Hüseyin Karaca
Kalem modern endişeler, nevzuhur dertler, fânî kaygılar ile müşevveş. Nisanlarda bahar, Mayıslarda fetih râyihası yok. Gâh harbler, gâh gadr u hıyânetler ile nice baba babalığına hasret, nice anne anneliğine. Bir soysuz dünya telaşı uğruna aileler paramparça. Gerek gözden ırak, gerek göze ıyân, çocuklar ebeveyne, ebeveynler çocuklarına gurbet yaşıyor.
En zor olanı da müslüman bir dünyâda, mukaddes bir dinin gölgesinde, mümin bir coğrafyada, takvâ aslından uzaklaşarak dağılan yuvalar. Alnı secde bilmeyen çocuklar. Secdenin zevkini, seccâdenin huzû- runu evlâdına anlatamayan babalar. Âişe gibi kıvrak dindarlıkları, Hatîce gibi vefâlı meşakkatleri evlilik denen özge mekâna taşıyamayan anneler. Fâtımalar ve Alilerin kurduğu sükûnet evlerinde Hasanlar, Huseyn'lere Muhammedî bir eğitim veremeyen dedeler neneler.
Değişen dönüşen modern dünyada, değişmeyen değerlerin alfabesi olarak sabr u sebâtı nikah masasına nakşedemeyen akrabalar. "Görsünler" modunda icrâ edilen riyâkâr kutlamalarda heder edilmiş mukaddes hâtıralar. Efendimiz'in (s.a.v) bir evrensel insan modeli olduğu fikrini yerel yerelliklerimizde tüketme hırsımız. Cihanşumül risâlet mesajlarını, komlekslerimizde sıfırlama beceriksizliklerimiz.
"Andolsun, Allah'ın Resûlünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. (Ahzab 33/21) âyet-i kerimesini bir serlevha olarak etik bir bütüncül duruşun referansı yapamamaklığımız.
"Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya düşmeniz O'na çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir" (Tevbe 9/128-129) vurgusunu, kendi kaprislerimizi din diye takdim etmenin merdiveni görmekliğimiz, sıkıntıyı sadece kendi hânelerimizdeki bir dava refleksi olarak algılamamız, amatör bir yerellikte başkalarının dertlerine sağırlığımız, körlüğümüz.
Bir birey olarak ümmet bahçesindeki bahçıvanlığımızın günbegün mesleki ilkelerinden uzaklaştığını görüp, ilmî irfânî heyecanlarla hal çareleri
aramamaklığımız. "Kutsal" söylemleri davranışa dönüştürecek melekeyi bulamayışımız. Kelimeler kifâyetsiz, Nebevî sınavdaki başarısızlıklarımızı saymakta. Peygamberi (s.a.v) örnek almak, söylemde de eylemde de olursa makbul. Zira merasimlere indirgenen nebevi ahlaki değerler modern dünyada bir iğreti söylemin malzemesi olarak kalıyor.
Vaatlerde, dillerde kalan bir Müslümanlık, ne yazık ki peygamberimizin diğer vasıfları yanında babalık vasıflarını da bir ritüel popülerlilikte tüketiyor. Peygamber babadır, Kâsım, Tahir, İbrahim, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma altın zincirine. Bir müşfik gölgedir, on yıl evinin
hizmetine râm olup da bir kez olsun eza görmeyen, aksine kendi evinden daha mutlu olan çocuk Enes'e. Torunları Hasan ve Hüseyin'e nebevî bir hüzün eğitimidir beşikten mezara. İlk azadlısı Zeyd'in oğlu Üsâme'yi, kendi torunları Hasan ve Hüseyn'le birlikte sevgiyle büyüttükten sonra daha gençliğin baharında, on sekizli yaşlarda Ebubekirlerin, Ömerlerin olduğu bir orduya komutan yapmasında, sevgiyle büyüyen vefâyla gelişen delikanlı yüreklerin ma'rûf bir dünyaya verebileceklerine dair bir referans yok mudur?
Yirmili yaşlarda Konstantınıyye fethedecek gençliğin hamuruna ilk maya Üsâme'deki sahabe özgüvenidir. Nedir sahabe? Bir avuç gençlik iksiridir.
Şerha şerha, damla damla gençlik. Delikanlı Mus'ab b. Umeyrler, Ebû Katâ- deler, Alilerle şanlı bir destandır. Yaş itibariyle yaşlı, ruh itibariyle genç Ebâ Eyyûb'un Konstantınıyye önlerinde fetih muştusu arama azmidir. Ve bu sevdanın serdârı, baba şefkatiyle ashabına eğilen Efendimiz'dir
(s.a.v).
Ve bu serdâr "yavrum, besmele çek, sağ elinle ve hep önünden ye" buyurarak yemek âdâbına kadar ilgilenen babadır. Zira hayat besmelede başlar. Besmeleyi kalbe bir enerji olarak nakşedemediğimiz için değil mi beceriksizliklerimiz? Peygamberin Hz. Hatice'ye olan hürmetini anlatıp aile facialarına yol açan tahammülsüzlere dalmamız bu yüzden değil mi? Kızı Fatıma ve damadı Hz. Ali'yi zor durumda gördüğü bir zaman Hz. Fatıma'ya hitaben "Kızım sabret! Hz. Musa ile hanımı da on sene boyunca çuha parçasından ibaret bir döşekte yatmışlardı. Sabırlı ol! Allah'tan kork! Rabbine ibadette devamlı ol, evinin işlerini görmeye devam et!" buyuran baba peygamberde, en küçük maddi sarsılmalarda gelin damada sabır tavsiye etmek yerine en kısa yoldan boşanma yoluna başvuran günümüz ebeveynlerinin öğreneceği nice ibretler yok mudur?
Kendisine hizmetçi almak için başvuran Hz. Fatıma'ya, "Her namazın sonunda otuz üç kez " Sübhânallah", otuz üç kez " Elhamdülillâh", otuz üç kez de " Allâhü Ekber" demeniz sizin için hizmetçiden daha hayırlıdır" diyen Allah Resulü bir babanın olgunluğu ile, bu cevâba "ben Allah'tan ve Rasülü'nden memnun ve râzıyım" diyerek kemâlini gösteren Fatıma kızlarda alınacak örnekler yok mudur?
Rabbimiz cümlemize adâlet, insâf ve kanaat temelinde ebeveynlerin oluşturduğu bir aile ortamında, birbirinin dertleriyle dertlenen, sadece kendisinin değil bütün bir ümmetin dertleriyle dertlenmeyi nasib eylesin.
Amin.