Süslü ve kibirli canlı renk paletleri, tüylerini açtıkça çiçekleri kıskandıran... Kırılgan, narin yapısıyla ancak kuytu, rüzgârsız vadilerde, güneşli günlerde sıcak kırlarda ve bahçelerde yaşayabilen tavus kuşu. Dünya süsüne ve zevklerine karşı muhabbeti azaltmak ve nefsin şehvetini kırmak lâzım.
Kendisinde öfke sıfatı galip olan horoz. O güzel ibiği sakın tutayım demeyin. Kandır, yumuşak ama zorbadan zorba. Günün saati, dinginliktir, huzurdur. Şiddetli hücum, saldırganlık ve heyecana sebep olan gazap kuvvetini dizginlemek lazım.
Geniş kanatlı, parlak kara tüylü, gagası kıvrık ve güçlü, çirkin sesli, tohumları yediği için tarla ve bahçelere zararlı karga. Haset ve haysiyetsizlik gibi kabul olmayan sıfatların önüne geçmek lâzım.
Ebedî hayat ile ihya olmak isteyen bir kimsenin nefsinin arzularını terbiye etmesi, onları hayra istikametlendirmesi ve Cenabı-ı Hakk’ın rızası yolunda kullanması gerek. Tufanın bitip geminin Cudi dağına oturmasından sonra Hz Nuh (as) civardaki durumun keyfiyetini öğrenmek için gemisindeki hayvanlardan güvercini uçurmuş. Barış anlamında olan İslam’ın mümtaz temsilcisi Hz Muhammed (sav)’i korumak için Sevr mağarasının girişinde Allah (cc) iki güvercine yuva yaptırıp yumurta bıraktırması yani barış ve onun temsilcisini güvercinle muhafaza etmesi ne muhteşem. Nefsin heva ve hevesini yok etmek lazım.
Kuşları tefekkür gözü ile onları doğal ortamlarının eşsiz zenginliğinde düşlemek gerek.
Aslında bütün nasihatler rahat ortamda yaşayıp sıkıntılardan kaçan, dış güzelliğe önem veren, dünyevî aşka kapılıp ilâhî aşktan mahrum kalan insanlara değil midir?
Meşakkatli yolda Hüdhüd talep, aşk, marifet, istiğna, tevhit, hayret ve fakr u fena vadilerinin vasıflarını anlatmaz mı kuşlara. Aslında rahat ortamda yaşayıp sıkıntılardan kaçan, dış güzelliğe önem veren, dünyevi aşka kapılıp ilahi aşktan mahrum kalan insanlara!
Hani Simurga yapılan yolculukta kuşların aşıp geçtikleri (aslında insanoğlunun bütün menkıbesinde yaşadığı) yedi vadi yani talep, aşk, marifet, istiğna, tevhit, hayret ve fakr u fena, insanın aşması gereken maniler değil mi?
Ancak tehlikeli vadilerden geçerken bazı kuşlar ölür ya da kaybolur. (Manen ölü olan ama nefes alan insanlar gibi) Anka olsa keşke insan.
Daimi somut ve net bir sesi dinlemeyi tecrübe etmişsek, bu dinleme bizde başka seslerin varlığını perdeliyorsa!
Açılmalı, genişlemeli ve derinleşmeli değil mi?
Yere düşen damlanın, seher vaktinin, doğan ayın bile sesi ayrı. Kâinat hiç susmayan, her daim canlı, tekrarsız ve sürekli yenilenen bir senfoniyle dönüyor etrafımızda. O zaman neden yerinde sayıyor insan?
Gün doğarken ve gün batarken bütün kuşlar şaha kalkıyor. Dalında yaprak rüzgârla en güzel şarkılarını söylüyor. Yağmur damlalarının toprağa, taşa ya da suya düştüğünde farklı tonda sesler çıkarmaları aynen her kuşun kanat çırpışlarındaki sesler gibi farklı.
Bütün kâinat insanın içinden akıyorsa?
İnsan kâinatın haritası ise?
Dur, bir ağaç dibine çök. Pencereden başını uzat, deniz kıyısına otur. Bir parkta, şehirde, yolda, gün doğumunda, günbatımında, gökdelenlerin arasında kaldır başını göğe bak kâinatı dinle.
Simurg aynasında gör kendini.
Bir kez dinlemeye başlayınca daha önce duymadığımız nice ses akmaya başlıyor kulaklarımıza. Mesela bir karganın yırtıcı sesini aşıp kanat çırpışının sesi dikkatimizi çekmeye başlıyor Haset ve haysiyetsizlik gibi kabul olmayan sıfatlar beliriyor önümüzde.
Çünkü dinlemeyen duymaz. Dinlemek beş duyuyu aşıp başka kapılara vardırıyor insanı.
Dinlemek öyle büyülü, öyle esrarlı.
Gazap kuvvetini dizginlemek lazım. Horoz olmak değil marifet.
Dünya süsüne ve zevklerine karşı muhabbeti azaltmak ve nefsin şehvetini kırmak lâzım. Tavus kuşu olmak değil marifet.
Barış ve onun temsilcisini güvercinle muhafaza eden Allah ne muhteşem. Nefsin heva ve hevesini yok etmek lazım.
Sonsuz hayatın sırlarına vakıf olmak isteyenin nefsinin arzularını terbiye etmesi, onları hayra istikâmetlendirmesi ve Cenabı Hakk’ın rızası yolunda kullanması gerektiği bilmesi gerekir.
Bunun içinde savaşmayı öğrenmek lazım ama önce kendinle.
Yunus ehli dinle.
Serçe der ki ya Rahim, üvevik der ki ya Kadim
Uğu der hüküm senin Yâ ilâhe-l-âlemin.
Doğan eydür durmadım, keklik der ki gülmedim.
Uçup cevlân kılmadım, bağlu kafes içinde
Baykuş der güne ağlar, tespihine bel bağlar.
Hakkın medhin eyler, ulu verân içinde.
Bülbül derki şakıram, bin bir ismi okuram,
Allah deyu hû diyem, kaldım güller içinde.
YUNUS bildi halinden, cümle şükür dilinden,
Cümlesi medh eyledi, hep Süleyman elinden