Nerede o eski domatesler? O koku, o aroma, o renk artık yok. Kan kırmızı karpuzlar, çekirdeğini kurutup kışın cebimize doldurduğunuz o muhteşem tat . Ekmek arasına koyduğumuz salatalık, soğanın lezzeti, ekmeğin kokusunu şimdi bulabilmek mümkün mü?
Çocukluğumuzda mercimek, nohut yığınları oluşturulur, tahta döğenler üzerinde gezdirilerek öğütülür, ayıklanıp ürün temizlenirdi ve tohum ertesi yıl için ayrılırdı. Domates, biberin tohumu çıkartılıp ertesi yıl için saklanırdı. Sonra Amerika silah sanayi üreticileri bir araya gelerek “Öyle bir tohum çeşidi yapalım ki; çiftçi ne saklayabilsin ne çoğaltabilsin. Tamamen bize mahkum olsun“ dedi ve hibrit tohumları çıkardılar. Atalık tohumlarımızı bir bir elimizden alıp, bizi GDO’lu tohumlara mahkum ederek ağzımızın tadını çaldılar. GDO Tohum ile yerel tohumlar arasındaki fark yalnız tat ve aroma ile kısıtlı değil; örneğin yerel domateste bulunan magnezyum oranı GDO’ lu domatesin dokuz katıdır .
GDO; “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar” yani başka bir canlıdan alınan genlerin tohuma aktarılması. Akrepten, balıktan ve birçok canlıdan alınan genler domates,mısır, buğday, pirinç ve diğer ürünlere aktarılıp farklı özelliklerin öne çıkarılması sağlanıyor.
20. yüzyılda sebze tohumlarının %94’ünü kaybettik, 544 lahana çeşidi varken 26 çeşit kaldı, 158 çeşit karnabaharın 9 çeşidi, 34 çeşit enginarın ise 2 çeşidi kaldı. Tarihin en büyük tohum kıtlığını yaşıyoruz. Adım adım sahip olduğumuz yerel tohumlarımızı kaybediyoruz.
Tohum hayattır. Tohum kaybedildiği zaman geleneksel beslenme şeklini de kaybederiz.
Tohumlar canlı embriyodur, yenilenmediği takdirde bir süre sonra ölürler. Tohum, geçmişi geleceğe taşıyan gen köprüsüdür. Geçmişin alışkanlıklarını, yaşam biçimini geleceğe aktaran bir yazılımdır. Bu yüzden ABD 2003 senesinde Irak’ı kuşatma altına alırken, ilk bombaladığı yerlerden bir tanesi Ebu Garib Tohum Bankası’ydı. Ebu Garib Tohum Bankası’nda yüzlerce, binlerce yıl geliştirilmiş buğday tohumları vardı. ABD bu saldırı ile bölgenin bu kadim tohum hazinesini yok etmesi, Dünya’yı GDO’lu tohumlara mahkum etme stratejisinin bir ayağıydı. Her kıtada yerel tohumları yok ederek, Dünya’nın gıda kontrolünü elinde tutmanın planlarını yavaş yavaş işlemeye başladıkları net olarak görülebilir.
ABD’li Yahudi politikacı Henry Kissenger’in “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir!” cümlesinden , ABD’nin gıdayı bir silah olarak gördüğünü açıkça anlayabiliriz. Son 40 yılda hızla büyüyen ABD firmalarının GDO tohum pazarında hakimiyeti bu sözü ispatlıyor.
Aslında bu bir savaş stratejisidir, insanlığı ve medeniyetleri yok etmenin başka şekildir. Hitler’in 2. Dünya Savaşı sırasında saldırarak ilk yok etmeye çalıştığı yer Nikolai Vavilov’un binlerce bitki ve tohum hazinesi Vavilov bitki Endüstri Enstitüsü idi. Fakat halk , binanın önünü kuşatarak canlarını binlerce yerel bitki ve tohumun olduğu enstitüye feda edip kurtarmıştır.
Verilen örnekler, tohumun bir ulus için önemini açıkça ortaya koymaktadır. Genetik çeşitlilik küresel kıtlığın önemli engelidir.
Çünkü yerel ya da bilge tohum dediğimiz atalık tohumlar sel, kuraklık, ve diğer iklim koşullarına karşı olan mukavemeti ile günümüze taşınır. Biyoçeşitliliği korumak iklim değişikliği ile mücadelede başarılı olmanın yoludur. 1840’larda İrlandalılar patates üretiyordu ve patates ülkenin ana mahsulüydü. Fakat tarlalara patates mildiyösü etmeni Phytophtera Infestans mantarı bulaşınca ülkede üretilen patatesin %40’ı, ertesi yıl ise tamamı çürüdü. Patatesle beslenen İrlanda’da kıtlık yaşandı ve 7 yıl süren bu kıtlık döneminde 1 milyon insan hayatını kaybetti. 2.5 milyon İrlandalı göç etmek zorunda kaldı. O dönemde bazı İngiliz yazarlar kendi topraklarına dahil olan bu ülkenin yaşadığı dram için “bebeklerini yesinler” diye dalga geçerken, dönemin Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecit, İrlanda’ya 5 gemi gıda ve 1000 sterlin nakit yardımı göndermiştir. Halihazırda İrlanda Drogheda şehrinin sembolü olan Ay Yıldız, aynı zamanda İrlanda Premier FC armasında da yer almaktadır. Böylece minnet borçlarını nesilden nesile aktarmaya devam etmektedir.
İnsanlarla bitkiler arasında olağanüstü güzel bir ilişki vardır ve bu ilişki bir kültürü oluşturur. İnsan ile tohum arasında ise tam manasıyla kutsal bir bağ vardır. Bu bağ, 10 bin yıl öncesine dayanır. Geçmişten gelen bu güçlü bağı, gelecek nesillere de aktarmanın yolu tohum bankalarından geçer. Dünya’da ilk gen bankaları 1800’lü yıllarda kurulmuştur ve yaşanabilecek kıtlık ve kuraklığa karşı önlem almaya çalışılmıştır. Sakladığımız bir tohumun, yıllar sonra yaşanabilecek iklim değişikliğine karşı dayanıklı bir çeşit olma ihtimali yüksektir. Bu yüzden biyoçeşitlilik önemlidir.
Peki ülkemiz bu konuda nerede? İlk tohum gen bankamız 1974’te kurulmuştur. Geç başlamış olsak da, hızlı aşama kaydettik. Dünya’nın en büyük üçüncü tohum gen bankası Ankara’da bulunan Türkiye tohum bankasında 170 bin çeşit tohum bulunmaktadır.
Bu zenginliğe sahip olmamıza rağmen geleneksel tohumları yayma ve GDO’lu tohumlar ile mücadelede araftayız. Bu konuda ciddi çalışmaları olan gönüllü kuruluşlar da var, onlara ayrıca teşekkür etmek lazım. Çünkü geleceğimizin, gelecek neslin kurtarıcısı olacaklar. Rastladığınız geleneksel meyve, sebze tohumlarını mutlaka saklayarak, bizlere ya da gönüllü kuruluşlara gönderebilirsiniz.
Tohum geleceğimiz, GDO’lu tohumlar geleceğimizin yıkımıdır.
Sevgilerimle.