Çok takipçili yalnızlığımıza her gün biraz daha gömüldüğümüz dijital bir çağda yaşıyoruz. Uzaktakini yakınlaştıran dijital çağda yaşadığımız COVID-19 salgını zaten mesafeli olduğumuz yakınımızı daha da uzağa attı. Hız ve haz çağının kollarında sarhoş olan insan, yalnız olduğunu fark etmesine müsaade etmeyen medyatik bir kuşatma altındadır. Geçmişin hamaseti, geleceğin hayalleriyle yaşayan insanoğlu “Aaa kuşa bak” diyen dijital dünyanın tuzağına çekilerek şimdiyi kaçırmaktadır. İşte yazarımız Nazife Şişman insana her yönüyle kaçırdığı şimdiye, olana bakmayı teklif etmektedir.
SOSYAL GÜNDEMLER
Nazife Şişman, dijital dünya, biyopolitika, yaşamın dönüşümü gibi güncel, sosyal gündemleri takip eden, anlamaya çalışan, yorumlayan araştırmacı-yazardır. 1963 Bolu doğumlu olan yazar Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi bölümü mezunudur. Sosyoloji bölümünde yüksek lisans yapan Şişman “Birleşmiş Milletler Kadın Politikası: Dördüncü Dünya Kadın Konferansı Çerçevesinde Bir Değerlendirme” adlı tez çalışmasını tamamlamıştır. Eserler tercüme eden yazar; Martin Lings’in Hz. Muhammed’in Hayatı, Seyyid Hüseyin Nasr’ın İslam Kozmoloji Öğretilerine Giriş, Mevdudi’nin Tefhim’ül Kur’an adlı eserleri Türkçe ‘ye kazandırmıştır. Nazife Şişman’ın çalışmaları kimlik siyaseti, kültürel karşılaşmalar, gündelik hayat, beden sosyolojisi, dijital kültür gibi konularda yoğunlaşmıştır. 2008 yılında yayımlanan Günün Kısa Tarihi adlı kitabında gündelik hayat üzerinden seküler dünyada dini yaşayışa fener tutar. Türkiye’de sosyo-politik bir mesele olan ‘Başörtüsü’nü küresel boyutlarıyla birlikte masaya yatırdığı Başörtüsü: Sınırsız Dünyanın Yeni Sınırı adlı kitabı 2009 yılında yayımlanır. Yeni İnsan: Kaderle Tasarım Arasında(2011) ise yaşam ve ölümün sınırlarında gezinen insanın biyoteknolojiyle ilişkisini ele almaktadır. Dijital Çağda Müslüman Kalmak(2016) isimli kitabında ise okuyucusunu teknolojide yaşanan hızlı değişimin günlük yaşantımız, hayatı kavrayışımız ve zihniyetimizde yaptığı dönüşümle yüzleştirir.
BİR KARANTİNA GÜNCESİ
Nazife Şişman ile Fatma Barbarosoğlu’nun e-postalar üzerinden yazışmalarından yola çıkarak kitaplaştırılan Karantina Günlerinde Evin e-hâli isimli kitapta ise COVID-19 salgını dolayısıyla 21’nci yüzyıl modern dünyasında mart, nisan, mayıs karantinası boyunca olup bitenlere fener tutulmuş, insanlığın hafızasına bir mektup bırakılmıştır. Karantina günlerinde televizyon ekranlarından yansıtılan haber ve görüntülerin, sosyal medya paylaşımlarının küresel salgının etkilerini yansıtmada kafa karışıklığı oluşturduğu, hatta yaşananları perdelediğine dair tespitleri dikkat çekicidir. Televizyon haberlerinin kafa karıştırıcı olması insanda rasyonel davranış için gerekli muhakeme gücünü devre dışı bırakarak korkuyla insanları ekrana bağladığı, bir kısır döngü olarak da ekran bağımlılığının muhakeme gücünü zayıflattığı çok yerinde bir tespit olmuştur. Karantina günlerinde sosyal medya paylaşımlarındaki görselleri odağa alarak - özellikle hastalığı yendiği için taburcu olan hastanın alkışlarla uğurlanması, balkondan çalınan saza eşlik eden komşuların görüntüleri, saat 21’den sonra insanların kendilerini YouTube ve Instagram performanslarına adaması, ekmek yapım video ve görsellerine dikkat çekerek- yazarlar bize şu soruyu soruyor: Elli yıl sonra bu görseller Korona günlerine dair sonraki nesillere ne söyleyecek? Bu fotoğraflardan geriye ne kalacak. Yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği küresel bir salgının adeta romantize edildiği görsellerin yanıltıcı olacağı muhakkaktır.
BİR DİSTOPYA
Kitapta, karantina günlerinde ölen insanların her akşam ekranlarda ilân edilen istatistik tablolarında grafiği etkileyen bir sayı olarak yer alması haklı eleştirisi yapılmaktadır. Ne ölenlerin hikâyeleri, ne hekimlerin canhıraş mücadeleleri, ne de hasta yakınlarının ve cenaze sahiplerinin tecrübelerinin ekranlara yansıtılmaması haklı olarak eleştirilmektedir. Hâlbuki eski salgınlardan bize kalan görüntüler, acı içindeki bedenler, yığınlar halindeki cesetler... Örneğin ‘Kara ölüm’ olarak adlandırılan Orta Çağ’daki vebayı konu alan tablolarda, insanların ve hayvanların ölümlerini sergileyen dehşetli sahneler yer almaktadır. Kitap, işte bu tezattan yola çıkarak bugünden geleceğe hangi görüntüler kalacak? Kitap, “Yirmi yıl sonra yüz binlerce insanın öldüğü küresel bir salgının hatırlatıcısı olarak evde ekmek yapımı görselleri ve maske yapımı videoları mı kalacak?” Sorusunu okuyucunun zihnine bırakıyor. Yazarlar, ölenlerin sayısının yarım milyonu bulduğu karantina günlerinde sanki hiç kimse ölmemiş gibi, televizyon ekranlarında ve sosyal mecralarda bu kadar çok eğlencenin servis edilmesi, ekrana yansıyan çok az sayıda, uzaktan defin görüntülerinin ise bir distopya filminden fragman yayınlanıyor gibi verilmesinin insanların yaşananlardan ibret almasını engelleyen bir perdeleme olduğu üzerinde düşünmeye davet ediyor. Adeta olan biteni görmemizi engelleyen, ibret kanallarımızı kapatarak başkalarının acılarına insanı yabancılaştıran evden de olsa insanı eğlence ve tüketim çarkının içinde kalmaya zorlayan bir sistemin içinde iradelerimiz kabzedilmek isteniyor.
NORMAL HAYAT DÜZENİ
Kitap, tüm dünyada hayat eve sığmışken futbol maçlarının seyircisiz oynanamayacağı gibi bir tartışmanın da o günler de dünyanın gündemine oturduğunu hatırlatıyor bize. Almanya’nın karantinanın 66. gününde futbol ligini açmasıyla neyin önemli olduğuna finans kapitalizmi karar verir mesajının verildiği vurgulanıyor. Oyun seyircisiz olmaz, futbolcularımızı motive edemeyiz anlayışı ile Güney Kore’de seyircisiz oynanan maçlarda işin, taraftarları temsilen, tribünlere şişme manken konmasına kadar götürülmesi kapitalizmin akılları nasıl sığlaştırdığının göstergesi olsa gerek. Cenazelerin insansız kalktığı, insanların yoğun bakımda nefessiz kaldığı, ibadethanelerin, okulların, sokakların boşaldığı günlerde kapitalizmin tek derdi kendine akan paranın suyunun kesilmemesi oldu. Adeta çağımız insanı kapitalist düzene kazandırdığı kadar var olmayı hak ettiği bir simülasyonun içine hapsedilmek istenmektedir. İnsan yaşayışını, kültürünü yıkıp yeniden şekillendiren dijital çağ ve bunu kolaylaştıran COVID-19 salgınının sonucu olarak dijital araçlar kişilerarası ilişkilerin yerini aldığı yeni normal hayat düzeninde fiziksel olarak evdeyiz ama dijital olarak her yerdeyiz. Dışarının tehlikesinden uzak, hijyenik tıklanabilen bir hayatımız var artık tespiti içinde bulunduğumuz hâli adeta resmediyor.
ÜTOPYA DİSTOPYA MI OLUYOR?
Karantina Günlerinde Evin e-Hali kitabında Nazife Şişman bize vaat edilen yeni normal hayat düzeninin “Pandemi öncesinde teknoloji şirketlerinin ütopyasıydı, şimdi gerçeği oldu. Teknoloji şirketlerinin ütopyası bizim distopyamız mı oluyor?” diyerek bizi dijital rüyalarımızdan uyanmaya davet ediyor.