PİYASALAR

  • BIST 1009716.770%
  • ALTIN2435.6810.33%
  • DOLAR32.52-0.13%
  • EURO34.891-0.16%
  • STERLİN40.5940.06%
  1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. Eğitim Bir-Sen Konya 2 No'lu Şube Başkanı Şenol Metin ile Özel Söyleşi
Eğitim Bir-Sen Konya 2 No'lu Şube Başkanı Şenol Metin ile Özel Söyleşi

Eğitim Bir-Sen Konya 2 No'lu Şube Başkanı Şenol Metin ile Özel Söyleşi

Eğitim Bir-Sen Konya 2 No'lu Şube Başkanı Şenol Metin, Yenikapı Habere vermiş olduğu özel röportajda üniversitelerde yaşanan sorunları ve gündemin değişmeyen maddelerini değerlendirdi.

A+A-

1. Üniversitelerde pandemi döneminde uzaktan eğitim nasıl ilerledi? Bu süreçte yaşanan zorluklar nelerdir?

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 12 Ocak 2020’de Covid-19’u ilk raporlamasından itibaren Dünya, küresel ölçekli bir salgınla yüzleşmeye başladı. İnsanlık tarihinin ilk karşılaştığı salgın olmamasına rağmen Dünyanın büyük bir köye dönüşmüş olduğunu kanıtlarcasına Covid-19  en etkili salgını oldu. İlk vakanın raporlandığı 11.03.2020 tarihinden itibaren Türkiye’de ekonomiden, sosyal hayata, eğitimden, dini hayata kadar pek çok alanda yeni bir dünya düzenine ‘bismillah’ dedik.  Eğitime kısa süreli bir ara verdikten sonra, Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversiteler uzaktan eğitim ile başladığı eğitim sürecinde daha önce tamamlayıcı bir eğitim kanalı olan uzaktan eğitim, alternatif eğitim kanalına dönüştü. Milli Eğitim Bakanlığı, merkezi imkanların ve otoritenin etkisi ile sürece daha hızlı intibak etse de süreç içinde üniversiteler de intibak kapasitesini geliştirdi. Mayıs-Haziran aylarında bazı üniversiteler vize ve final sınavlarını yüz yüze yapma ısrarında bulunsalar da Sağlık Bakanlığının ve YÖK’ün zamanında aldığı kararlar ile büyük bir kriz yaşanmadan sorun çözüldü ve bugünlere geldik.

Covid-19 pandemisi tamamen gündemimizden çıksa bile eğitim sisteminde edindiğimiz bazı tecrübeler, alışkanlıklarımız devam edecektir.

İlk olarak uzaktan eğitim ile yüz yüze eğitimin belli oranda harmonisine dayalı hibrit eğitim gündemimizde olacak.

Uzaktan eğitimi alternatif veya tamamlayıcı  eğitim kanalı olarak daha çok kullanacağız.

Dijital eğitim materyali geliştirme sorunu ile baş etmeliyiz. Bir de Uzaktan eğitimde ölçme-değerlendirme üzerine kafa yormalıyız.

img_7013.jpg

2. Üniversite idari personelinin karşılaştığı sorunlar, bu sorunların tespit aşaması ve beraberinde gelen çözüm süreci nasıl ilerlemektedir?

Üniversite İdari Personeli, üniversitenin eğitim ve bilim üretim hizmetlerindeki kritik rolüne rağmen maalesef fark edilmeyen, değeri ve önemi anlaşılmayan bir meslek grubudur. Üniversitenin eğitim ve bilim üretimi için her türlü fedakarlığı yapan, eğitim ortamlarını en ideal şekilde kurgulayan üniversite idari personeli ne yazık ki yok sayılmakta, sunduğu hizmetlere bir teşekkür bile çok görülmektedir. Üniversitenin eğitim ve bilim üretimine destek hizmetlerinin etkin ve kesintisiz bir şekilde sürdürmesini sağlayan Üniversite İdari Personeli fark edilmeyişe içerlemektedir ve bu içerleme artık tahammül sınırlarını aşmıştır.  Üniversitenin kendisinden beklenen rolü ifasında kritik rolü olan Üniversite İdari Personeli içe kapanmıştır, tükenme sürecindedir, yarına dair ümidini kaybetmiştir. Yıllardır süren yok sayma, hatta ötekileştirme, üniversitenin nitelikli hizmet sunumu da tehdit etmektedir. Üniversite İdari Personeli öncelikle üniversitenin akademik personeli ile idari personeli bir bütün olduğunun, üniversitenin bileşenlerinden birisi olduğunu anlaşılmasını istiyor. Varlığının bilinmesini,  değerli olduğunu hissetmek istiyor.

Üniversite İdari Personelinin sorunları aslında çözülemez değildir, beklentileri çok yüksek de değildir. Üniversite İdari Personelinin tahammülü imkansız  iki temel sorunu vardır.

Üniversite İdari Personelinin en temel sorunu tayin hakkının olmayışıdır. Parçalanmış aileler üreten bu sorunun basit bir idari düzenleme ile çözülebilecek olmasına rağmen çözülmeyişine içerliyorlar. Hasta annesinin son deminde yanında bulunmak istiyorlar, çocuğunun elinden tutup okuluna götürmek istiyorlar. Ve bu istekleri o kadar insani ve o kadar kolay çözülebilecek bir şey ki;

YÖK-Akademi’ye benzeyen YÖK-İdari diyebileceğimiz bir modül üzerinden Üniversite İdari Personelimizin özlük bilgilerinin bu modüle aktarılması ardından, belli bir takvim ve sistem içinde İdari Personelin başvurularının alınıp üniversiteler arasında tayinlerinin yapılmasından ibaret bir düzenleme ve süreç.

Basit bir yazılım, parçalanmış aileleri birleştirecek, tükenmişlikleri nihayetlendirecek ve Üniversite İdari Personeline yeni bir başlangıç yapma şansı verecek. Ve bu çözüm kamuya herhangi bir yükte getirmeyecek. Bekliyoruz.

Üniversite İdari Personelinin ikinci en büyük sorunu ise; görev yaptığı üniversitesinde yönetici olabilmeyi istiyorlar. O kadar doğal bir talep ki…

Bu sorunun çözümü de çok kolaydır. Görevde Yükselme Yönetmeliğine işlerlik kazandırılması ve Fakülte/Yüksekokul Sekreterlerinin Görevde Yükselme Yönetmeliği kapsamına alınması ile üniversiteye her düzeyde yönetici atamasında en az 3 yıllık üniversite deneyimin aranması halinde sorun çözülecektir.

Kendini iyi yetiştirirse görev yaptığı üniversitesinde yönetici olacağını bilen Üniversite İdari Personelinin verimliliği, kurumsal aidiyeti farklı olacaktır. Bunun Üniversitenin eğitim kalitesine ve bilim üretme kapasitesine katkısı da büyük olacaktır. 

calistay-basin-3.jpg

3. Daha önce akademik alanın en büyük düşmanının akademik klanlar olduğunu söylemiştiniz. Akademik klanların meydana gelmesiyle ne gibi sorunlar ortaya çıktı?

Öncelikle Akademik Klan yeni bir kavram yeni bir oluş değil. Modernleşme süreci ile birlikte Türk Modernleştirmesinin bir hastalığı, tüm toplumun bütününe nüfuz etmiş tepeden bakan, elitist, üstenci bakışın üniversitedeki yansımasıdır.  Sorumluluk alanım Üniversite olduğu için ben bu alandaki örgütlü yapı Akademik Klanların spesifik özelliklerini sizlerle paylaşmak istiyorum. 
 ‘Bunların varoluş gayesi  akademik tekamül değil, akademik klanların tetikçiliği yapmaktır.’ sözlerini ilk olarak Cumhurbaşkanımızdan 2018’te Erciyes Üniversitesi Akademik Açılış töreninde duymuştuk. Akademik tekamülü değil, tetikçiliği önceleyen Akademik Klanların varlığı yükseköğretim sisteminde yapısal reformun önündeki en önemli engeldir.
Akademik Klanlar, 29 Ekim 2016’da rektör seçim sisteminin değiştirilerek atama sisteminin kurulması ile büyük bir darbe aldı.
2016 öncesini hatırlatalım; rektör seçim sürecinde her bir Klan, rektör adayları ile pazarlık yapar ‘bizim şu kadar oyumuz var, şu fakülteyi istiyoruz.’ der ve kendilerine hegemonya alanları oluşturdu. Daha sonrasında ise yapılan pazarlık çerçevesinde klanın devamını sağlayacak süreç başlardı.  ‘İstediğim adamı alamayacak mıyım! Burada benim istediğim adamdan başkası öğretim üyesi olamaz, asistan dahi olamaz!’ diyen Akademik Klanlar, ilk kez 2016, 29 Ekim'inde çıkan 676 Sayılı KHK ile büyük bir darbe yedi. Rektör seçim sisteminin ‘ne kadar seçim denebilirse’ atama sistemine dönüşmesi ile ellerindeki en güçlü silahı kaybettiler.
Ardından Akademik Klanların elindeki bir diğer silah ‘Doçentlik Sözlü Sınavı’ Cumhurbaşkanımızın ‘kaldırın’ açık talimatına rağmen Akademik Klanlar, direnmeye devam etti. Nihayetinde Cumhurbaşkanımızın ‘Doçentlik Sözlü Sınavını Kaldırın!, Akademik Yükselmenin önündeki engelleri kaldırın!’ talimatını iki kez vermesi üzerine 7100 Sayılı Kanun ile Doçentlik sözlü sınavı kaldırıldı. Kanuna ve Cumhurbaşkanımızn talimatına rağmen unvanda kaldırılan Doçentlik Sözlü Sınavı 80'e yakın üniversitede Akademik Klanların maniplasyonu ile devam etti. Ancak son 2 yılda aklı selim galip geldi ve 20’ye yakın üniversite haricinde sözlü sınav kalktı, insiyatif alan rektörlerimizi tebrik ediyorum. 
Akademik tekamül için hiçbir gayreti olmayan, neopotizmin en iğrencini yapan, mobbingi kurumsallaştıran Akademik Klan, işgal ettiği konumunu/statüsünü kaybetmemek için her türlü söylemi kullanmakta, akademik yükseltilme yönetmeliklerinde ihdas edilen kriterler ve kural koyma tekelinin sağladığı avantajlar ile akademik yükselmeleri kontrolüne almakta ve Cumhurbaşkanımızca atanan rektörlerin çözüm üretmesini engellemekte, yalnızlaştırmakta ve kendisine tabi hale getirmektedir. 
Son bir tespit Akademik Klanlar için ideoloji araçsaldır.  Birlikte çalışmayı kolaylaştıran bir araçtan ibarettir. Klan, üniversitenin birisinde marksist karakterli bir formda iken başka bir üniversitede ulusalcı bir formda olabilir. 15 Temmuz öncesi FETÖ, bu Klanlar ile ajanda örtüşmesi sağlayarak bazı üniversiteleri ele geçirebilmiştir.

4. Akademik klanların ardından lisansüstü eğitim ve araştırma görevliliği alımlarına bilim sınavlarının getirilmesi hakkında neler söyleyeceksiniz?

Klan, kendi varlığının idamesi için akademinin insan kaynaklarına nüfuz etmesi gerekiyor. Akademiye giriş basamağı olan araştırma görevlilerinin belirlenmesi Klan için beka sorunudur. Akademik Teşkilat Yönetmeliğinin örgütlü yapılara sağladığı avantajları bilen Akademik Klan, Bölüm ve Ana Bilim Dalı başkanlıkları üzerinde oluşturduğu hegemonya üzerinden araştırma görevliliği sınavlarında büyük operasyon kaabiliyetine sahiptir. ÖYP denilen merkezi sistemle araştırma görevlisi istihdamına yönelik Akademik Klanın direnişinin arka planında da bu beka kaygısı vardır. Tek bir adet araştırma görevlisi kadrosu için büyük kavgalar veren Akademik Klanın ÖYP Araştırma görevlisi kadrolarını kullanmaması da, Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile doktorasını yurt dışında yapan bilim insanlarına kadro vermemek için her türlü direnci göstermesinde de; araştırma görevlisinin kadrosunu bulunduğu üniversiteden başka bir üniversitede yüksek lisans ve doktora yapmasının engellenmesinin ardında da aynı beka kaygısı vardır.
Akademi Klan kadroları öncelikle kan bağı ile doldurmaktadır. Kızını, damadını,  eşini üniversiteye almak için gösterilen gayretin yarattığı neopotizmi zaten sizler manşetlere taşımaktasınız. Ama asıl sorun  sıhriyet bağı ile doldurulan kadrolardadır. ‘Yaklaştırmak, eritmek, karıştırmak’ anlamındaki sıhriyet ile altını çizmek istediğim husus şudur; Klana dahil edilmek istenen adaylara yüksek lisans ve doktora eğitimi boyunca profesyonel bir proses uygulanarak özsaygısı kaybettirilmekte, şahsiyeti eritilmekte ve Klana tam bir itaati sağlanmaktadır. İtaati tam olanların Akademik Klanın bir mensubu olarak doktoraları hızla bitirilmekte, kadro vs. süreçlerde klana mensubiyetin tüm imkanları kullandırılmaktadır. İtaatte zorlananlar ise yüksek lisans ve doktora eğitiminde sürekli yol kazaları yaşamakta, bilimsel çalışmaları engellenmekte, kadro bulmaları zorlaştırılmakta buna rağmen her nasılsa bu süzgeçlerden geçenler, doçentlik sürecinde sözlü sınav jurileri üzerinden oluşturulan kirli network ile doçent olmaları engellenmektedir.

Akademiye giriş basamağında liyakatın tesisi, liyakatı tesis içinde yüksek lisans ve doktora sınavlarının merkezi sistemle kurgulanması çok önemlidir.

akif-inan-metin.jpg

5. Eğitim Bir-Sen Konya Şubesi olarak bundan sonraki adımlarınız nelerdir?

Türkiye’nin 10 yıldır çabaladığı Orta-Gelir tuzağından çıkabilmesi inovatif, kreatif beyinlerin yetiştirilmesine bağlıdır. Bu beyinleri yetiştirecek olan üniversitelerimiz maalesef gençliği ve akademiyi tehdit olarak gören 12 Eylül Askeri Cuntasının üniversite tasavvuru olarak doğmuş Yükseköğretim Kanunu ile yönetilmektedir. Kanunu işletenlerin ve Kurul üyelerinin kimliklerinden bağımsız olarak, ontolojisi güvenlik olan bu kanun, kurgusu gereği sistematik çatışma üretmektedir. Ontolojisi çatışma olan yapılarda ortak aklı ve kamusal vicdanı tecessüm ettirecek bağımsız organizasyonlara ihtiyaç vardır. İşte üniversitelerde ortak aklın ve kamusal vicdanın tecessüm ettiği yer Eğitim-Bir-Sen’in üniversite şubeleridir. Eğitim-Bir-Sen aynı zamanda yalnızca bir sendika değildir. Bu hikmete ram olmuş bir kadroya sahip Eğitim-Bir-Sen yükseköğretimin devasa yapısal sorunlarını çözecek enerji ve bilgi birikiminin stoklandığı bir think-thank kuruluşudur.

Ortak aklı aramaya devam edeceğiz.

Amme vicdanının sesi olmaya devam edeceğiz.

Mesuliyetimizin şuurundayız.

6. İLKSAN seçimleri hakkında görüşleriniz nelerdir? ‘EBS İLKSAN seçimini kazanırsa İlksan kapatılacak’ iddiaları için neler söyleyeceksiniz?

İlk ifade etmem gereken husus İLKSAN Delege seçimleri sendikal mücadelenin bir sahası değildir. O mücadele 2001’den beri devam etmekte olup, her yıl mayıs ayında da mutabakat dediğimiz çerçevede neticelenmektedir. Eğitim çalışanları özgür iradeleri ile sendikasını seçmekte, üye olarak destek olmakta, bazen de istifa ederek desteğini çekmektedir. 2020 yılı için süreç bu yıla mahsus temmuzda neticelenmiş, 428.571 eğitim çalışanı tercihini Eğitim-Bir-Sen’den yana, 213.496 eğitim çalışanı da Türk-Eğitim-Sen’den yana tercihini belirtmiştir. Altını çizerek tekraren ifade ediyorum;

İLKSAN Delege Seçimleri sendikal mücadelenin sahasında değildir. İLKSAN ile ilgili olarak ta;

Bir İLKSANZEDE OLARAK HAKKIMI HELAL ETMİYORUM.

1997'de öğretmenliğe başladım. 2005'te Halk Eğitim Merkezine atanınca ILKSAN üyeliğim sonlandırıldı.

1997'de öğretmen maaşı 40-50 (sadece kırk-elli) lira idi. İLKSAN'a Aylık ortalama 80-90 kuruş kesilirdi. Bu kesintileri 8 yıl sonra 2006'da %50 zam lutfederek 130 kuruş olarak ödediler. Eğer kesintim 8 yıl değilde 4-5 yıl olsaymış onu da ödemeyeceklermiş. Aynı sistem benzer koşullarla bugünde devam ettiriliyor. Benim gibi binlerce kurban var. Binlerce öğretmenin maaşlarından cebren yılda 1000 TL’den fazla kesip sonra kendi yazdığınız metinlerle gasp ediyorsunuz. Belki mevzuata uygundur ama helal midir? Benimle nasıl helallaşacaksınız?

Benzer bir sisteme sahip Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) fonlarının yıllık getirisi İLKSAN’ın 6 katı olduğunu biliyoruz. Şimdi soruyorum;

Aradaki 5 katlık farkın izahı nedir?

Söyleyelim; ya beceriksizliktir, ya da peşkeştir. Peşkeşi ‘verdimse ben verdim.’ Sözünden biliyoruz, acaba ‘verdimse ben verdim.’ demeler devam mı ediyor?

Mali, idari dış denetimden kaçınmak isteyişin arka planında da bu iki nedenden birisi var. İLKSAN’ın yönetim ve denetleme kurullarında %60 söz sahibi olan Millî Eğitim Bakanlığı’da bunda suçludur, İLKSAN’ın gaspa dayalı sürdürdüğü sistemin mevzuat altyapısından 1. Derecede MEB sorumludur, bu beceriksizlikten de, peşkeşten de yönetime soktuğu bürokratları nedeni ile almadığı insiyatiften de suçludur. Ama herşey bitmiş değil, hala şansı var.

Soygun düzenine neşter atılmasının zamanı geldi.

3 Nisanda sandık üyesi öğretmenlerimizin mensubiyetler üzerinden değil, ehliyet üzerinden, liyakat üzerinden bir değerlendirme yapmasını, on yıllardır süren bu sorun yumağına neşter atılmasını;

Sadece ve sadece beceriksizlik mi, peşkeş mi sorularının cevabını bulmak için dahi İLKSAN üyesi öğretmenlerimizin, alın terine sahip çıkmasını oy kullanmasını istirham ediyorum.

senol-metin-3.jpg

7. Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesinden ayrılmasını nasıl yorumluyorsunuz?

‘Gölgesinde otur amma, Yaprak senden incinmesin.

Temizlen de gir mezara, Toprak senden incinmesin.’

Diyen bir medeniyetin çocuklarının İstanbul Sözleşmesi’ne ihtiyacı yoktur. Bu coğrafyanın kadim değerlerinde şiddet yoktur. İstanbul Sözleşmesi, modernleşme süreci ile batıdan ithal ettiğimiz şiddeti yine batıdan ithal ettiğimiz yöntemlerle engelleme çabasıdır, beyhudedir.

Küresel Oligarşinin sınırsız desteğinde güçlü bir network oluşturan mor klanlara rağmen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesini feshetmesi, cesaretli bir o kadar da değerlidir. Cumhurbaşkanımızın milli reflekslere, sivil insiyatife verdiği değeri bu icraatında görmekteyiz.

Bizim İstanbul Sözleşmesine yönelik itirazımız esas itibarı ile 3 nedene dayanmaktadır;

İlki Sözleşme, imza ve yürürlük aşamasında kamuoyunun bilgisine sunulmamış, tartışılmamıştır. Kabul edildiği tarihten itibaren ise toplumsal yapıda yarattığı travmaları ile sürekli tartışıldı, nihayetinde kaldırıldı.

İkincisi kadına yönelik şiddeti engellemek için hazırlanan Sözleşme Türkiye dahil hiçbir ülkede kadına yönelik şiddeti engellemekte başarılı ol(a)mamıştır. Çünkü sözleşmeni öncelikleri, araçları şiddeti engellemek için kurgulanmamıştır. Türkiye dahil sözleşmeye rol model olan ülkelerde kadına yönelik şiddetin arttığını dikkate aldığımızda Sözleşmeden çekilmeli idik. Nihayetinde çekildik.

Son olarak, uluslararası metinler yolu ile kadına yönelik şiddeti engellemeye çalışmak yanlış bir tercihti. Doğrusu kendi kültürel kodlarımıza uygun metinler ile kadına yönelik şiddeti engellemektir. Doğrusunu yaptık.

Hatice KILIÇ

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.