PİYASALAR

  • BIST 1009079.973.1%
  • ALTIN2323.7770.75%
  • DOLAR32.3520.13%
  • EURO34.9270.24%
  • STERLİN40.7770.9%
  1. HABERLER

  2. SİYASET

  3. Adalet Bakanı Bozdağ: Erdoğan için değil Erdoğan sonrası için
Adalet Bakanı Bozdağ: Erdoğan için değil Erdoğan sonrası için

Adalet Bakanı Bozdağ: Erdoğan için değil Erdoğan sonrası için

Yeni sistemle kim iktidar olursa olsun Türkiye'nin kazanacağını vurgulayan Bozdağ, "Ülkeyi yönetecek kişiler liderlik özellikleri, ahlakı, ehliyeti ve cesaretiyle güçlü kişiler olacak. Düzenleme şahsa değil, sisteme yöneliktir. Zayıf liderler sistemi artık sona erecek" dedi.

A+A-

BOZDAĞ:Önerdiğimiz sistemde şahsa göre düzenleme yok. Ben Tayyip Bey'i seviyorum ama Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine Türkiye ve Türk Milleti için 'Evet' diyorum. Bu sistem esasen Erdoğan sonrasını garanti altına alan bir sistem. Çünkü bu sistem özelliklerinden birisi güçlü liderlik özellikleri olan ve halkın yüzde 50+1'nin oyunu alabilen kişilerin Türkiye'yi yönetmesidir.

 
***
 
Türkiye her on yılda bir demokrasisini sekteye uğratan, halk iradesini yere çalan vesayet rejimini geride bırakabilmek için gün sayıyor. 48 gün sonra halk sandığa gidecek ve "yasama organı gibi yürütme organını da kendin mi seçmek istersin yoksa vekil olarak atadıkların mı" sorusuna cevap verecek. Cevabın yüzde 50+1 EVET çıkması halinde sandıkta iktidar yetkisi alamayan ama Ankara'da hüküm sürebilmek için her yolu deneyen vesayetçilik tarih olacak. Koalisyon hükümetleri, istikrarsızlık, belirsizlik, kuvvetler karmaşası da öyle.
 
Toplumun bir kesimi üzerinden buldozer gibi geçen 28 Şubat post modern darbesinin 20. sene-i devriyesinde Türkiye geleceğini konuşuyor.
 
Ben de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini en iyi bilen isimlerden olan Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ'a yeni sistemin neler getireceğini ve güçlü vesayet-zayıf siyaset dengesinin nasıl bozulacağını sordum.
 
***
 
Sizinle 2015 baharında yaptığımız son röportajda parlamenter sistemin suiistimale açık olduğunu söylemiştiniz. 28 Şubat'ta hükümet düşürten post modern darbenin, 2007'deki yapay 367 krizinin sebebine bakınca vesayetin Meclisteki çoğunluğu yani siyaseti, sivil iradeyi, velhasıl millet egemenliğini baskıladığını görüyoruz. 28 Şubat'ın sene-i devriyesinde, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi değişikliğinin arefesinde "vesayet-siyaset ilişkisi hakkında öncelikle ne demek istersiniz?
 
Mevcut Anayasanın takdim ettiği hükümet sistemi, milletten alınamayan iktidarın Ankara'da alınmasını öngörüyor. Yani sandıkta alınamayan iktidar Ankara'da alınıyor. Bunun geçmişte iki tür örneği var; birisi ahlaksız ve hukuksuz yöntemlerle yapılan transferdir, tehdit ve şantajdır. Diğeri darbe teşebbüsleridir. Demokrat Parti'ni önü seçimlerle kesilemedi, milletten iktidarı alamadılar ve 27 Mayıs 1960'da darbe yaptılar. 1971 Muhtırası da böyle. 12 Mart'ta çift meclis var, bir senato, bir millet meclisi var. 71'de muhtıra Mecliste okundu, milletvekilleri dinledi. 2016'da ise darbeye karşı ölümüne direnen bir Meclis vardı. Muhtırayı sinerek dinleyen bir Meclis olmadı. 12 Eylül'de de bahaneler farklı ama sonuç aynı. 28 Şubat daha dün gibi hafızamızda. Milletin sandıkta vermediği iktidarı Ankara'da paylaşmak istediler. Sayın Erbakan'ı istifa ettirdiler. 276 Milletvekili Doğru Yol Partisi'nin genel başkanı Sayın Tansu Çiller'e hükümet kurması halinde güvenoyu vereceğine dair imza verdi ama Demirel, Tansu Hanım'a hükümet kurma görevi vermedi. Bu arada Doğru Yol Partisi kapandı bölündü, içinden yeni bir parti çıkardı. 28 Şubat Postmodern Darbesi iktidarı indirme hedefine de, istediği iktidarı kurdurma hedefine de ulaştı. Ak Parti döneminde kimi hazırlık, kimi daha ileri aşamada benzeri girişimler oldu. Yargıya yansıdı. Ardından 27 Nisan e-muhtırası oldu ve biz o muhtırayı yırtıp çöpe attık. Cumhurbaşkanlığı seçim krizi oldu 2007'de, 367 olayı oldu, biz siyasi iktidar olarak bu vesayet girişimlerini tanımadık.
 
AK PARTİ MUHTIRAYI ÇÖPE ATTI
 
Aslında ne sistem ne zihniyet değişmemişti. Vesayet odakları hala güçlü ve aktifti. AK Parti'ye vesayet dayatmalarını, muhtıraları çöpe atma gücü veren neydi?
 
AK Parti'ye gücünü veren halktır, bu halkın duası ve desteği AK Partinin iktidardaki gücü ve yaptıklarının sebebidir. AK Parti'nin arkasında yüzde 50'ye varan destek olmasa AK Parti bu cesur adımları atamazdı. Öte yandan liderlik çok önemli. Cumhuriyet tarihinde çok liderimiz oldu ama Tayyip Bey'in Millet iradesine kast edenlere karşı hem hukuken hem demokratik duruşu çok net, çok cesurca. Geçmişte darbeler oldu, Meclis oturup muhtırayı dinledi ama kimse halkı sokağa çağırma cesareti gösteremedi. Tayyip Bey darbenin karşısında gerekirse ölmeye karar verdi ve halkıyla beraber meydanlara indi. Halkın bu cesur liderliğe verdiği destekle liderlik birleştiği zaman AK Parti'nin başarı öyküsü ortaya çıkıyor.
 
HALKIN DUASI, LİDERİN AKLI
 
Bunu miletle, cumhurla buluşma birleşme olarak değil otoriterlik, diktatörlük olarak ifade edenler var?
 
Dünyanın neresinde darbe yapanlara karşı demokrasiyi ölümüne savunup, ölmek için sokağa çıkan bir lider var? Demokrasi için, hukuk devleti için, insan hakları için, milli iradenin seçtiklerinin fazlası ve müdafaası için ölmeyi göze alıyor ve halkıyla beraber sokaklara çıkıyor? AK Parti'nin gücü; halk duası ve desteği, çok güçlü, samimi, net, mert, gizli ajandası olmayan, her şeyini milletle paylaşan, milletle beraber yol tayin eden, güçlü bir liderliğinin olmasıdır. Tabii Rabbimin yardımı da var.
 
TAYYİP BEY İÇİN DEĞİL TÜRKİYE İÇİN EVET
 
CHP diyor ki; iktidar şahsileşecek, bir kişiye çok fazla yetki veriliyor. Ne diyorsunuz?
 
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tam da iktidarın şahsileşmesini önleyecek bir sistem. Yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinden tamamen ayrılmasını ve birbirine karşı tam bağımsız olmasını temin ediyor. Şahsileşme, tüm güçleri bir araya toplarsanız olur. Ayrıca bir sistem, bir şahıs için kurulursa o zaman şahsileşmeden bahsedebilirsiniz. Önerdiğimiz sistemde şahsa göre düzenleme yok. Ben Tayyip Bey'i seviyorum ama Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine Tayyip Bey'i sevdiğim için değil, Türkiye ve Türk Milleti için 'Evet' diyorum. Tayyip Bey bugün Türkiye'nin Cumhurbaşkanı, mevcut sisteme göre yasama-yürütme birlikte. Tayyip Bey'in veya AK Partinin Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçmeyi istemesi güçleri bir elde toplamaksa eğer, bunun bir anlamı yok.
 
ERBAKAN, TÜRKEŞ, DEMİREL, ÖZAL
 
Neden istiyor peki?
 
Geçmişte Erbakan ve Türkeş daha siyasi hayatlarının başında "başkanlık sistemi istiyoruz" diyorlar. Özal ve Demirel, cumhurbaşkanı olduktan sonra, devleti yönetme tecrübesi üzerine onlar da başkanlık sistemini istiyorlar. Erbakan ve Türkeş bu sisteme geçecek güçleri olmadığı halde bunu istiyorlar, Özal ve Demirel ise eldeki gücü kaybettiklerinde istiyorlar. Tayyip Bey'in önceki liderlerden farkı; bu işi yapabilme güç ve kuvvetinin olduğu anda bunu istemesidir. Tayyip Bey başkanlık sisteminin Türkiye için en doğru sistem olduğunu önceden beri söylüyordu. Rasyonel bir siyasettir bu. Neden istiyor? Türkiye'nin yönetilme şeklini Başbakan olarak da yaşadı, Cumhurbaşkanı olarak da. Türkiye'nin bu gidişinden netice almasının mümkün olmadığını gördüğü için, Türkiye için bunu istiyor, kendisi için değil. Bu meseleye Türkiye meselesi olarak bakılıyor.
 
HALİHAZIRDA YASAMA FAALİYETİ YÜZDE 99 HÜKÜMETE AİT
 
Yasama ve yürütmenin ayrılması gerektiği üzerinden mi bakılıyor?
 
Bugün de deniyor ki kuvvetler bir yerde birleşiyor. Kesinlikle söz konusu değil, bilakis bu sistem kuvvetlerin bir elde toplanmasının önüne geçiyor. Mevcut sistemde yasama seçimi yapılıyor ama yürütme seçimi yapılmıyor. Yürütme, yasamadan çıkıyor ancak yasamanın üye tam sayısının çıkmasına dayanıyor. Kanunlar ve kararlar da salt çoğunluğa göre alınıyor. Komisyonda, genel kurulda salt çoğunluk kime ait? Hükümete. Bu, hükümete rağmen mecliste bir konunun gündeme alınmaması demektir. Bugün kuvvetler kâğıt üzerinde ayrı. Fiilen yürütmenin kontrolünde bir yasama var çünkü iktidar grubu kendini, yürütmenin de parçası kabul eder. Önerdiğimiz sistemle yürütmeyi de halk kendisi seçecek, yasamayı da halk seçecek. Mevcut anayasa halka doğrudan yürütmeyi seçme yetkisini vermiyor. Yürütmeyi seçmeye halkı yetkin görmüyor. "Sadece milletvekillerini seç, hükümet onun içinden çıksın" diyor. Anayasa değişikliğinin halka sorulacak en önemli sorusu budur; "Türkiye'yi yönetecek hükümeti doğrudan seçmek istiyor musun istemiyor musun? Ben hükümeti seçeceğim diyorsan 'Evet' demelisin, yok ben hükümeti seçmek istemiyorum veya kendimi buna ehil görmüyorum, ben vekil seçeyim vekiller hükümeti seçsin diyorsan o zaman 'Hayır' diyeceksin". Halkoyuna sunulan öneri yürütmeyi ve yasamayı daha işin başında birbirinden ayırıyor. Şu an yasamada çıkan kanunların yüzde 99'u kanun tasarısıdır yani Hükümetin çalışmasıdır, yüzde 1'i milletvekili teklifidir, onlar da hükümetin onay verdiği teklifler. Ama şimdi Hükümet komisyonda oturmayacak, genel kurula gitmeyecek, kanun tasarısı vermeyecek ve bütün yasama işlerini milletvekilleri yapacak. Teklifi de onlar verecek, komisyonda ve genel kurulda kabul veya reddetme kararını da onlar verecek. Bütün bu faaliyetlerde hükümet olmayacak. Sadece bütçe kanunu hükümet verecek. Peki, bu halde yasama ve yürütmeyi ayırıyor mu birleştiriyor mu?
 
İKTİDAR TEKELLEŞMİYOR
 
Yasama ve yürütme halkoyuyla seçilecek, yürütmenin başını cumhurbaşkanını halk seçecek ama hükümetin üyelerini o tek kişi seçecek. Bu da iktidarın tekelleşmesidir eleştirisine cevabınız ne?
 
Mevcut anayasamızda yürütme yetkisi Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanı tarafından kullanılır ve yerine getirilir. Önerilen sistemde, Cumhurbaşkanınca yürütme yetkisi kullanılıyor. Cumhurbaşkanı bu yetkiyi nasıl kullanacak? Cumhurbaşkanı yardımcıları, bakanlar olacak. Fakat şimdi öyle bir hava oluşturuluyor ki, bakanlar kalkıyor, başbakan yardımcıları kalkıyor, başbakan kalkıyor ve tek kişi hem adalet bakanı, hem milli savunma bakanı, hem sanayi bakanı olacak gibi bir algı oluşturuluyor. Yürütme yetkisi cumhurbaşkanına veriliyor ama cumhurbaşkanı bu yetkiyi anayasanın düzenlemesine göre kullanacak. Bakanları ve cumhurbaşkanı yardımcıları olacak yani bakanlar kurulu yine olacak. Bakanların hepsi milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olacak ve atandıktan sonra da gelip TBMM huzurunda yemin edecek. Dolayısıyla cumhurbaşkanının yürütme yetkisini kullanması bugünki hükümetin yürütme yetkisini kullanmasıyla aynı olacak.
 
YASAMA VE YÜRÜTMEDE TAM BAĞIMSIZLIK OLACAK
 
Peki, bakanların vekil olmamasının nasıl bir avantajı olacak?
 
Bu sistem, yasama ve yürütmeyi birbirine karşı tam bağımsız yaptığı için yürütmede görev alanların yasama da görev almasına izin vermiyor. Bir milletvekili yürütmede bakan olabilir, Cumhurbaşkanı Yardımcısı olabilir ama o zaman milletvekilliği sona erecektir. Yürütme organı, yürütme yetkisini doğrudan halktan alıyor, halka ve meclise karşı sorumluluğu vardır. Bununla birlikte, aynı anda iki yerde görev alma uygulamasına da son veriyor. Kuvvetler ayrılığını tam sağlayan bir sistem bu. Kuvvetler bir elde toplanmasın diye, ne yürütme ne de yasama birbirleri üzerinde güç kurmasın diye sistemin kendi içinde bir fren sistemi var.
 
BAKAN - VEKİL SEÇİMİ
 
Bakan düzeyinde siyaset yapan insanlar da, aslında tüm siyasetçiler de bir seçim yapmak durumunda kalacak. Seçime girmeyip bekleyeyim, belki görev tebliğ edilir gibi bir seçenekle seçime girip vekil olayım seçeneğinden birini seçecek ilgili kişi. Yoksa vekil olursa da istifa etmek zorunda kalacak. 21 madde 18'e indirildiğinde yedek milletvekilliği de tasarıdan çıkmış oldu. Öyle olsaydı istifa eden vekilin yeri doldurulabilirdi ama artık öyle değil. Cumhurbaşkanı şayet bakanlarını Meclisten seçerse, bu şekilde diyelim ki 15 kişi meclisten eksilirse, durum nasıl olacak?
 
Bu sistem doğası gereği meclis dışı bakan atamasına özendiriyor, mecliste cumhurbaşkanının partisine mensup milletvekilleri sayısı azaldığı zaman mecliste ki gücü azalacaktır, dolayısıyla bir iki tane belki olabilir, çok sayıda olacağı kanaatinde değilim. Meclise girmiş vekillerden on tane, onbeş tane bakan yaparsa bu ne rasyonel, ne de doğru olur. Mecliste de sayıya ihtiyaç var, meclisin dışından bakanların atanması esastır, meclisten atanması istisnadır. Biz hep meclisten bakan çıkmasına alıştığımız için, sanki yeni sisteme geçilince de milletvekili olanlar oradan bakan olacak zannediliyor ama sistem böyle değil. İstisna da olsa meclisten birisi Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan olursa milletvekilliğinden otomatikman ayrılıyor, o şekilde yeni görevi devralıyor.
 
BAKANLAR KURULUNUN BAŞARI POTANSİYELİ YÜKSEK OLACAKTIR
 
Bir uzmanlar kabinesi gibi mi olacak öyleyse hükümet?
 
'Sadece milletvekillerinden Bakan olur da onun dışındakilerden bakan olmaz demek' millete karşı saygısızlık olur. Milletvekili olmaya ehil bu ülkede on milyonlarca insan var. Zaten bu sistemde kimsenin bakan olmak gibi bir garantisi yok. Cumhurbaşkanı birlikte başarılı olacağı bir ekip kurmak durumundadır. Halkın yüzde 51'inin oyunu alarak seçileceği için başarılı olması şart, bunun için her alanda milletin takdirini toplayacak, başarıdan başarıya koşmayı sağlayacak bir ekip kuracaktır. Bu da cumhurbaşkanının hükümet kurarken elini güçlendirecektir.
 
TÜM CUMHURBAŞKANLARI TARAFLIYDI
 
Partili Cumhurbaşkanlığı konusu da oldukça tartışmalı bir konu. Partisi ile ilişkisi devam edecek ve belki de genel başkan olacak. Özellikle genel başkan olması halinde yüzde 51 oyu almış bir parti mecliste de çoğunluğu oluşturursa, vekil adaylarını o belirlerse, hem yürütmeye hem yasamaya hakim olmuş mu olur? CHP bunu iddia ediyor, eleştiriyor.
 
CHP hala parlamenter sistemden cumhurbaşkanı hükümet sistemine bakıyor. Parlamenter sistemi biz değiştiriyoruz, Cumhurbaşkanı hükümet sistemine geçiyor yeni sistemin gereklerine bakmıyor. Bu yeni sistemin mantığında Cumhurbaşkanının partili olması esastır. Şöyle bir geçmişimize bakıldığında, Atatürk, İnönü, Celal Bayar hepsi partilidir. CHP'nin kongre kararları 61 anayasasının maddelerine dönüşmüştür, CHP ve o zihniyet darbeyi yapan zihniyet Türkye'de millet iradesiyle iktidara gelme ihtimalinin her geçen gün daha da azaldığını görünce cumhurbaşkanının partiyle ilişiğini keselim ki sandıkta halkın bize vermediği yetkiyi burda biz cumhurbaşkanı vasıtasıyla kullanalım, fikri var. Cumhurbaşkanının istemediği birisini bakan yapamaz, görevden alınmasını istemediği birini de görevden alamaz. Yani millet sandıkta kimi en çok milletvekiliyle meclise gönderirse göndersin cumhurbaşkanının istemediği biri bu sistemde, bakan da olamaz görevden de alınamaz, Başbakan da olamaz. Milletvekillleri arasından cumhurbaşkanı buradan sistemi kontrol ediyor. Esas olan burada halk iktidarı vermeyince, partiyle ilişiği keseceğiz ama cumhurbaşkanı herşeye karışacak partisizmiş diye ama vesayet güçleri adına herşeyi tanzim edecek herşeyi dizayn edecek, öyle kurgulanmış. Bu anayasa değişikliğiye, vesayet düzeni ortadan kaldırılıyor. Cumhurbaşkanı halk hükümeti doğrudan sandıkta tutuyor yetkiyi sandıkta veriyor. Güvenoyunu sandıkta veriyor halkın seçtiği cumhurbaşkanı da kabinesinden aldığı yetkiye istinaden seçimi oluşturuyor, yoluna öyle devam ediyor. Şu anda Türkiye'de başbakan partili mi? Yürütme yetkisini kullanıyor mu? Evet. Bütün güç elinde mi? Genel başkan mı? Parti grubu elinde mi? Evet, hükümet bu durumda. Hükümet partili başbakan partili cumhurbaşkanı sembolik dili neden ilişiğin kesildiğini söyledim ama halkın iradesini kontrol etmek için bu yapılmış ama sembolik olmayan başbakan var, icracı, o partili, öte yandan belediye başkanı var, partili milletvekillleri var partili milletvekili olursanız bağımsız tarafsız görev yapacaksınız, başbakan olursanız, bakan olursanız ya da tarafsız görev yapacaksınız hepsi, meclis başkanı bile partili ama Türkiye'nin cumhurbaşkanı olursanız kıyamet kopar bu siyasete güvenmemektir. Siyasete ve millete güvenmemektir.
 
AHMET NECDET SEZER CHP ZİHNİYETLİ DEĞİL MİYDİ?
 
Ben Türkiye Cumhurtiyeti tarihinde partisiz tek bir cumhurbaşkanı olduğuna inanmıyorum. Hepsi partili. Ahmet Necdet Sezer bal gibi CHP zihniyetinin bir temsilcisi yani baktığında öyledir kim diyebilir o partisiz diye, 28 Şubat uygulamalarının takipçisi CHP zihniyetinin Çankaya'daki bekçisi onu yaptı. Demirel Doğru Yol Partisini kurmuş yönetmiş başbakan olmuş, cumhurbaşkanı olmuş, partiyle ilişiği kesilir denildiği zaman demirel şimdi partisiz mi oldu. Rahmetli Özal Anavatan Partisini kurmuş iktidara getirmiş ilişiği kesilince Özal partisiz mi oldu, Sayın Gül partisizmiydi. Tayyip Erdoğan, Ak Partiyi kurmuş başarıdan başarıya taşımış şimdi cumhurbaşkanı seçilmiş kâğıt üzerinde ilişiği kesilir deyince Tayyip Erdoğan partisiz mi olacak? Sayın Abdullah Gül partiliydi, Sayın Sezer de partiliydi, merhum Demirel, Özal'da Partiliydi. Generaller içinde aynı şeyi söyleyebiliriz sonuçta Kenan Evren bütün partileri kapattı sağdan soldan astı ya da neyin temsilcisiydi. Evrende kendini cumhurbaşkanı seçtirdi. Darbeci birini demokratik siyasetin bütün yolarını kullanarak hür ve demokratik seçimlerle iktidara gelen insanlarla mukayese etmek yanlıştır halk 82 anayasasına Kenan Paşayı seçmek için oy vermedi. O zaman herkes diyor böyle böyle darbeciler bu ülkenin başından defolup gitsinler diye oy verdi. Bunu hepimizin görmesi lazım şimdi Kenan Paşayı beğendiği için değil o zaman darbeciler gelmiş yönetime el koymuş bundan rahatsız bırakıp gitsinler diye yapıyor. Normal demokratik düzen içerisinde siyaset yapmış siyasetin içinden gelmiş cumhurbaşkanlarımızı kıyaslamanın çok doğru bir yaklaşım olduğunu görmüyorum ne yapacağız o zaman darbeci cumhurbaşkanlarını mı arayacağız? Cevdet Sunay, Cemal Gürsel, Fahri Korutürk, Kenan Evren hangi zihniyeti temsil ediyor bunlar? Yaptıkları icraatlara bakıldığında o zihniyete daha yakışır. Biraz önce saydığım isimlerin hepside öyledir. Yani Kenan Paşa bir oradan, bir buradan yapmıştır büyük bir haksızlık, hukuksuzluk yanlış yapmıştır ama icraati ortada. Ben bütün darbecilerin bir zihniyete yakınlık uzaklık babından değerlendirilmeli. CHP zihniyetine çok yakıştığını görüyorum. Bunu söylemekte de bir beis görmem.
 
PARTİLİ OLMAK HİZMETİN ADALETİNİ DE TEMSİLİN DEĞERİNİ ETKİLEMEZ
 
Partili Cumhurbaşkanı belli bir tabanın oyuyla seçilecek ve tarafsız makamı nasıl temsil edecek? Partililik, tarafsızlığa izin vermeyecek, herkes kendini dışlanmış hissedecek deniliyor?
 
Bu büyük bir çarpıtma. Şu anda başbakan partili mi? Genel başkan mı? Evet. Peki Türkiye'nin her tarafına bütün hizmetleri götürüyor. Başbakanın parlementer sistemde partili olmasının ülkeye tarafsız hizmet yapmasının önünde bir engel olarak görmüyorum. Benim anladığım tarafsızlık şu, siz yaptığınız hizmetlerle insanlara eşit muamele yaptığınızda bu tarafsızlıktır. Ak Parti döneminde Sayın Cumhurbaşkanımız partili başbakan iken partili, şimdi de partili. Bizden olan var olamayan var hiçbir ayrımcılık yapmadık belediyecilik konusunda bu milletin her yerine hizmet konusunda tarafsızlık budur. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları Türkiye'ye yaptığı hizmetlerle oy versin, vermesin heryere koyduğu kazandırdığı eserlerle tarafsızlığını ispat etmiştir. Bundan sonra da öyle olacaktır. Yüzde 34 ile Ak Parti ilk dönem iktidar oldu. Türkiye'de yüzde 24 bütün yönetimi eline alabiliyor koalisyonda. Öbür taraftan %22 alabiliyor, %78 onun karşısında oluyor buna güzel diyorsun %34 alıyor, %66'sı bunun karşısında duruyor bu da güzel diyorsun ya, gelin bir sistem kuralım bu sistemde yürütme yetkisini elinde bulunduran kişi en az bu milletin %51'nin desteğini alsın, oy veren iki kişiden birinin desteğini alsın diyoruz, bunun neresi kötü? Türkiye'yi çok az bir grubun oyunu alan bir hükümet yönetmeyecek. Çoğunluğun oyunu alan bir hükümet yönetecek. Hükümet daha işin başında bütün hükümeti kucaklayan bir hükümetin kurulmasını zorunlu kılıyor. Milletin % 51'inin oyunu alan herkesin oyunu almış gibi, kime ayrımcılık yapacak.
 
LAİKLERİN DE DİNDARLARIN DA TEMİNATI YÜZDE 50+1
 
Yüzde 50 + 1 almak toplumun merkezinin yarısından fazlasının güvenini almak demektir, dediniz. CHP'den Akif Hamzaçebi dedi ki "Erdoğan başkan olsun diye bu sistemi getirenler bir gün laik bir diktatörle de karşılaşabilirler". Laik birinin de bu yetkileri kullanacak olmasına karşın belli bir çevrelerde bir tedirginlik olsun, bu da evete değil hayıra hizmet etsin mi isteniyor?
 
Esasında bu sistem tüm bunların panzehiri. Bu sistemde toplumun inançlarına, farklılıklarına, kültürlerine, renklerine saygı duymayan bir siyasi parti adayının seçilme şansı yok. Hem laikler için bu sistem bir teminattır hem de muhafazakar insanlar için bu sistem teminattır vb. tüm farklı görüşler için. Ak Parti yüzde 49 biliyor ki bu oyların hepsi sabit değil, oyları azalabilir, değişebilir, vazgeçebilir. Bu yüzden diğer partilere oy veren insanların kabullerine, redlerine, inançlarına değerlerine saygı duyan bir dil geliştirmiş olacaktır. CHP yüzde 26, yüzde 51'i almak için ne yapacak? Bu ülkede dini değerlerine önem veren muhafazakar çevrelere karşın bir saygısızlık yapılabilir mi? CHP'nin kendi oyuyla birini Cumhurbaşkanı seçtirme imkanı yok. Ak Parti, MHP, HDP tabanından oy verdirmeli, tek HDP'de yetmez çünkü ona. Tüm diğer partilerin hassasiyetleriyle, değerleriyle kavga eden birisini bırakın cumhurbaşkanı seçmeyi, aday gösteremezler. Bu sistem adı bile CHP'nin politikalarını değiştimeye yetti. Kılıçtaroğlu Anayasa mahkemesine gideceğiz dedi. Parti, grup başkan vekilleri öyle dedi, milletvekilleri de bunu dedi ama sonunda vazgeçtiler. Peki bunun için ne dediler? Biz halka güveniyoruz red çıkacak dediler. Ama sebep o değil, oysa Anayasa Mahkemesi bunu reddecek biliyorlar, reddedince de halka giderken eli zayıflayacak. Halk karar verecek çünkü %51'in oyuna ihtiyacı var. Kendi oyu yüzde 26 yani 25 puana ihtiyaç var. Bu sebepen mahkeme kapısında kavgalı olma görüntüsü halkın benim dediğim yönde oy vermesine engel olur diye anayasa mahkemesine gitmeyi 40 yıldır alışkanlık haline getiren bir parti, bundan vazgeçti. Geçenlerde başörtülü bir hanımefendiye hakaret edildi, saygısızlık yapıldı, Sayın Kılıçdaroğlu gitti evini ziyaret etti. Arkasından bir genelbaşkan yardımcısı 'AKP demeyelim AK Parti diyelim' dedi. Sistemin adı bile CHP'nin dilini değiştirmeye yeti.
 
BAKIN CHP DEĞİŞMEYE BAŞLADI BİLE
 
CHP AK Parti ve MHP tabanına mı ulaşmaya çalışıyor?
 
Kendi tabanıyla imkan elde edemeyeceğini görünce Ak Parti, MHP ve diğer tabanların hoşuna gidecek bir söylem geliştirmeye çalışıyor ve eylem yapıyor. Bu sistem olduğu zaman Sayın Hamzaçebi'nin dediği gibi birisini aday dahi göstermeyi aklının ucundan geçiremez çünkü öyle biri yüzde 26'yı dahi bu milletten alamaz. Bakın bir şey daha söyleyeceğim orada kalktı bir bayan 'Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli ancak, benim yurdumun üstünde inlememeli' dedi. Eğer cumhurbaşkanı sistemi olsa CHP parti meclisinde bu hanımı saniye bile tutmaz. Sistem değişikliği olduktan sonra da tutmayacaktır, bu milletin değerlerine kabullerine redlerine anlayışlarına saygısızlık eden birisinin siyasette yer bulma şansı yok ve cumhurbaşkanı adayı olma cumhurbaşkanı seçimi kazanma durumu da yok. Çünkü bu sistem uçlarda olanlara, radikal olanlara, eğilimleri olanlara, hem laikçilik yapanlara hem de başka tür aşırılık içinde olanlara iktidar olma imkanı vermiyor. Ve bu sistem herkesi uçlardan merkeze çekecek ve merkezi güçlendirecek. Merkezi güçlendiğinde de Türkiye güçlenecek.
 
CHP YÜZDE 25 İLE CUMHURBAŞKANI ÇIKARAMAZ
 
CHP bu değişiklik önerisine 'Hayır' oyu çıksa bile bu sistemin önerdiği siyaset biçimini yapmaya başladı diyorsunuz?
 
Sistem önce CHP'yi değiştirdi. Sistemin adı bile yetti CHP'nin değişmesine. Onun için sayın Hamzaçebi laikçilik yapan birisini CHP laikçilik yapan birisini partilerinde siyaset bile yapılmasında o sistemi geldiğinde birşey yapmazlar yani diyecekler ki bu bize zarar verecek. Sen halkın inançlarıyla kavga mı ediyorsun? Bizim bu halkın oyuna ihtiyacımız var yüzde 51 alacağız yüzde 25'iz o zaman geri kalan 26 puanı karşı olduğumuz insanlardan alacağız. Nasıl alacağız?Onlara hakaret yani bidon kafalı diyerek alabilir mi? Göbeğini kaşıyan adam diyerek alabilir mi? Bunlar okuma yazma bilmiyor cahil cühela diyerek alabilir mi? Makarnaya, kömüre oy satıyor diyerek alabilir mi? Bütün bu başarısızlığını, beceriksizliğini halka hakaretle gidererek halktan oy alamaz. Bakın bütün bu lafların hepsi tarihe havale olacak.
 
CHP'NİN ERDOĞAN SEVGİSİ GÖZLERİMİ YAŞARTTI
 
CHP ya da Hayır deme eğilimli kesim AK Parti içindeki olası kararsızlıkları ve MHP içindeki parçalanmayı fırsat bilerek ya Erdoğan olmazsa diye soruyorlar. "Erdoğan'ı biliyoruz 30 yıldır bu siyasetin içinde ne yaptığını, ne yapmadığını biliyoruz. Sevsek de, sevmesek de biliyoruz ama ya Erdoğan'dan sonra bu kadar fazla yetki bir başkası kullanırsa" diyerek ne yapmak istiyorlar?
 
CHP'lilerin şimdilerde bu kadar Erdoğancı olmasanından dolayı gözlerim yaşardı. Yani CHP'lilerin efendim HDP'liler "Hayır'' diyenler Cumhubaşkanımızı bu kadar seviyorlarsa niye "Evet" demiyorlar. Şimdi o kadar düşünüyorlar. Bu sistem esasında Erdoğan'dan sonrasını garanti altına alan bir sistem. Neden? Çünkü bu sistem özelliklerinden birisi güçlü liderlik özellikleri olan kişilerin Türkiye'yi yönetmesidir. Hatırlarsanız 2014'te Cumhurbaşkanlığı seçimi oldu, esasında bu sistemin ilk uygulaması odur. Ne oldu bir yanda AK Parti adayı Sayın Cumhurbaşkanımız diğer yandan da diğer partiler Cumhurbaşkanımız karşısında en güçlü gördükleri bir ismi aradılar hatta yurtdışından ithal yaptılar ve aday koydular.
 
ZAYIF ADAY SİLİNECEK
 
Çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu?
 
Koydular çünkü yüzde 51'in oyuna ihtiyaçları var, güçlü bir adaya ihtiyaç var. Ekmeleddin Bey'i güçlü gördüler. Getirip aday koydular. Ama bundan sonra Türkiye'nin yönetimine gelecek kişiler liderlik özellikleriyle, ahlakıyla, ehliyetiyle cesaretiyle güçlü kişiler olacaktır. Tayyip Bey'den sonra kim gelirse gelsin sonuçta güçlü liderlik özelliklerine sahip olan bu milletin yüzde 50'sinin asgari duasını ve oyunu almayı başaran birisi yönetecek kim yönetir ise yönetsin sonuçta Türkiye kazanacak. İster AK Parti'nin içerisinden birisi kazansın ister başka partiden bir aday kazansın Türkiye kazancaktır. Çünkü bu system kim iktidar olursa olsun kazandığı sonuçların ortaya çıkmasını zorunlu kılan bir sistem. Zayıf liderler sistemi sona eriyor yani sistemin özü gereği... Bir de sistem değişimini zorunlu kılan bir sistemde.
 
KAYBEDEN GİDER
 
Ne manada?
 
Şu anlamda; aday oldunuz Cumhurbaşkanlığına kaybettiniz gidiyorsunuz. Kaybeden kaybolur siyasetten yani siz bırakıyorsunuz. Kazandınız başarısız oldunuz 5 yıl sonra gidiyorsunuz. Başarılı oldunuz milletten bir daha yetki aldınız, tekrar başarılı oldunuz 10 yıl sonra. En başarılı siyasal aktörün bile Türkiye'yi en fazla 10 yıl yönetmesine izin veriyor. Tabi bu ne demektir siyatte de sürekli değişim demektir. Türkiye'yi yöneten en güçlü aktör Cumhurbaşkanı, hükümet diyelim, hükümetin azami çok başarılı olsa bile on yılda bir değişik ellere geçmesi, değişik kişiler tarafından yönetilmesi demektir. Bu Türkiye'yi yöneten siyasal aktörelerinde değişmesi demektir. Hem yasamaya bu yansır çünkü Partili Cumhurbaşkanı olacağı için yasamda ki değişime de bu yansıyacaktır, hem yönetimde değişime hem de milletvekillerine bu yansıyacaktır. Yani bunun bir anlamı Türkiye'yi yöneten siyasal aktörlerin on yılda bir değişmesi demektir.
 
EN UZUN ÖMÜRLÜSÜ 10 YIL KALACAK
 
Siyaset bir meslek olarak görülmeyecek yani?
 
Bu değişimi zorunlu kılan bir sistem esasında, kimse gelip de "Ben gitmem diyemiyor." Bu sistemde geldiniz, kaybettiniz, gidiyorsunuz. Kazandınız, başarısız, oldunuz gidiyorsunuz. Çok başarılısınız, 10 yıl sonra gidiyorsunuz. 10 yılda bir büyük değişim yaşanıyor. Yani bu siyasette heyecan demektir, dinamizm demektir, yeni fikirlerin yeni kuşakların Türkiye'nin değişiminde söz sahibi olması demektir ve Türkiye'nin gücüne ayrı bir anlam katacaktır, değişimde büyük fayda vardır. Sistem onu sağlıyor.
 
HALKIMIZ CHP'NİN NE YAPTIĞINI GAYET NET GÖRÜYOR
 
Kemal Kılıçdaroğlu bir televizyon kanalında şunu söyledi: CHP'nin değişen startejisine ve hedefine işaret niteliğinde: Bu sandıktan 'Hayır' çıkarsa Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanı olmaya, AK Parti de Hükümete devam edecek...
 
Şimdi bu sandıktan ne çıkacağını, kararını millet verecektir. Benim gördüğüm millet kararını vermiş durumda. 'Evet'tir milletin kararı şuan anketlere baktığımızda da görüyoruz. Cumhurbaşkanımızın Maraş, Antep, Malatya, Elâzığ, Mersin, buluşmalarına baktığımızda halkın kararlılığını ve kararını biz burada görüyoruz bütün bunlar halkı aldatmaya dönük algı operasyonları. CHP'nin bütün derdi 'Hayır' çıksın bu 'Hayır'ı çıkmasını sağlayacak her yola başvuruyorlar. Bunlar samimi değil bunlar milleti aldatmaya dönüktür. Millet Kılıçdaroğlu'ndan daha akıllı kimin hangi lafı ne maksatla söylediğini emin ol bizden daha çok biliyor. Onun için boşuna kendini yoruyor milleti aldatma şansı yok.
 
MECLİS GÜÇLENİYOR
 
CHP'nin temel eleştirilerden biri "meclis baypas ediliyor. Cumhurbaşkanına kanun hükmünde kararname yetkisi veriliyor, böylece meclisin yasama yetkisine ortak olacak" deniyor. Bu tasarı bunun için mi?
 
Şimdi bu tasarı meclisi güçlendiriyor, milletvekilini yürütmeye karşı daha etkin, güçlü bir aktör haline getiriyor. Şimdi bakan ne yapıyor dediğimde 550 milletvekili var. 600'e çıkarıyor, halka daha fazla temsil imkânı veriyor. Seçilme yaşını 25'ten 18'e indiriyor, gençlerin parlamentoda olmasının önünü açıyor.
 
18 YAŞA İTİRAZ EDEN GENÇLERE GÜVENMEYENDİR
 
18 yaş da çok eleştiriliyor?
 
Gençler parlamentoda tecrübe kazanacak, Türkiye'nin geleceğinde söz sahibi olacak, gençlerin fikirlerinin parlamentoya, hükümete yansıması Türkiye için büyük bir kazanç olacaktır. Şu anda bizim bakanlarımızın içerisinde gençler var. 25 yaşını dolduran milletvekili, belediye başkanı var, gençler de olacaktır. Fatih'in İstanbul'u 21 yaşında fethettiğini konuştuğumuzda imreniyoruz. Gençlerimize güvenmemiz lazım, oğullarımıza kızlarımıza, torunlarımıza güvenmemiz lazım. Bu işlerde rol vermek istemeyenler oğluna kızına torununa güvenmeyenlerdir. Biz güveniyoruz çünkü Türkiye'yi onlara emanet edeceğiz. Erken yaşta sorumluluk altına girmelerini sağlayarak bilgi ve tecrübeleri artacak ve onlar daha ileriki yaşlarda ülkelerine daha iyi hizmet yapacaklardır. Bunda benim hiç şüphem yok şimdi seçmek mi zor seçilmek mi zor? Seçmek daha zordur seçilmekte aday olursun seçilir veya seçilmezsin. Biz gençlere seçme gibi zor bir hak tanıyoruz ama seçilme gibi bir konuya gelince de tanımıyoruz.
 
18-25 YAŞ ARASI 8-9 MİLYIN GENÇ VAR, NASIL GÖRMEZDEN GELEBİLİRİZ
 
Sayısal olarak yansıması pek de çok olmayacaktır herhalde?
 
Parlamentoda her yaştan insan var. Her yaştan milletvekilimizin bakanımızın olması Türkiye'ye güç katar. Şu anda yaklaşık 18 ile 25 arasındaki genç sayımız 8-9 milyon civarında. Biz bu kadar insana seçme hakkı veriyoruz, seçilme hakkı vermiyoruz. Halk oylama sürecinde CHP 'Hayır' oyu toplamak üzere konuşuyor gençlere diyor ki; 'siz ki siz milletvekili olmak istiyor musunuz?' Bakan, Cumhurbaşkanı danışmanı olmak istiyor musunuz? Belediye Başkanı olmak istiyor musunuz? Onlar da olmak istemeyiz deyince, 'Hayır' oyu verin o zaman diyorlar. Yani gençlere bir imkân getiriyor bu sistem, erken yaşta siyasal aktör olmasını sağlayan bir düzenleme var ama onlar gençlere propaganda yapıyorlar bu referanduma 'Hayır' deyin diyorlar. Niye gençleri kendilerine belediye başkanlığını milletvekilliğini bakanlık yolu açan bir değişikliğe 'Hayır' dedirttiriyorsunuz? Belli koltuklarına yapışmış bir kesim var. Gençler gelirse bizim koltuklar ne olacak endişesi var dertleri gençler değil koltuktur. Biz onun için gençlerin önünü açalım.
 
YASALARIN YÜZDE 99'U HÜKÜMETİN, YENİ DÖNEMDE YÜZDE YÜZ MECLİSİN
 
Meclisin yasama faaliyetinde başka değişiklik olacak mı?
 
Kanunlaşma faaliyetlerine baktığımızda yüzde 99 kanun tasarısı, yüzde 1 teklif. Teklif de hükümetin izin verdiği teklifler. Şimdi hükümete rağmen TBMM'de bir kanun görüşmesi yapma veya herhangi bir görüşme imkânı yoktur. Şimdi kanun tasarısını kaldırıyoruz hükümet kanun tasarısı vermiyor. Kanun teklif etme yetkisi münhasıran milletvekillerine veriyor. Görüşmeleri milletvekilleri yapacak kabul ve reddi de vekiller yapacak bu parlamentoyu güçlendiriyor. Şimdi Cumhurbaşkanının parlamentonun seçimleri yenileme yetkisi var. Anayasada 116'da hatırlarsanız, 7 Haziranda Sayın Cumhurbaşkanımız kullandı. Peki, meclisin Cumhurbaşkanının görevine son verme yetkisi var mı yok Cumhurbaşkanı bu yetkiyi kullandığı zaman seçime gidiyor mu? Yine gitmiyor. Peki, ne oldu bunlar Cumhurbaşkanı meclis seçimlerini yenileme yetkisi kullandığı zaman kendi seçimini de yenileniyor. Yani keyfi kullanmasın diye bir müeyyide getiriliyor. Seçime beni götürüyorsan sen de geleceksin. Bu, meclisi güçlendiren ve cumhurbaşkanının yetkisini keyfi olarak kullanmasına bir fren. Öte yandan Meclisi de ilk defa kendi seçimlerini yenileme kararı almakla eş zamanlı seçim nedeniyle cumhurbaşkanının görevine son verme yetkisi getiriyor. Ve Cumhurbaşkanının görevine sonlandırma yetkisi TBMM'de şuan yok. Burada Cumhurbaşkanının görevini sonlandırıyor. Bu da Meclisi güçlendiriyor.
 
MECLİS BY-PASS EDİLİYOR İDDİASI İFTİRADIR
 
Yasama faaliyetiyle ilgili temel eleştirel argümanlardan biri "Cumhurbaşkanı kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisine sahip olması". Herhalde sorulması gereken soru şu: Kararnameler Meclisin yasama faaliyetini işlevsiz mi kılacak?
 
Hayır. Olmayan bir şey de değil KHK. Şu anda anayasamızda Meclisten yetki almak üzere Hükümet KHK çıkarabiliyor belli konularda. OHAL ilan edildiğinde Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar kurulu çıkarabiliyor. Şuan ikisi de var, Cumhurbaşkanı genel sekreterinin kuruluş ve teşkilatına ilişkin düzenleme Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde yapılıyor. Bunlar yeni değil.
 
Şimdi ne getiriliyor?
 
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile hükümetin meclisten çıkması kalktığı için KHK de kalktı. Şimdi Cumhurbaşkanlığı kararnamesi geliyor. Peki Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde ne düzenleniyor? Muhalefete bakarsan kararnamede Cumhurbaşkanı, Meclisi bir tarafa koyuyor her şeyi kendi yapıyor. Bu yalandan öte bir iftiradır, bu sisteme yapılan en büyük iftira. Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde ne yapılıyor:
 
1- Bakanlıkların merkez ve taşra teşkilatlarının görev ve yetkilerini belirliyor. 
 
2- Üst düzey kamu görevlilerinin atanması veya görevden alınması düzenleniyor -ki çok normal, bir sistem değişikliği yapıyorsunuz, üst düzey bürokrasinin Cumhurbaşkanıyla gelip Cumhurbaşkanı ile gitmesi herkesin söylediği bir sonucu ortaya koyuyor, bu da normal. Bunun dışında mesela memurların atamaları, yer değiştirmeleri cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmiyor çünkü mevcut hüküm diyor ki "kanun ile düzenleneceği belirlenen konular Cumhurbaşkanı kararnamesi ile düzenlenemez". Bu şu demektir, insan haklarına ilişkin konular siyasi haklar ve ödevlere ilişkin konular kararname ile düzenlenemez. Memurlara ilişkin konular üst düzey memurlara sadece atama ve görevden alma harici diğer konular Cumhurbaşkanı kararnamesi ile düzenlenemez. Yargıya ve Yasamaya İlişkin konular Cumhurbaşkanı kararnamesi ile düzenlenemez.  Anayasada tam seksen iki madde de 'kanun ile düzenlenir' hükmü var yani bu konularda Cumhurbaşkanı kararnamesi çıkarılamaz ama bir şey daha var kanun ile düzenlenmiş konularda da cumhurbaşkanı kararnamesi çıkarılamaz. Yani anayasa da yazmıyor ama bir kanun var. Şimdi burayla ilgili cumhurbaşkanı kararnamesi düzenlenemez. Şuanda kanunla düzenlenmedik hiçbir alan var mı? Yok. Az önce söyledim bakanlıklarla ilgili kuruluş teşkilat dedim ya o anayasada yazdığı için burada sadece çıkarabiliyorum. Ama diğerlerinde çıkarılma şansı yok.
 
KHK'LARI MECLİS DE, AYM DE DENETLEYECEK
 
Kararnamelerin denetimi nasıl olacak peki?
 
Cumhurbaşkanı kararnameleri hem AYM denetimlerine hem Meclis denetimine tabi. Meclis, cumhurbaşkanı kararnamesini yürürlükten kaldıran bir kanun yapabilir. Değiştiren bir kanun pekala yapabilir. Yürürlükten de kaldırabilir, değiştirebilir de. Yasama denetimi de AYM denetimi de var. Ayrıca bir kanun hükmüyle cumhurbaşkanı kararnamesi arasında çatışma olması halinde kanun hükmü daha üstün tutuluyor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı kararnamesi sistemin doğası gereği yasama yürütme birbirinden ayrı olduğu için, yürütmenin belli konularda rahat karar alması, hızlı hareket etmesi için gerekli ve sınırlı bazı konularda cumhurbaşkanına, cumhurbaşkanı kararnamesi çıkarma yetkisi veriyor. Bu keyfi kullanılamaz, sınırsız bir yetki değil. Bir de OHAL döneminde çıkarılan cumhurbaşkanı kararnameleri var, şimdi de var bildiğiniz gibi. Şimdi ise bir farkı var: Eskiden Meclisin bunları yasalaştırma zorunluluğu yoktu. Meclise sunuyorsunuz Meclis ister görüşsün, ister görüşmesin, o kararname kanun gibi işlem görmeye devam ediyor. Ama yeni düzenlemede üç ay içinde Meclisin bunu görüşmesi ve kanunlaştırması şarttır.
 
YASA KHK'DAN ÜSTÜNDÜR
 
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi Meclisi çalıştırmaya ve yasal alanı denetlemeye zorluyor aslında, öyle mi?
 
Hem denetliyor hem Cumhurbaşkanı Kararnamesini reddedebilir, değiştirebilir, görüşmeyebilir. Görüşmediği zaman da üç ay içinde görüşmezse cumhurbaşkanı kararnamesi kendiliğinden yürürlükten kalkıyor. Dolayısıyla bugünkünden daha güvenceli bir sistem kuruyor. Bu da Meclisi ayrıca güçlendiriyor.
 
YARGI İLK KEZ "TARAFSIZ" OLACAK
 
Yüksek yargı mensuplarını Cumhurbaşkanı atayacak, yargı bağımsızlığını yitirecek, iddiası?
 
Yargıyla ilgili devrim niteliğinde düzenlemeler var bu anayasa değişikliğinde. Bir de yargının tarafsızlığı ilk defa anayasal güvenceye alınıyor. Bizim anayasamızda yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır deniyor ve tarafsızlık ifadesi yer almıyor.
 
Neden yer almıyor?
 
Konmamış çünkü.
 
Bir ihmal mi sadece?
 
Hayır. Bazıları tarafsızlık bağımsızlığın içindedir, değerlendirmesini yapıyor ve konmamış. Şimdi biz diyoruz ki bağımsızlığın içinde olsun veya olmasın, bunu somut bir şekilde bağımsızlık gibi anayasal bir güvenceye almamız lazım. Tarafsızlık da adaleti koruyan bir şeydir. Taraflı olmak ise adaleti yok eden bir şeydir. Onun için de anayasal teminata kavuşturuyor.
 
BAĞIMSIZ VE TARAFSIZ YARGI
 
Türkiye'de yargının hep taraflı olduğu genel bir kabül. Bir takım pratiklerini de gördük ama FETÖ öyle bir sarstı ki öyle sızdı ve yergıya tanınan yetkiyi öyle suistimal etti ki biz buna yeni mi ayıldık? Tarafsızlık mefhumunu adlandırmak sabitlemek aklımıza o yüzden mi şimdi geldi?
 
Bu esasında sürekli dile getirilen bir konu. Mesela anayasa taslakları önerilerine bakarsanız değişik partilerin sivil toplum örgütlerinin hazırladığı hemen hemen tamamında bağımsızlığın yanında tarafsızlıkta vardır. Sadece FETÖ'nün yargıya adalete ihanet etmesi değil uzun zamandır herkesin bunun gerekliliğine inanması var. İnsan haklarına ilişkin bazı sözleşmelerde de, mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı var. Bir nevi onu buraya taşıyoruz.
 
ASKERİ YARGI KALKIYOR, YARGIDA BİRLİK SAĞLANIYOR
 
Askeri yargının kalkması da paketin ilklerinden, öyle değil mi?
 
Yargıda birliğin sağlanması çok büyük bir demokratikleşme adımı ve hukuk devletinin gereğini yapma adımı. Türkiye'de siviller ayrı mahkemelerde yargılanıyor, askerler ayrı, iki ayrı hukuk var. Bu düzenlemeyle Türkiye'de herkes için aynı hukuk uygulanacak, aynı mahkemelerde yargılanacak, ayrı hukuk ve ayrı mahkeme ortadan kaldırılıyor, yargı birliği temin ediliyor ve hukuk devleti bakımından büyük bir ayıp Türkiye Anayasasından temizlenmiş oluyor. Herkesin ayakta alkışlayacağı büyük bir demokratikleşme adımıdır bu.
 
MECLİS İLK KEZ YÜKSEK YARGIYA ÜYE ATAYACAK
 
Yüksek yargı atamaları nasıl değişit?
 
Yargıtay ile ilgili bir düzenleme yok. Danıştay ile ilgili de bir düzenleme yok. Anayasa Mahkemesiyle ilgili de bir düzenleme yok. Sadece Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdari Mahkemesi kaldırıldığı için üye sayısı 17'den 15'e düşüyor, çünkü bu mahkemelerden gelen giden olmayacak. Buralarda düzenleme yok. Sadece HSYK ile ilgili bir düzenleme var. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu adı Hakimler ve Savcılar Kurulu olarak değiştiriliyor. 22 olan üye 13'e düşürülüyor. 3 olan daire sayısı 2'ye indiriliyor. Şimdi Cumhurbaşkanı 4 üye seçiyor. Bundan önceki anayasa hükmünde 4 üye seçiliyordu. Yani Cumhurbaşkanına ilave bir seçim hakkı verilmiyor. İlk kez olan şey Meclise üye seçme hakkı verilmesidir. İlk defa milletin temsilcileri yüksek yargıya üye seçiyor. Ve demokratik meşruiyet bakımından son derece önemlidir. Yargı millet adına karar veriyor. Ancak millet adına karar veren yargıyla ilgili idari tasarruflarda bulunan hatta disiplin hükmü uygulayan bir kurulun üyelerinin milletin seçtikleri cumhurbaşkanı veya parlamento tarafından seçilmemiş olması bizim açımızdan büyük bir eksiklikti.
 
Meclis bu üyeleri nasıl seçiyor?
 
Meclis 2/3 çoğunlukla seçecek, ilk turda, ulaşamadı 3/5 çoğunluk. O da olmadığı takdirde kura ile belirlenecek. En çok oy alan iki kişi arasında kura çekilecek ve onlardan çıkan kişi HSYK üyesi olacak.
 
CHP bunu eleştiriyor?
 
CHP diyor ki "bürokratlar seçerse çok doğru, çok güzel, çok isabetli olur. Yargı bağımsız ve tarafsız olur. Ama milletin iradesiyle seçilmiş milletvekilleri seçerse berbat olur, kötü olur. Milletin iradesiyle seçilmiş cumhurbaşkanı seçerse berbat olur". Bu, millete güvenmemektir, siyasete inanmamaktır, milletin temsilcilerine saygı duymamaktır. Şu anda HSYK'nın demokratik meşruiyeti daha da güçlendiriliyor.
 
LAİKLER İÇİN DE DİNDARLAR İÇİN DE TEMİNAT "EVET"TE
 
CHP'liler Erdoğancı oldu. "Biz aslında Erdoğan'a karşı değiliz, ama ya yarın?" diyorlar. İşte yarınları teminat altına alıyoruz. Bu sistem muhafazakarları da, laik olanı da, laikçi olanı da, ırkçı olanı da, radikal olanı da güvence altına alıyor. Çünkü iktidar olmak için azınlık bir grubun oyuna değil yüzde 51'in oyuna ihtiyacımız var. Bu, siyaseti yumuşatacak, üslubu değiştirecek, kutuplaşmayı azaltacak ve herkes birbirini yok sayarak değil birbirinin varlığını kabul ederek siyaset yapacak. Bu sisteme evet çıksın göreceksiniz CHP'de çok büyük bir değişim zorunlu olarak yaşanacak. Başka yolu yok. Bu değişiklik Türk milletini güçlü kılacaktır. Onun için bu bir millet meselesidir, bir devlet meselesidir. Türk devletinin ve Türk milletinin bekası ve gelecekte daha huzurlu, daha müreffeh, daha güçlü bir Türkiye'de yaşaması için bu şarttır. Sayın Bahçeli Türkiye'nin ve Türk milletinin çıkarı olan konularda Türkiye'den ve Türk milletinden yana tavır almaktan hiç geri kalmadı.
 
TÜRKİYE BU KADAR BADİREYİ AK PARTİ İKTİDARI SAYESİNDE ATLATTI
 
2002'den sonra Irak işgal edildi, arkasından Suriye'de bu kadar olay yaşandı. Türkiye'de siyasi istikrar ve güçlü AK Parti iktidarı olmasaydı etrafımızdaki bu kadar yangın, bu kadar terör, bu kadar olay olurken acaba Türkiye nasıl olurdu? Ekonomimiz, güvenliğimiz, eğitimimiz, sağlığımız, ulaşımımız nasıl olurdu? Herkesin elini vicdanına koyup düşünmesi lazım. Türkiye bütün bu badireleri güçlü siyasi iktidarla atlattı. Fazla geriye gitmeye hiç gerek yok. 2007'de 367 krizi, 27 Nisan muhtırası, 2008'de kapatma davası, dünya finans krizi yaşandı. 2013 7 Şubat MİT krizi, Mayıs'ta Gezi olayları, Aralıkta 17-25, 19 Ocak MİT tırları hadisesi, mahalli seçimler 2014'de, arkasından Cumhurbaşkanı seçimi, arkasından Kobani hadiseleri... 2015'de iki seçim, yazın terörün yeniden başlaması ve 2016'da darbe teşebbüsü... Başka bir sürü örnek var. Suriye'de iç savaş var. Türkiye'de 3 milyon mülteci... Bütün bunlara rağmen Türkiye'nin ekonomisi saat gibi işliyor. Türkiye'de huzur var. İstemediğimiz bazı olaylar olsa da Allah'a şükür iyi durumdayız, Türkiye dimdik ayakta. Etrafındaki olaylara seyirci değil. Yön vermek için mücadelesini yapıyor. Bunlar ne ile oluyor: Siyasi güçlü iktidar, etkin, iyi yönetim ve bunun doğurduğu güvenle oluyor. Bu olaylar Almanya'nın Fransa'nın başına gelse, ne gibi sonuçlar çıkardı? Onun için önerdiğimiz sistemin merkezi Tayyip Erdoğan değil Türkiye'dir. Ak Parti değil Türk milletidir. Şahıslarımız için değil bizden sonra bu milletin ve devletin daima güçlü olması içindir. 
 
 17 NİSANDAN SONRA TÜRKİYE
 
16 Nisan'da referandum yapılacak, 17 Nisan'dan sonraki Türkiye nasıl bir Türkiye olacak?
 
Milletimizden aldığım enerji, referandumun milletimizin 'Evet'leriyle olumlu sonuçlanacağını gösteriyor. Bu Türkiye için yeni bir sayfanın açılması demektir çünkü cumhuriyet tarihinin en büyük anayasal reformu yapılmaktadır. Hükümet sistemi değiştirilmektedir. Güçlü yasaması, güçlü yürütmesi, etkin yönetimi olan yeni ve güçlü bir Türkiye'nin temelleri atılmış olacaktır. Milletimizle beraber güçlü yasayı, güçlü yürütmeyi, etkin ve iyi yönetimi kısaca yeni Türkiye'yi siyasi istikrarı hep beraber inşa etmiş olacağız. İnşallah bunu Türkiye kazanacaktır, evet milletimiz kazanacak. Evet diyenler kazanacaktır. Hayır diyenler de kazanacaktır çünkü sonuçta bu sistem değişikliği ile Türkiye neler kazanacak hep beraber göreceğiz. İşte köprülere 'Hayır' dediler, bölünmüş yollara hayır dediler, hastanelere hayır dediler, üçüncü havaalanına hayır dediler. Hayır diyenlerin hepsi nasıl mutlu? Biz bunları onlara baksak yapmazdık. Ama yaptık, yapınca hepsi Allah razı olsun diyor. Onun için biz bu sistem değişikliğini milletimizin 'Evet' leriyle başardığımız takdirde 'Hayır'a çalışanlar da iyiki devlet bize bu güne kadar 'Evet' dediler diye mutlu olacaklardır.
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.