2030 yılında dünya nüfusunun yüzde 75’nin şehirlerde yaşaması bekleniyor. Bu durumda şehirlerde özellikle de şehir merkezlerinde kadınların sayısı daha da artacak. Uluslararası araştırmalara göre bazı bölgelerde kadın işgücünün yoğunlaşacağı bekleniyor. Bu durum şehirlerin kadına duyarlı tasarımlar ve hizmetler içermesini zorunlu kılıyor. Yönetimsel açıdan baktığımızda ise dünyada kadın belediye başkanlarının sayısı tüm belediye başkanlarına oranla yalnızca yüzde 5’i oluşturuyor. Yani önümüzde kadın ve şehir konusunda konuşulmayı bekleyen çok ciddi başlıklar var.
HER ŞEY MAL EDİLDİ
Peki, biz ne yapıyoruz?
1950 yılından bu yana kadın ve şehri konuşuyoruz. Aslında bu konuşmalar daha çok tartışma merkezli oluyor ve kökeni Tanzimat dönemine kadar dayanıyor. Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk yılları bitmek bilmeyen kadın tartışmasıyla geçti. Kadınlardan çok kadınları tartışan bir grup vardı. Ne giyecekleri, aile içindeki hakları, davranışları, toplumsal rolleri uzun tartışmalara konu oldu. Savaşlar, siyasi ve toplumsal geçişler sancılıydı ve fatura elbette kadınlara kesilecekti. Toplumu eğiten kadın, yücelten kadın, ileriye taşıyacak olan yine kadın. O zaman tüm sorumluluk kadının, hatalı davranışların faturası kadının, gelecek nesillerin eksiklikleri yine kadının. Her şeyin kadına mal edildiği bir yerde kimse de ‘Erkekler nerede?’ diye bağırmadı. 1950 yılından itibaren hız kazanan şehirleşme yani köyden kente göç yani elitlerin şehir üst çatısında dengeleri bozan yer değişim halkası yine kadın üzerinden yürüdü. Şimdi köylü kadınlar başörtüsüyle Ankara ve İstanbul sokaklarında nasıl dolaşacak, fabrikadaki işçi kızlar eteklerinin altına pantolon giyip nasıl çalışacaktı? Bu tartışmalar uzadı uzadı ve kamusal alan yasaklarına kadar ulaştı. Dikkat ederseniz 28 Şubat darbesinde bile en çok kadınları konuştuk. Siyaset, iş dünyası, bürokrasi ve askeriyenin etki alanı çarpışmasıyla oluşan 28 Şubat darbesinde gündem hep kadındı. O günden sonra kadın başlığı muhafazakâr kadın başlığıyla anılmaya başlandı.
NORMALLEŞTİRİLMEDİ
Kadınlar muhafazakâr kadın oldu. Muhafazakârlar köylü, aptal, geri kafalı, İran’a gönderilmesi uygun olacak kişiler...
Karşılarına Tele vole kızları, kliplerde oynayan kadınlar, sporcularla rüya gibi düğünlerle evlenen 19 yaşındaki kızlar konuldu. Kadın tüketimin merkezine getirildi. Defileler, tatiller, toplantılar derken bize ait olmayan hayatların hikâyesi magazin programlarında anlatılmaya başlanıldı. Yavaş yavaş alıştık, sıcak suya konulan kurbağalar gibi. Sesimizi bile çıkartamadık su öyle yavaş ısınıyordu ki.
2002 yılında AK Parti iktidara gelince muhafazakâr kadın ve şehir eksenine yöneldi yeni tartışma. Vekil eşlerinin ayakkabısı kamusal alanda özgürlük manşeti kadar değerli değildi. Çünkü malum gruplar manşetleri öyle yönetiyordu. Kendi iktidarında tam 11 yıl başörtüsüne özgürlüğü bekleyen milyonlar vardı. Bu da kültürel iktidar kimde tartışmalarını yönlendiriyordu aynı zamanda. Çünkü yayınevleri, yazarlar, muhabirler başörtülüler uzaydan inmiş gibi haberler yapıyor, kitaplar çıkartıyor, gazeteler başörtüsü ve kadını normalleştirmiyordu.
HER SORUMLULUK KADININ ÜSTÜNDE
Başörtü yasakları kalktı, Türkiye’nin kadın birikimi nihayet kendisi gösterecek alanlar buldu denilirken bu kez şehir ve kadın tartışması başladı. İstanbul sözleşmesi, nafaka mağdurları, şal takan kızları eleştirenler sosyal medyayı, kafeleri, sokakları doldurmaya başladı. Türkiye kritik süreçlerden geçerken koca koca akademisyenler kadınların boşanmasını çalışmasına bağladı. Kimse arkadan gelen dağ gibi problemlere bakmadı. Kimse ailelerin yükü altında ezilen kadınları görmek istemedi. Çocuklar kadınların, hastalar kadınların, yaşlı anne, baba, kayınvalide, kayınpeder kim varsa kadınların, engelliler kadınların, elektrik faturası kuyrukları kadınların… Olur, da evdeki erkek çalışmaza asgari ücretli yapılan bilumum temizlik, çay getirme, bahçe işi yine kadınların. Okullar ve dersler kadınların. Olaylar nereden nereye geldi farkında mısınız? Sorunları ve sorumlulukları kadınların üzerine yıkınca hiçbir şey düzelmedi. Tamamen elitist algılarla başlayan kadın tartışmaları yıllar içinde öyle bir hal aldı ki Anadolu’nun herhangi bir yerinde herhangi bir aile bahsettiğim sıkıntılardan en az birini yaşıyor. Biz ise sorunları çözmek yerine kısır döngü katsayısını arttıracak yeni tartışmalar başlatıyoruz.
KAHVALTI HAZIRLAMAK?
Kahvaltı hazırlamayan kadınlar… İşte bu söz bir sanatçının ağzından çıkıp gazete manşetlerine düştü. O sabah 4’te uyanmış, büyük kızımın beslenmesini, evin yemeğini hazırlamış, birkaç günlük ütü yapıp yola düşmüştüm Karaman’a gitmek için.
Hafta sonu yıkanan bulaşıkları, çamaşırları, tozu alınan sehpaları saymıyorum bile. Kahvaltı hazırlamayan o kadınları ben de merak ettim doğrusu. Etrafımda pek çok gelir grubundan, sosyal sınıftan insan var ve çocuklarını aç bırakanı hiç duymadım. Bırakın kendi çocuklarını, mülteci çocuklar, ihtiyaç sahibi çocuklar için çalışıyor artık anneler. Anne olmayan ya da olmayan kadınların başka çocuklar için yaptığı hizmetler de ortada.
Evde, okulda, iş yerinde, hayatın içinde her yere yetişmeye çalışan kadın profili var. Herkese yetmeye çalışıp kendini dinlemeye vakti bile olmayan. Kadınlar okusun, kadınlar çalışsın, ütüler hep çizgisiz, yemekler hep fırında olsun. Çocukların ödevi eksiksiz, misafirin çayının kek bulunsun? Peki bu hikâyede kadın nerede hangi hal ile dursun?
SORUNLAR ÇÖZÜM BEKLİYOR
Kadınlara çok sorumluluk veriyoruz. Şehir hayatının temposunda fazlasıyla yorduğumuz kadınlar üzerinden yanlış tartışmalar başlatıyoruz. Birbirini tamamlamak için yaratılmış eşlere hiç sorulmayacak mı zannediyorsunuz ‘Hanımın bu kadar çalışırken sen seyretmek dışında ne yaptın?’ diye. Anneler, eşler, kızlar erkeklerin desteklemediği bir dünyada birbirine tutunarak yol alıyor. Hayatı billur bir kâsede yaşayanlar kadınlar üzerinde rahat rahat konuşuyor.
Şehir hayatı ve kadın uzun bir denklem. Camilerde kadınların ibadet yerlerinden, her sabah okula çocuklarını bırakmak zorunda kalan kadınlara kadar uzanan birçok konu bugün çözüme kavuşmayı bekliyor. Fakat çözüm gazete köşelerinden rahat rahat yazı yazmak veya basın açıklamalarında dikkatleri çekmek için böyle hassas konuları spekülasyon malzemesi haline getirmek değil.
Kur’an ve sünnet ışığında kadını ve aileyi yeniden ele almamız gerekiyor. Şehirlerde konfor artarken o konforda yaşamak için verilen mücadele artıyor. Bu mücadelede tarafların tek başına yürümesi değil kadınların ve erkeklerin birbirine destek olması gerekiyor. Kız çocuklarının fazlasıyla önemsendiği bir dünya doğar doğmaz onlara birçok sorumluluğu da veriyor. Bugün birçok kadın omuzlarındaki yükten ve sürekli kendisini açıklamak zorunda kalmaktan yorgun.
İyi günler görmek isteyenler ilmek ilmek örmeli hayatı. Bir enkaza bakıp ‘Şurada hata yapmışsın’ demek en kolayı. Şehir ve şehirli olma hayatın içinde hepimizi sararken kahvaltı hazırlamayan kadınlara değil şehri omuzlarında taşıyan kadınlara odaklanmalıyız.
Ailelerimizin ve toplumun bize hiç olmadığı kadar ihtiyacı var.