Tüm Şehirler Bize Küskün

Gülay Kurt

“Şehirler, insanların vücuda getirdikleri, inşa ettikleri, içinde yaşadıkları yapılardan, evlerden, mahallelerinden, çalışma yerlerinden, alışveriş alanlarından, eğitim, kültür ve sağlık yapılarından bunların gerektirdiği ulaşım ve altyapı tesislerinden oluşur”. Bunların dünya ile ilişkilerini belirleyen kurallar çerçevesi ve çeşitli hukuklardan yönergeler -ki biz buna “İmar Hukuk kavramları” diyoruz- ile yönetilmeye çalışılır. 


“İslam şehirleri hakkında yapılmış çalışmalar oldukça sınırlıdır” der Turgut Cansever. Bu yüzden hem mimar hem iyi şehirci kimliğine sahip olan Cansever çoğu kitabında İslam ve Şehircilik ile ilgili konulardan ve sorunlardan bahseder. Ama sorunlardan bahsederken aynı zamanda çözümler de üretir. Bu yüzden 3 defa Dünya çapında bir ödül olan Ağa Han Mimarlık ölünü 3 defa alan tek Türk Mimar olmuştur. Zira sorun üretmek her kişinin işi ama çözüm üretmek er kişinin işidir. 


Günümüzde artarak, katlanarak devam eden Şehircilik sorunu yıllardır halletmeye çalıştığımız ama içinden çıkamadığımız büyük bir sorundur. Oysa ki geçmişe baktığımızda aslında ecdadımızın bu sorunları çoktan çözdüğünü ve dünya çapında örnek olabilecek bir şehir yapılanmasına sahip olduğumuzu hep unutuyoruz.

Nasıldı Osmanlı Şehri? 

Toplumun ilk ve asli birimi ailenin çevresi olan evler, çiçeği, bahçeyi, ağacı yücelten yapıları ile Uzakdoğu kültürlerinin temel tavrını (Pekin örneği gibi), diğer İslam şehir ananelerine göre daha açık seçik bir biçimde paylaşır. Ancak Osmanlı şehirlerinde, aynı zamanda yapı stokunun % 80-85’ini teşkil eden evler, genellikle şehrin her topoğrafyasında farklı bir mimari ile o topoğrafyanın kurallarına uygun hareket ederek gelişmiştir. Evler komşuluk hakkına riayet eden ve kimsenin mahrem alanını işgal etmeyen bir sistemle inşa edilirdi. Üç yol ağızlı mahalle ve şehri meydanlarında tabiat abidesi olacak nitelikte ağaçlar ve onları tamamlayan mescitler, camiler, hamamlar, vs şehrin ortak tüm alanları sosyal- kültürel-manevi değerlere sahip mimari şaheserlerle doluydu Osmanlı Şehri. Bununla birlikte ise Osmanlı Şehri çoğalmaya, üretmeye uygun, doğa ile dost yapısı ile insanlık tarihinde benzeri az olan bir düzeyde şehircilik algısı oluşturmuştur. Evlerin arasında bahçe duvarlarına üzerlerinden meydanlar taşan meyveler, çiçekler ile müthiş bir perspektif oluşturan sokaklar batıdan gelen gezginleri hayretler içinde bırakmıştır. Peki sonra… 
“İslam’da Şehir ve Mimari” kitabında Cansever “şehir yöneticileri açısından, ülkemizde Ziya Paşa’nın 19. Asır Osmanlı aydınının ezikliği içinde batı şehirlerine hâkim olan büyük ölçüler karşısındaki hayranlığını…” eleştirmiştir. Ayrıca bu durumun Türk yöneticililerinde günümüze kadar da devam etmiş olduğunu belirtmiştir. Halbuki Osmanlı Şehri İslam şehirdir. 


Nedir İslam şehri? Bize ait olan bizimle uyumlu, bizi yansıtan mahalle ölçeğinde şehirler… 
Çeşitli maddi ve kültürel sebeplerden ötürü diğer İslam şehirlerinden farklılaşan, ancak İslami temelde onlarla bütünleşen özelliklere sahiptir Osmanlı Şehri. Bu şehirlerin asli özelliklileri 19. Asır başın kadar zedelenmeden devam etmiş, 19. Asır başından itibaren ise batı hayranlığı çerçevesinde topraklarımıza hiç uymayan bir planlama çalışmaları adeta bir yap-boz tahtası gibi bugünlere kadar gelmişidir. Yani sadece kültürel bozulma değil mimari ve şehircilik anlayışı da 19 yy itibari ile terkedilmeye başlanmıştır. Osmanlı şehirciliğinde esas olan İnsan Ölçeği terkedilmiş yerine Batının Helenistik anlayışına paralel olan gösterişçi, devasa, insani olmayan, insan yaşamına faydalı hiçbir şey katmayan hizmet etmeyen yapılarla önce İstanbul daha sonra tüm ülke doldurulmuştur. 
Bugün günümüzde boğulan, taşan, azman şehirlerde ise modern insan dediğimiz günümüz insanı ise bir avuç gökyüzü, bir demet yasemenle idare etmeye mahkum bırakılmıştır.  


Kendi şehir kodlarını yapısında bulunduran ama bunları unutan günümüz yurt insanı bu güzel şehirleri tablolardan izleyerek sadece nostalji yapar hale gelmiştir. Kapalı site denilen yarı açık cezaevi usulü evler ise suçlu değil gönüllü insanlar ile dolmuştur. Böyle bir uzaklaşma ise şehir ve insan arasındaki mesafeyi giderek açmış ve birbirini tanımayan, umursamayan, günü kurtaran! hayat tarzı ile devam etmektedir. 
Sonuç olarak şehirle içsel bağ kuramayan insan şehre küsmüştür. Ama insanın açgözlülüğü yüzünden ise bütün şehirler bize küsmüştür.