PİYASALAR

  • BIST 1008734.150.18%
  • ALTIN2240.981-0.15%
  • DOLAR32.3310.07%
  • EURO35.121-0.22%
  • STERLİN41.086-0.18%
  1. HABERLER

  2. Bir ideoloji kampı olarak üniversite
Bir ideoloji kampı olarak üniversite

Bir ideoloji kampı olarak üniversite

A+A-
Uzun ve fasılalı bir üniversite hayatım oldu. Sayısını hatırlamadığım kadar okuldan atıldım? Bir o kadar geri döndüm. Her bir sınıfı kaç kez tekrar ettiğimi ise hatırlamıyorum bile.
Neyse?
1986 yılının Eylül ayının bir pazartesi günü, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin Cebeci'deki binasının giriş kapısının önündeki merdivenlerde iki genç kız oturuyordu. Biraz endişeli, biraz meraklı etrafa bakınıyorlardı. Okulun yeni öğrencileri oldukları her hallerinden belliydi.

Selamlayıp yanlarına oturdum. Çekingen olmamalarını, okulda bir sıkıntı yaşarlarsa yardımcı olabileceğimi filan söyleyip biraz konuştum.
O günden sonra birkaç kez daha koridorda kantinde gördüm? Bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını sordum. Zaten o ilk günün tedirginliğini çoktan atmışlardı. Okula uyum sağlamışlardı.
Hatırlıyorum bu iki genç kız da orta halli ailelerin çocuklarıydı. Tipik Anadolu insanlarının dişlerinden tırnaklarından artırıp okuttukları kızlardı.
Yıllar geçti.

Ben yine birkaç yıl aradan sonra okula geri döndüm. Bir af sınavında soru kağıtlarını dağıtan asistanlardan biri 86'nın Eylül'ünde okulun giriş kapısındaki merdivenlerde şaşkın ve tedirgin oturan kızlardan biriydi.
Sınav başladı. Beni tanıyanlardan biri arkadan usulca seslendi, "Nasıl verebilecek misin sınavı, ağabey" dedi. Ben de "eh" anlamına gelen bir el hareketi yaptım.
Sınav sorumlusu asistan hanımefendi ayağa kalktı, "Arkadaşlar" diyerek sesini yükseltti. Devamında, "Kağıdınızı alırım" diyerek bana baktı.
Sırıttım! Başıma gelecekten değil de hatırımı soran öğrencinin başına bir hal gelmesinden çekindim.
Öylece bir 30 saniye kadar durdum. Sonra ayağa kalkıp kürsüye yürüdüm. Boş kağıdı asistan hanımefendinin önüne koydum. "Sağlık olsun, siz doktoranızı bitirin biz de başka bir af bekleyelim" deyip sınavdan çıktım.
Tabii ki okula o dönem kayıt yaptıramadım.

Gel zaman git zaman elbet okulu bir şekilde ben de bitirdim. Okulu bitirdiğime ilişkin belgeyi de oğluma aldırdım. O yıldan sonra bir daha o okulun kapısından içeri girmedim.
Bugün Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden bazı öğretim üyelerinin son Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) ile meslekten atıldıklarını görüyoruz.
86'nın Eylülü'nde kapının önündeki merdivenlerde şaşkın ve tedirgin oturan kızlardan biri de "Profesör" unvanıyla son KHK ile atıldı.

İsmini listede görünce sadece şunu düşündüm:

Üniversitelerin bazıları ki benim de mezun olduğum fakülte, bir kimlik ve ideolojinin ana karargahlarından.
Kapısından içeri girmeden önce yaşadığınız tedirginliği attığınız gün ya sizi teslim almıştır ya da sizi ilelebet "ötekileştimiş"tir.
Ben ötekileştirilenlerdendim? Sadece bu kadarını söyleyelim?
Yetsin!
"Dünya küçük bir köy" diyenle "Küçük dünyam" diyen aynı
"Dünya vatandaşı" olmakla övünüyorlardı. Yerel değerleri savunanları "taşralılık"la itham ediyorlardı. "Açık toplum" kavramıyla, "liberal demokrasi" söylemiyle "global" değerleri bütün yerel değerlere tercih ediyorlardı.

Yerel olanı folklorik bir form olarak görüyorlar? Analarımızın, ninelerimizin, babalarımızın, dedelerimizin ürettiğini nostaljik değerler olarak anıyorlardı. "Yüce değer" olaraksa yerkürenin her yerinde aynı olanı örnek gösteriyorlardı.
Küreselciydiler? Onlar için dünya küçük bir köydü. İstanbul'da ya da New York'ta oturmanın bir anlamı yoktu. Nasıl olsa, dünya vatandaşı olarak "küçük köy"ün her yerine ulaşabilirlerdi. Dünya onlar için "küçük dünya"ydı.

Sermaye serbestçe dolaşabilirdi. Sınırların ne önemi vardı. Her bir etnisite kendi kaderine tayin edebilirdi. Böylece bütün dünya Balkanlaştırılabilir, mevcut devletlerden onlarca devlet daha teşekkül edebilirdi? Bütün bu yeni oluşumlara da "uluslararası toplum" kefil olabilirdi!

Globalleşme adı altında kurulan yenidünya düzeni pazarlanırken aynen bu yukarıdaki savlar üzerinden pazarlandı.
Böylece fabrikası olanın değil "fikri" olanın? Üretenin değil, tüketiciyi etkileyenin daha çok söz sahibi olduğu bir düzen kurdular.
Serbest ticaret, serbest dolaşım adı altında ulus ötesi oluşumlara imza attılar.
Değerleri tükettiler, sermayeyi yücelttiler.

Sonra bir de baktılar ki "asıl" olanları ihmal etmişler. Asıl olan, milletlerdi. Milletlerin orta kesimiydi. O kesimler, sermayeyi ve malı serbestçe dolaştıranlar daha da zenginleşirken fakirleşmişti. Ve nihayetinde her alanda "talepkarlık"ları artmıştı.
Bugün, dünyada yükselen milliyetçiliğin kaynağı budur. Globalleşmenin gerilemesi ya da zayıflamasının nedeni de budur.
Yani ki Trump'ın Amerika'ya başkan olmasının arkasında yatan da? AB'nin çatırdaması da? İngiltere'nin kendini AB'den çekmesi de bundandır.
Buna karşı etnisitelerin iç içe yaşadığı bölgelerde krizlerin ve çatışmaların derinleşmesinin nedeni de budur.
Çünkü, küreselciler kurdukları düzenin koruma iç güdüsüyle yakıp yıkmaktadır.

Peki Türkiye değişen yeni dünya düzeninin neresindedir?
Soruya birçok cevap verebiliriz.

Ama sadece "Biz dünya vatandaşıyız. Her hangi bir devlete sadakat ve aidiyet duygumuz yoktur" diyen FETÖ'ye verilen derse ve "Türkiye'yi bölmek isteyen" PKK terör örgütüne yönelik amansız mücadeleye bakmak yeterlidir.
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.