PİYASALAR

  • BIST 1009693.461.77%
  • ALTIN2496.1610.03%
  • DOLAR32.4970.13%
  • EURO34.598-0.09%
  • STERLİN40.049-0.49%
  1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. Tarihçi Prof . Dr. Ahmet Şimşirgil: “Nesillerimiz Efendimizi hakkıyla tanımıyor O’nu hatırlatan bir eser yazmak istedim.”
Tarihçi Prof . Dr. Ahmet Şimşirgil: “Nesillerimiz Efendimizi hakkıyla tanımıyor O’nu hatırlatan bir eser yazmak istedim.”

Tarihçi Prof . Dr. Ahmet Şimşirgil: “Nesillerimiz Efendimizi hakkıyla tanımıyor O’nu hatırlatan bir eser yazmak istedim.”

Üslubuyla yediden yetmişe herkese tarihi sevdiren Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, geçtiğimiz günlerde ‘En Sevgili Efendimiz ve Sevdalıları’ adında yeni bir kitap yayımladı. Şimşirgil bu çalışmasında, iki cihan serveri Hazreti Muhammed’in hayatını, şahsiyetini ve O’nun yoluna baş koyan ve hayatlarını O’nun yoluna adayan Peygamber sevdalılarını anlatıyor.

A+A-

SAĞLIKLI NESİLLERİÇİN O’NU ANLATMALIYIZ

Peygamber Efendimiz (S.A.V) nasıl bir babaydı?

Bu konuda Peygamber Efendimizin doğduğu sırada toplumda çocuklara bakışı da bilmek yerinde olacaktır. Cahiliye döneminde kız ve erkek çocuklarına karşı bakış ve davranış arasında dağlar kadar fark vardı. Hatta kız çocuğunun olması bir utanç vakası olarak değerlendirilir ve çoğu kez diri diri toprağa gömülürdü. Onlara hiç değer verilmezdi. Bu itibarla Peygamber Efendimizin tavır ve davranışları o zamanda mutlak bir prensip gibi kabul edilmiş, acımasız değerler göz önüne getirildiğinde çok önemlidir. Şanlı Peygamber Efendimizin davranışları o insanların zihinlerinde dokuz derece deprem şiddetinde bir sarsıntı meydana getirmiştir. O’nun peygamberliğini tasdik edenlere rahmetinin deryasından bir zerresi ulaşmakla, acımasız gönüller bir anda yumuşamıştır. Peygamber Efendimizin uygulamaları, evlâtlarına ve torunlarına olan sevgi ve şefkati bütün ümmetine örnek teşkil edecek müstesna bir seviyededir. Onları bazen sırtına, bazen karnının üzerine alıp eğlendirirdi. Bazen câmide namaz kıldırırken bile omzuna veya sırtına binerler, ses çıkarmazdı. Peygamber Efendimiz, Hazreti Fâtıma huzuruna girdiğinde kalkar, elini tutar, kendisini öper ve yanına oturturdu. Hazreti Fâtıma da muhterem babasına aynı şekilde mukabele ederdi. Resulullah efendimiz, oğlu Hazreti İbrahim doğduğunda çok sevinmiştir. Doğumunun yedinci gününde akika kurbanı olarak bir koç kesmiş, başını tıraş ettirip saçının ağırlığınca gümüşü yoksullara dağıtmıştır. Günümüzde bu akika sünneti unutulmuştur. Halbuki çok mühim olup Müslümanların bu sünneti mutlaka yerine getirmeleri gerekir. Çocuğun kaza ve beladan kurtulmasına vesiledir. Enes bin Malik der ki: “Ben ev halkına Resulullah efendimizden daha şefkatli olan bir kimse görmedim. Oğlu İbrahim, Medine’nin köylerinden birinde, sütannesinin yanında bulunuyordu. Fahr-i Kâinât Efendimiz çocuğunu görmeye giderken, biz de yanında giderdik. Allah Resulü içeri girer, oğlunu alır, öper, sonra dönerdi.” İbrahim, Peygamberimizin kendisini son ziyaretinde rahatsızlanmıştı. Peygamber Efendimiz onu kucağına alıp sevdi. Mübarek gözlerinden yaşlar gelmişti. Vefat edince: “Yâ İbrahim! Ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor. Fakat Rabbimizi gücendirecek bir şey söylemeyiz” buyurmuştu. Resulullah efendimiz, Hazreti Fâtıma’ya olan muhabbeti sebebiyle bir sefere çıkacağı zaman en son onunla vedalaşırdı. Döndüğünde ise ilk olarak yine ona uğrar ve şefkatle yanaklarından öperdi. Kızlarını evlendirdikten sonra da takip ederdi. Hazreti Rukiye, kocası Hazreti Osman ile Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Bir müddet haberleri gelmedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz şehir dışına çıkar, o taraflardan gelenlere Hazreti Osman ve kızını sorardı. Kureyşten bir kadın Habeş diyarından geldi. Efendimiz ona da sordu. Kadın: “Ey Ebü’l-Kâsım, ben onları gördüm” dedi. Sevgili Peygamberimiz: “Ne şekilde gördün, hangi hâldelerdi?” diye sordu. Kadın: “Osman, Rukiye’yi bir merkebe bindirmiş götürüyor, kendisi de arkasından yürüyordu” dedi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinât Efendimiz çok sevindi ve onlar için Allah’ın yardımını niyaz etti. Peygamber Efendimiz evlatlarına olan şefkat ve muhabbet yanı sıra onların eğitimlerine de büyük önem verirdi. Resûlullâh efendimiz insanlara da öncelikle aile fertlerinin eğitimiyle ilgilenmeleri gerektiğini söylemiş, kendisine gelen heyetlere: “Âilenize dönün ve öğrendiklerinizi onlara anlatın” buyururlardı. Fahr-i Kâinât Efendimiz, kendisinden dünyalık isteyen kızlarına ahiret azığı olacak şeyleri tavsiye ederdi. Geriye kalan en hayırlı varlık sâlih ameller olacağına göre Peygamberimizin evlatlarını o istikâmete yönlendirmesi, ehl-i beytini ebedî hayata hazırlaması açısından önemli bir terbiye metodudur. Çocuğa güzel bir isim koymak da onun eğitiminde önemli hususlardandır. Zira hayat boyu tekrarlanan güzel ismin çocuğun karakter gelişiminde ve şuurlanmasında büyük etkisi vardır. Dolayısıyla çocuklarımıza, içinde Cenâb-ı Hakk’ın Esma-yı Hüsnâ’sının ve Peygamberimizin mübarek isimlerinin bulunduğu veya hayırlı şeyleri hatırlatan, manası güzel isimler verilmelidir. Çocuğun manevî gelişimine tesiri olacak hususlardan biri de ona isim koymadan önce kulağına ezan okumaktır. Resulullah efendimiz torunu Hazreti Hasan doğduğunda onun sağ kulağına ezan sol kulağına kamet okumuştur. Böylece çocuğun kulağına erişen ilk sözler tevhit ifadeleri olmaktadır. Bunlar sadece birkaç numunedir. Peygamber Efendimizin hem kendi hem de sair çocuklara karşı davranışlarını bizlerin de en büyük örnek kabul etmesi ve uygulaması gerekir. Sağlıklı nesillerin oluşmasında bu husus çok önemlidir.

AKLIMDA HEP YAZMAK VARDI

Efendimizi ve sevdalılarını anlatan bir kitap hazırlama fikri nasıl ortaya çıktı?

Bunun iki sebebi var. Birincisi bakın bana ilk sorunuz Peygamber Efendimiz nasıl bir baba idi oldu. Aslında bu sualleri yüzlerle çoğaltabiliriz. Nasıl bir eş, bir komşu, devlet adamı, dost, ahde vefada, cömertlikte, vakarda, ticarette velhasıl aklınıza gelen her meselede O’nun uygulamaları bilinmeli ve örnek olarak O seçilmeli, mehaz Peygamber Efendimiz olmalıdır. Fakat bizim eğitim sistemimiz hep O’nu unutturmak üzere düzenlendi sanki. Nitekim öyle bir dönem geldi ki meşhur şairlerimizden Arif Nihat Asya Bey na’tında şu dizelere yer verdi:

“Ne adlar ezberledi ey Nebi

Adına alışkın dudaklarımız

Artık yolunu bilmiyor

Artık yolunu unuttu

Ayaklarımız”

Gerçekten de nesillerimiz şanlı efendimizi hakkıyla tanımıyor. Bu itibarla nesillerimize sevenlerimize bir kez daha O’nu hatırlatan bir eser olsun istedim. İkincisi ise ben bir Osmanlı tarihçisiyim. Tarihi, edebi ve dini eserlerimizde ecdadımızın her eseri sanki O’nun için verdiğini gördüm. Her esere O’nun ismiyle başlarlar ve O’nun şefaatini dileyerek son verirlerdi. Bu itibarla tarih eserleri kaleme alırken gönlümde hep sevgili Peygamberimizle ilgili bir eser kaleme almak vardı. Bu arzumu yerine getirebilme imkanını verdiği için Rabbime hamd-u sena ederim. Şunu belirteyim ki bu eser, sadece Peygamber Efendimizi tanıtmak için yazılmadı. Ecdadımızın O’na olan büyük aşkına, sevdasına, sevgisine ışık tutarak o aşkı kalplere sunmayı da hedef edinmiştir. Dolayısıyla bu muhabbete birçok örnekler verdim. İnşallah bu halis niyetimiz bir nebze de olsa yerine gelir.

DERS ÇIKARDIĞIMIZI DÜŞÜNMÜYORUM

İslam tarihinde Covİd-19 benzeri salgınlar yaşandı mı?

Tarihe girdiğimiz takdirde pek çok salgın hastalıklar ve afetler ile karşılaşırız. Düşünelim Nuh tufanında bütün insanlık ve mahlukat tek gemiye sığmıştı. Girmeyenler helak oldu. Başka ümmetlere de azaplar geldi. Kolera veba salgınlarının dünyayı kasıp kavurduğu dönemler oldu. Korona’yı ben şu bakımdan önemli buluyorum. Bugün dünyada mevcut insanlar böyle bir afeti ilk kez yaşamaktalar. Demek ki hadiseler tarihte kalmıyor, farklı şekillerde tekrar tezahür ediyor. Bakınız günümüzde dünya ilim ve teknikte zirveye çıkmıştı. Artık o koskoca dünya küçücük bir köy gibi görülüyordu. İnsanlık yaratanına karşı küstahlaşmış bir halde idi. Zulüm kol geziyordu. Müslümanlar parça parça olmuş birbirinin kuyusunu kazıyordu. Dinde Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesi değil Batılı müsteşriklerin fikirleri kabul görür olmuştu. İşte Cenab-ı Hak böyle bir zamanda Korona illeti ile tüm dünyaya bir ders verdi. İnsanların dünyası evi oldu. Herkes birbirinden kaçar hale geldi. İlmin ve teknolojinin gözle görülmeyen bir virüs karşısında acizliği gözler önüne serildi. İşte insanlık böyle zamanlarda nerede yanlış yaptım diye kendini sorgulamalıdır. Dolayısıyla ben bu tarihteki buna benzer hadiselerden ne ibretler çıkarılmasına bakarım. Maalesef şu ana kadar insanlığın Korona’dan çıkarması gerektiği dersleri çıkardığını da düşünemiyorum! En azından bizim dünyamız için böyle. Avrupa ve Batı’yı ise bundan sonra göreceğiz.

BATI’YA TESLİMİYET DEVAM EDİYOR

Tarihten bakınca bugünleri ve geleceği nasıl yorumluyorsunuz?

Son iki asırdan öncesine gittiğimizde muazzam medeniyetler oluşturmuş dünyaları idare eden şanlı bir mazi okuyorsunuz. Şu son iki asrımızda ise kendisini ve değerlerini kaybetmiş, muazzam hazinelerini sandıklara kilitlemiş ve o sandıkların üzerine oturmuş dilencilik yapan adamlar haline gelmişiz. Dilendiklerimiz ise bir zamanlar idare ettiğimiz ve değer vermediğimiz kimseler. Onlar da bizi her bakımdan sömürmeye, bizimle alay etmeye, aşağılamaya, kapılarında köle gibi kullanmaya alışmışlar. Asla eski halimize dönmememiz için projeler geliştiriyorlar. Ben son otuz yıllık dönemde uyanacağımız günlerin başladığını ve bu sürecin aşılacağını görmekteyim. Ancak Milli Eğitim ve kültürde bu silkinişi ve uyanışı yakalayamadık. Milli eğitim ve kültür politikalarımız hala bir asırdır devam eden Batı’ya teslimiyetçilik ile yürümektedir. Bunu sağlamadan kesin bir çözümün maalesef zor olacağını düşünüyorum.

İSLAM’I DOĞRU BİLMELİYİZ

Kadın hakları dünyanın hiç bitmeyen gündemi. İslam toplumu kadına bakışını Batı’ya neden doğru anlatamadı, kendini ifade edemedi?

Sevgili Zehra Hanım hangi konu doğru anlatıldı ki. Kendisinden kopmuş kendisini tanımayan insanlar neyi doğru anlatabilecekler. Hatta kendi değerlerine düşman ise, onları gericilik ve yobazlık olarak görüyorsa neyi nasıl verebilirler. Bir defa kadın konusunda Batı’ya özenmek kadına en büyük kötülük ve saygısızlıktır. Batı’nın kadına değer verdiğini düşünmek en büyük ahmaklıktır. Zira Batı, kadını hala modern bir meta olarak görmekte ve ona göre kullanmaktadır. Bütün emtiasının pazarlanmasında kadının cazibesi ön plandadır. Doğru anlatabilmek için önce doğru bilmek gerekir. Bunun için de İslam’ın kadına verdiği rolü ve değeri anlamak onu kabul etmek lazımdır. Ne acıdır ki bize İslam’ın kadına verdiği değeri de Batılı anlattı. Artık nasıl anlattığını, kara çarşaflar içerisinde bir öcü gibi gösterip hiçbir dünya görüşü olmayan, dört duvar arasına tıkılmış mahluklar olarak lanse ettiğini bilmeyenimiz yoktur. Peki buna inanan safdiller veya yanlış olduğunu bile bile inanan İslam düşmanları az mıdır? İşte her şeyin eğitimden geçtiğini bunun için söylemekteyim. İslam’ı doğru bileceksiniz. Kadının konumunu değerini hakkıyla tanımlayacaksınız. O zaman anlatamamak gibi bir husus olamaz. Anlamamak veya kabul etmemek olur.

AİLE KURUMU OLUŞTURULMALI

İstanbul Sözleşmesi’ni sık sık eleştiriyorsunuz. Türkiye İstanbul Sözleşmesi’ni feshederse ne olacak? Sonrasını planlarken neler yapılmalı?

Sevgili Zehra Hanım aslında mesele şu an İstanbul Sözleşmesi olarak görülse de yara oldukça derin. Asında bizi bugünlere getiren hukuk sistemimizin restorasyonu, 2001 yılında değiştirilen yeni Medeni Kanun ile başlamış, 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 Sayılı Kanun ile bugünkü hâlini almıştır. Yani, aslında, İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiği 2014 yılından çok daha önce, iç hukuk normlarımız, zaten bu sözleşmenin amaç ve muhtevasına uygun hâle getirilmiş durumdaydı. Peki, İstanbul Sözleşmesi’nden çok daha önce, iç hukukumuzda meydana gelen bu mevzuat restorasyonu ne gibi düzenlemeler getirmişti? Mesela eski Medeni Kanun’da karı ve koca kavramı mevcutken, yeni Medeni Kanun’da bunun yerine ‘Eş’ kavramı getirilmiştir. Daha da vahim olanı, ‘Eş’ kavramı, İstanbul Sözleşmesi ile ‘Partner’ hâline getirilerek, eşcinsel evliliklerin de önü açılmıştır!.. Bilhassa, Medeni Kanun, Türk Ceza Kanunu ve 6284 Sayılı Kanun’daki toplum dinamiklerine sosyolojik ve psikolojik olarak ters düşen, insanın yaradılışına, akla ve mantığa aykırı olan düzenlemeler değiştirilip, toplumumuzun sosyo-kültürel yapısına ve insan psikolojisine uygun hâle getirilmeden bir çözüm üretmek imkânsızdır. Belki İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması meselenin daha detaylı olarak alınmasının yolunu açacaktır. Sonrasını planlamak ise gerçekten önemli bir husus. Elbette ben bir hukukçu değilim. Bu konuda şu şöyle olmalı diye bir görüş belirtmem de imkansızdır. Ancak bilhassa İstanbul Sözleşmesi, süresiz nafaka ve 6284 no’lu kanun gibi toplumuzda aile sistemini kökünden sarsan hususları hukukçularla sık sık değerlendirmekteyim. Gerçekten bu konularda çok kıymetli bilim adamlarımız var. Bakınız Korona afetinde derhal bir bilim kurulu oluşturuldu. Herkes bilim kurulunun kararlarına saygılı bir tavır aldı. Peki aile kurumu gibi, geleceğimizi Korona afetinden on kat daha fazla sarsacak bir meselede bir bilim kurulu oluşturulamaz mı? Bilim kurulu yerine bu meseleyi Mor Çatı kadın sığınağı ve KADEM gibi derneklerin takibine bırakmak nasıl bir anlayıştır. Ben kıymetli hukukçularımızdan oluşturulacak bir bilim kurulunun, kısa bir süre içerisinde en azından toplumda büyük infiallere, üzüntülere yol açan nice yanlış uygulamanın kendi bünyemize uygun bir tarzda düzenlenebileceğine inanmaktayım.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.