Ağlayabilirseniz, anlayabilirsiniz

Süleyman Hartavioğlu

O kadar çok şey yazıyoruz ki.

Tarım, ekonomi, siyaset, uluslararası strateji, finans...

Her konuda uzmanız ve bilgi sahibiyiz. Sorunları ele alıp, çözüm önerileri getiriyoruz. Her konuda bilgimizi yarıştırıyoruz; “En iyisini biz biliriz” yarışındayız. Tüm bunları yazarken insanlığımızı unutuyoruz. Bizim gibi düşünmeyen insanları düşman bilip, saldırıyoruz. Aşk, sevgi, şefkat, merhamet söylemlerini kullananları  “romantizm” ile suçlayıp görmezlikten geliyoruz. İyilik yapmak ve sevgimiz konusunda ne kadar yarışıyoruz ?

Bu hafta yaşadığımız acı bir vaka insanlığımızı unuttuğumu hatırlatıp yüzlerce dersi verdi nefsime. Gencecik, 28 yaşında bir kuzenimi trajik bir şekilde kaybettik. Bu yüzden; ne tarım ne ekonomi, sadece sevgi ve merhamet duygusunun varlığını hatırlatmak istedim.

Sosyolojik tespitler yapacak kadar sosyolog değilim. Ne toplumun psikolojik meselelerini anlatacak kadar psikoloji bilgisi, ne dini boyutunu anlatacak kadar ilim sahibi, ne de toplumu tenkit edecek kadar sütten çıkmış ak kaşığım. Sadece, yüreğinde sevgi ve merhameti barındıran bir insan olarak içimi dökmektir maksadım.

Necip Fazıl’ın ‘Reis Bey’ kitabını bilirsiniz. Ne zaman kalbim sertleşse o kitabı elime alırım. İdamlık mahkûmun Reis bey’e söyledikleri içimi titretir.

“Etmeyin Reis bey, siz ağlayamazsınız, ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz, siz merhametten acıma duygusundan yalnızca kötülük doğacağına inanmışsınız. Yerinde haklısınız. Fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için en büyük hakkı kaybediyorsunuz, rahmet kaldırılmış mühürlü kalbinizden, buz çölünde yol alıyorsunuz mühürlü kalbinizin açılmasını dilerim”.

Toplum olarak buz çölünde yol alıyoruz. Adalet ve merhametin yerini kin ve nefret; sevgi ve manevi duyguların yerini gösteriş ve zulüm aldı. İnsan haysiyetini ve onurunu zedelemek maharet olarak görülüyor. Birlikte yaşama yetisini kaybettik, tahammül sınırımız kalmadı. Bir insanı ahlakından dolayı sevmek yok hükmünde. Büyüklerimiz hep tekrarlardı “İlla ahlak, önce ahlak”  diye. Önceliklerimiz değişti, seçimlerimiz değişti. Merhamet duygusuna sahip insanlar “Zavallı” görülmeye başlandı. Yürüdüğümüz buz çölünde, hepimiz ayakları yanarak yürüyoruz. Şefkat ve merhamet duygusundan bihaber olan yüreğimize buz parçacıkları doluşup, cam parçacığı gibi yüreğimize batarken farkına varmıyoruz; sadece yürüyoruz…

İnsanı insan yapan sevgi ve merhamet duygusudur. İnsanın özü sevgi ve merhamettir. Aynı duygu hayvanlarda da mevcuttur. Maymunların, ölümünden sonra bebeğini uzun süre taşıması sevgi ve merhamet duygusunun ifadesidir.

İnsan, hayatına daha başlamadan, anne karnındayken sevgi ile tanışır. Anne, karnındaki bebeğini sevgi ve şefkatle büyütür. Doğduktan sonra da annenin verdiği şefkat, sevgi devam eder ve bu duygu dünyada başka hiçbir varlığa bahşedilmemiş muazzam bir duygudur. Anneler tutkuyla sever, karşılık beklemeden uçsuz bucaksız bir şefkatle sever, evladına zarar vermez, yıkıp dökmez. Annelerimizin bizleri yürekten sevmek ve bu yönde davranmaktan başka bir şey yaptığını gördünüz mü hiç? Şefkat kahramanı olan annelerimizin yaptığı muazzam fedakârlığı başka bir yerde görmek mümkün değildir. Belki annemiz kadar sevemeyebiliriz ama en azından onlar gibi, anne gibi yakınlarımızı sevmeye gayret edebilir. Hesapsız, karşılıksız, şefkat ve merhametle

Okullarda bitkilerin nasıl fotosentez yaptığını öğretmek yerine önce şefkat ve merhamet öğretilmeli. Hatta; farklı zamanlarda öğretmenlerin yerine, çocukların anneleri derse girmeli. İşte o zaman belki kimse eşini dövmez, annesini sokağa atmaz, kadının aslında bir et parçası değil; şefkat ve merhamet kaynağı olduğu, toplumu tamamlayan kutsal bir varlık olduğu anlaşılır, o zaman 3 yaşında ki Eylül’lere kıyılmaz, Leyla’ların başına kötülük getirilmez.

İnsan yaşamı perspektifinden bakarsak Dünya trajediler, sorunlar, acı ve ıstıraplarla doludur. Hepimiz bir yerlerde acı çekiyoruz.  Nedeni ve büyüklüğü farklılık gösterebilir. Hepimizin sevgi ve merhamete ihtiyacı olduğu zamanlar oluyor. Ancak sadece kendi sorunlarımızı ve acılarımızı önemsersek, o zaman insanlığın kendisi sorgulanır ve buz çölünde yürümeye devam ederiz. İşte merhamet ihtiyacı buradan geliyor. Başkalarının acılarını ve acı verici durum içinde nasıl hissettiklerini anlamaya çalıştığımızda, onlara yardım etmek isteriz. Belki elimizden bir şey gelmez ama en azından sorunlarını artırmamak da bir merhamet ifadesidir ve iyiliktir. 

Sevgi ve merhamet akıl ölçümüzü belirleyen, her saniye, her kalp atışımızda yanımızda olması gereken, insanlığımızı belirleyici bir parametredir. Sevgi  ve merhametle  başkalarına bakabileceğimiz sonsuz anlar var.

Merhamet ve sevgi duyguları diğer insanlarla sınırlı değil, aynı zamanda hayvanlar ve diğer canlılar için de geçerlidir. Gezegendeki tüm canlıların en gelişmişlerinden biri olduğumuzdan, hayvanlar ve diğer alt türlere karşı düşünmemiz ekstra bir sorumluluktur. Tüm bu varlıklar bize emanettir. Bu yüzden sevgi ve merhamet duygusu tüm varlıklardan daha çok bize verilmiştir Allah tarafından.

Gezegenimiz yaşlanıyor dostlar ve artık gezegenimiz bile yaşattığımız acıları kaldıramıyor. Yüzyıllardır hareketsiz olan yanardağlar harekete geçti. İnsana, hayvana, doğaya, herhangi bir canlıya yapılan bu eziyetler karşısında yanardağlar bile yaşatılan acılara dayanamıyor olamaz mı? Gökyüzü dayanamıyor olamaz mı küçük Eylüllerin, İbrahimlerin, Leylaların acısına?

Biz nasıl dayanalım?

“Japon Dr Masaru Emoto’nun Pirinç Deneyi” olarak bilinen ve onlarca çeşidini gördüğümüz yarısı su, yarısı pirinç dolu olan iki bardaktan birine her gün sevgi, diğerine ise nefret sözcükleri söyleyin. Bir hafta içinde her gün sevdiğinizi ifade ettiğiniz kavanozda herhangi bir değişim olmazken, nefret sözcüklerinize muhatap olan pirinçlerin nasıl küflendiğini, pis koku yaymaya başladığına şahit olacaksınız. Lütfen deneyin…

Şimdi o pirinçlerin insan olduğunu düşünün…

Bizi değerli kılan sevgi, şefkat, merhamet, bağlılık duygularıdır.

Sevgi ve merhametle dolsun kalbiniz.