Sırrı Saklayan Cümleler

Gülfidan Çalışkan

Bir cümle kur bana ne olur, bir cümle ki gökyüzüne çizeyim,

Kuşlar kanatlarına taksın, mevsimler onu dinlesin,

Bir türkü gibi aşkla söyle;  öyle bir cümle ki,

Zulme boyun eğmesin, mazlumlar gülümsesin

Çocuklar incinmesin ama sonu gelmesin…        / Kalbe Düşen İz

 

Bugün birkaç iyi kitap ve birkaç iyi yazardan bahis açalım istedik edebiyat köşemizde. İyilikten kastımız elbette sınırlı ölçülerde okuma fırsatı yakalayabildiklerimiz üzerinedir. Bir kitap tanıtımı formatında değil belki ama bir kitaptan alıntı bir cümlenin hayatımıza dokunuşundaki etki mahiyetinde biraz. Ve biraz da bir yazarın dünyasından bakabilmek adına hayata. Öyle ki bir Edebiyatçı olarak çok sayıda kitap okumama rağmen kiminin adını, kiminin yazarını hatırlamam. Ama öyle cümleler çıkar ki bazen karşıma o kitabın neden yazıldığına vakıf eyler beni. Çok sıkıldığım, burada bıraksam mı diye düşündüğüm lakin unutkanlık yapar endişesiyle okumaya devam ettiğim bazı kitaplardan bile bir cümle kalır hayatıma yön veren. Ve belki yıllar önce okunmuş bir kitabın o cümlesi döndürür beni yıllar sonra bir çıkmazın kenarından. Size de olur bazen eminim. Öyle cümlelere rastlarsınız ki bazen ağrınızı dindirecek şifalı bir ilaç gibi gelir. Hani başka ne desen fayda etmeyecekmiş gibi… Hepimizin hayatında vardır böyle cümleler. Kimi zaman bir türküde, şiirde, ağıtta, gazelde; kimi zaman bir hikayede, meselde rastlarsınız. Söyleyen mi, söyleten mi dokunur ruhunuzun tellerine çözemezsiniz bir zaman. Ben önce yazılanı severim çoğu zaman ve sonra yazarını… Bugün cümlelerini severek okuduğum bir yazardan bahsedeceğim biraz ve onun eserlerinde rastladığım, hayatıma etki eden cümlelerinden dizeceğim tezgahıma, siz kendi hazinenizde biriktirdiklerinizden çıkarın gün yüzüne dilerseniz.

  Bugün gönül kapısını aralayacağımız yazarımız Nazan Bekiroğlu olsun: Edebiyata ilgi duyan bir ailenin üç çocuğundan en küçüğü. Kendi hayatını kendi diliyle şöyle özetler:

“3 Mayıs 1957, Trabzon.

Dört yıllık üniversite hayatı hariç hep bu kentte yaşadı. Bulut. Deniz. Yağmur.

Türk Dili ve Edebiyatı eğitimini Erzurum'da aldı. Kar. Rüzgâr. Ova.
Halide Edip'le doktor, Nigâr Hanım'la doçent. Şimdilerde KTÜ Fatih Eğitim Fakültesinde profesör. Suyun kıyısında.
İki kız çocuğuna anne. Görünürdeki hayatı bundan ibaret…

Yayınlanmış Kitapları: Nun Masalları (Öykü)

Şair Nigar Hanım (İnceleme), Halide Edip Adıvar (İnceleme)

Mor Mürekkep /Mavi Lâle / Yitik Lâle / Cümle Kapısı  (Deneme)
Yusuf İle Züleyha / Kalbin Üzerine Titreyen Hüzün (Şark Mesnevîsi)
İsimle Ateş Arasında  / Lâ: Sonsuzluk Hecesi / Nar Ağacı / Mücella  (Roman)

Cam Irmağı Taş Gemi (Hikaye, TYB 2006 Yılı Hikaye Ödülü)

 

   Görüldüğü gibi birkaç satıra sığar bir yazarın hayatı. Satırlara sığmayan cümleleridir onların. Her mecradan ayrı taşan. Buyrun;

 

 “NUN MASALLARI”: Masal uslubunda bir hikaye… Onunla başlayalım incileri dizmeye:
   “Kaç zamandır yazmak istiyordu. Şimdiye kadar hiç kimsenin söylemediği şeyleri, hiç kimsenin söylemediği bir biçimde yazmak istiyordu." Diye başlar hikaye… Yazma sancısı çeken her kalemin kabusunu özetleyerek.

Ve devam eder:

  " Bütün mutluluklar birbirinin aynı. Ama mutsuzluklar birbirine uymuyor ve acılar birbirine benzemiyor." Diye tarif ederken acıyı.

  “Görsünler içimin yangınını ve şimdi öyle yargılasınlar beni, öyle kınasınlar.”

“İçinden şiirsiz geçilemeyecek kadar derin gözleri vardı.” İfadeleriyse bir nevi aşığın haklı çıkma çabasıydı.

 “MOR MÜREKKEP”: Birbirinden bağımsız ama ortak bir ruh etrafındaki denemelerden oluşuyor. Ve daha şimdiden genç kuşak tarafından klasik olarak kabul ediliyor. Kitapta şiir kokan cümleler, buram buram tüten bir edebiyat kültürü yansıyor. Zarif ve naif cümleler.

   “Değil mi ki susmak en çok söylemekti.”  

“...sudan sebeplerle yitiririz su gibi aziz şeyleri çoğu zaman." ya da

"Batık teknesinin enkazına tutunmuş kazazedenin aklına, neler yitirdiğinin hesabını yapmak gelmez." veya

   “Hala en güzel hikayeleri dünyalar bir araya gelse anlamayacaklara mı anlatmaktasın? Ve hala sağırlar ordusuna senfoniler mi çalmaktasın?” örneklerinde olduğu gibi. Derin mana ifadeleri… Ardından:

YUSUF İLE ZÜLEYHA:  Kaynağını Kurandan alan bir aşk mesnevisi… Ve kalemi ona da dokunmuş Bekiroğlu’nun. Farklı bir renge bürünmüş Züleyha’nın aşkı onun cümlelerinde.

“Züleyha, Yûsuf’a bir mektup yazmaya başlayınca

Yûsuf diye başladı,
Yûsuf diye bitirdi.
Gördü ki hitaptan öteye geçemedi.
Anladı ki aşkın nâmesinde ser-nâmeden öte kelam yok.
Ve Züleyha’nın lügatinde Yûsuf’tan öte sözcük yok."

“Çok zordu Yûsuf'u görmeyen gözün Züleyhâ'yı anlaması...
Çok kolaydı Yûsuf'u görmeyen gözün Züleyhâ'yı kınaması...”

“O günden sonra Mısır’ın lisanına “sadaka vermek” anlamına gelen yeni bir deyim yerleşti: Züleyha’nın gülümsemesi.”

 

“Herkes zindanda yitirirken Yûsuf zindanda buldu.

Şimdi ben, Yûsuf, tut ki Mısır'a azizim, efendiyim
boynumdaki künyede hâlâ vasfım yazılı: Züleyha ya köleyim.”

      En görkemli aşkın hikayelerinden biri olsa da, sadece Yusuf ile Züleyha’ya dokunmakla kalmıyor elbette. Aşkın ötesine geçen İbrahim’i hatırlatıyor aşk ikliminde gezinenlere.

İbrâhim'in kalbi mutmain, bu yüzden İbrâhim emniyette, İbrâhim'in sırrı teslimiyette.

Ve sonra tüm ümitsizlere gönül dolusu umut vadeden bir cümle hediye bahşediyor.

“Hasret varsa bir yerde mutlaka vuslat da olmuş olmalı.” Diye.

Ve yolumuz bir başka esere varıyor:

İSİMLE ATEŞ ARASINDA:

“Ateşi besleyen şey,
Onu söndürebilecek şeydi aslında.” 


“Onu, her şeyi terk ederek, her şeyi göze alarak, yaktığım gemiler de ben de yanarak, yıktıklarımın enkazı altında bende kalarak sevdim…”

“Giderek hafifledi dünyanın içimde tuttuğu yer…”

“CAM IRMAĞI TAŞ GEMİ”

“İnsan, içindeyken yangının hacmini bilmiyor.
Bilmek için geride kalan küllere bakmak gerek.”
“LA”:

“Rabbim, dedi Adem, senden af dilemeye bildiğim kelimeler yetmiyor, bana yenilerini ver.”

“Kınayıcılar çoğu kez kınadıklarından daha kirlidir.”

“Cennetten kovulan kadının, cennet şimdi ayaklarının altındaydı...”

“Düştüm, düşmüşlüğüm kimsenin değil benim yanılgımın eseri.
Düştüm.
Düşenin dostu Allah.” Ve sonra

NAR AĞACI :  'Kahramanı sen olsan da, hikâye benim...''

”Geleceğim demedim, bekliyor mudur?...”

“Günah da ah'la kafiyelidir. O da siyah'la, simsiyah'la , vah'la, eyvah'la. Lakin hepsi de Allah'la. Ah'tır kafiyelerin en güzeli.”

“Allah’ım” dedi, “Hiçbir şeyim olmasa bile sana şu nefes için hamdolsun.”

MÜCELLA:

“Oğulların sırrı babalarında saklı...”

"Şimdi ey bezirgan! Suçu suçluya ödetmeli masuma değil."

“...yangından geriye ne hasar kaldığını ancak dumanlar dağılınca anlayacaktı.

“Sevda dediğin ne ki? Tarifsiz bir tanışıklık duygusu. Sebepsiz bir gülümseme arzusu.”

Ve diğerleri:

"Rabbim, çok yorgunum. Bana bütün haberlerin yerini tutacak bir haber gönder. Üzerime bir iyilik ve güzellik kondur."      /   Mimoza Sürgünü

Şükür mü şikayet mi bu dil neyi anlatır?
Gönül bu hikayeyi uzattıkça uzatır.     /    Hafız-ıŞirazi

 Nasıl da güzel toparlamış cümleleri demeden edemiyor insan esasında. Toparlanamayan bir hüznün hazzında. Nitekim görülüyor ki bir cümle bazen üzerine sayfalarca makaleler yazılabilecek kadar derin. Hatta bazı cümleler, ciltler dolusu kitap okusanız da yakalayamayacağınız manalar taşıyacak cinsten. Velhasıl tek bir cümlenin bile kıymetini bilmek gerek. O cümlenin nelerin ardından söylendiğini tahayyül ederek. Hele ki o cümleyi kalbi başka atanlar zümresinden bir kalem ehli fısıldamışsa…