yenilikler,  bir taraftan bilimsel ve teknolojik gelişmeler, bir taraftan endüstriyel ve ekonomik gelişmeler,  bir taraftan giyim-kuşamdan günlük yaşayışa hayat standartlarındaki değişimler muhafazakâr kesimi müşkül durumda bırakıyor. Pek çok konuda olduğu gibi modernite konusu da Batı toplumlarında zuhur etmiştir malum olduğu üzere. Bir nevi rüzgâr. Biz insanımız da bir şekilde bu rüzgârın etkisine kapılmıştır.  Modernite, kendine ait bir takım değerler doğrultusunda hayat anlayışı geliştirmiş. Her şeyi akılla yorumlar olmuş. İnsanın yerine akıl. Deizm böyle bir hayat anlayışının sonucu olabilir mi? Bunu da düşünmek lazım. Nedir modernitenin ortaya koyduğu değerler? Hürriyet, adalet, çağdaşlık, zenginlik, ekonomik güç, siyasi güç, kentleşme, laiklik, bilgi… Eksikler olabilir. Bu endüstri toplumu olmanın bir sonucu olsa gerek. Günümüzdeki haliyle kentleşme, tüketim ve pazarlama, lüks ve konfor, önlenemeyen -ben, önemsenmeyen diyeceğim- yoksulluk, medya etkisi, insani duyguların körleşmeye yüz tutması, kapitalist zihniyetin özgürlük anlayışı var olduğu sürece modernitenin etkisinden kurtulmak kolay kolay mümkün olmayacaktır.
Her şeye rağmen geleneğe mensup zümrenin “dürüst, güvenilir, adaletli, alçakgönüllü, kanaatkâr, sabırlı, sevgi ve saygıyı hayatının merkezine koyan; hileden, yalandan, kibirden, dedikodudan, ön yargıdan, israftan, ikiyüzlülükten uzak duran” bir anlayışla hayatını tanzim etmesiyle bu sorunun çözümlenebileceğini düşünüyorum.

Sistem içinde öğretmenler, öğrencilerin ne kadar farkında?


Eğitim öğretimde amaç sadece akademik eğitim mi yoksa değerler eğitimi de bu sürece dâhil mi? Önce bunun adını koymak gerekiyor. Akademik başarı noktasında herkesten aynı başarıyı beklemek, herkesin yüz metreyi aynı sürede koşmasını beklemek gibi bir şey. Değerler eğitimi noktasında daha önce söylediğimiz gibi, aile ve çevre çocuğa tam anlamıyla örnek olmalı, okulda ve hayatta bu pekiştirilmeli. Özellikle son dönemde öğretmen-öğrenci-veli çatışması sıkça dillendiriliyor. Bunun neticesinde bazı olumsuzlukları -maalesef- okuyoruz, duyuyoruz, görüyoruz. Ne demek öğretmenin canına kast edilmesi? Öğretmen-öğrenci-veli arasında iletişim sorunu yaşanıyorsa bunun sebebi toplumun şu anki yapısı. Bireyler birbirine gerekli ve yeterli saygıyı göstermiyor. Çocuk da yeri geldiğinde öğretmenine göstermiyor. Çünkü toplumda gördüğü bu. Velinin devreye girmesiyle olayın boyutu değişiyor.
Oysa öğrenci-öğretmen-veli işbirliği ile çözümsüz görünen birçok sorunun kolay bir şekilde çözülmesi sağlanacaktır. Anne-baba, öğrenci ve öğretmenden her birisi kendi görev ve sorumluluğunu iyi belirlemişse eğitim öğretim süreci daha verimli olacaktır. Bir de herkes birbirinin farkında olmalı. Herkes elini taşın altına koymalı. Aile okuldan, öğretmenden; okul aileden beklememeli. Varsa sorun, el birliği ile giderilmeye çalışılmalı. Bir de öğretmenlik bir fıtrat mesleği. Şimdi biz bunu bir memuriyet haline getirmişiz. Öğretmen, öğrencinin ruhuna dokunabilmeli. Ona bilgi aktarırken hayata dair ayrıntıları sezdirmeli. Anne-baba çocuk arasındaki sevgi ve saygı bağı, öğretmen-öğrenci arasında da tezahür etmeli. İşte o vakit, herkes birbirinin farkında olacaktır ve eğitimde istenilen sonuçlar daha sağlıklı bir şekilde elde edilebilecektir.

Gençler okuyor mu? Okuyorsa neyi, nasıl okumalı?


Genel anlamda gençlik okuyor. Bu eylem, kitap veya çoğunlukla dijital ortamlarda gerçekleştiriliyor. Ancak neler okunuyor? Bunu araştırmak lazım. Son dönemde çağdaş edebiyat, popüler edebiyat namıyla bir takım yazarlar türedi. Muazzam bir okuyucu kitlesine hitap ediyor. Kitapları yüz binler basılıp satılıyor. Bu kitapların içeriğine bakan var mı anne-babalardan, eğitimcilerden? İntihar eğilimleri, müstehcenlik, kaba-argo, küfür sözler, ensest, cinsellikle ilgili özentiler, entrikalar, çarpık ilişkiler, yalan yanlış hayaller, boşluk edebiyatı… gırla gidiyor. Belki +24 olması gereken kitapları on-on iki yaşından itibaren gençlerimiz, çocuklarımız okuyor. Onlar, bu kitapları okuduktan sonra ne düşünüyor, ne hayal ediyor, hayata bakış açıları nasıl oluyor? Merak ediyorum aslında. Belirli çevrelerin ve yayınevlerinin parlattığı yazarlar var. Bunların dışında tanınmış, gençlerin ilgi duyabileceği yazar var mı? Bazı istisnalarla birlikte özellikle bunları sorgulamak lazım? Eğer gencin duyguları, düşünceleri, hayalleri; doğru örneklerle beslenmemişse daha kolay istikametini kaybediyor okuduğu kitaptan, seyrettiği filmden etkilenerek. Bu olumsuz etkiyi en aza indirgeyecek yolları bulmak ve uygulamaya koymak lazım.

Bu keyifli söyleşi için teşekkür ederiz.
Ben de hassaten sizlere teşekkür ediyor; hayatınızda sağlık ve huzur, çalışmalarınızda başarılar diliyorum. 

 

 

Röportaj: Zehra Güvenli / Turuncu Dergisi
 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.