Seç Bir Eylül Ve Başla

Gülfidan Çalışkan

“Bir gün aklına gelecek olursam, bana şiir ısmarla. Eylülü konuşalım…” C. Süreyya

Yas Eylül, gam Eylül ve hüzün Eylül
Hayatı kuşanmış şunun şurası...
Yaz Eylül, güz Eylül ve yüzün Eylül
Sanki yaşamakla ölüm arası
/ Ahmet Aka

Şairlerin, sanatçıların en sevdiği aydır eylül zannımca… Aslında dökülen yaprakların, sararan ağaçların, hazanın kasvetli bir hüznü vardır; lakin bu hüzündür zaten çoğu sanatçının ilhamına vesile olan. Gidenlerin, yitenlerin, kaçırılan fırsatların, umutsuzlukların sönen gönül yangınlarının çağrışımını yansıtır eylül. Eylül leylden doğmuştur. Gece demektir leyl. O nedenle günün ardından gelen leyl misali geceye benzer eylül. Çünkü “Leyl”i, geceyi taşır manasında. Gündüzün sonuysa gece, yılın sonudur eylül. Ve Leyla doğmuştur yine bu karanlıktan. Leyla aşkın başlangıcı, aşığın sonudur. Manevi sevdaların makamıdır. Derler ki adı Leyla olanların gözlerinde geceyi andıran bir hülya vardır. Leyla ulaşılamayanın, ayrılığın diğer adıdır. Yoksa tesadüf değildir Mecnun’a yar olması, ayrılığın simgesi olması. Ve tesadüf değildir Mecnun’un Leyla’dan geçip Mevla’yı bulması. Ve eylül de bir geçiştir aslında. Son da olsa bahara, ömrün olgun çağına. Yeni bir başlangıça…Bu sebeple şairler sıkça dizelerine resmetmişlerdir gönüllerinde taşıdıkları Eylülü. Tabi başka bir hale bürünmüştür her şairin dilinde .

“Ben eylül sen haziran adlı şiirine

Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını… ifadeleriyle başlar Ümit Yaşar Oğuzcan kendini eylülle özdeşleştirerek.

“Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Yüreğime dolduruyorum.”
Der, yani daha bir ümitle bakar eylüle Ataol Behramoğlu

“Eylül ‘ dü .
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını.

……
Eylül ‘dü .
Di ‘li geçmiş bir zamandı yaşadığımız.

……
Dedim ya Eylül ‘ dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimin
.” Derken Cemal Süreyya belki de tüm şairler adına sahiplenir eylülü tüm hüzzam makamıyla Eylüldü adlı şiirinden alıntılarıyla.

Bir de bir zamanlar dilimizden düşmeyen bir şarkı gelir hatrıma :

“Eylül'de gel demiştim sana gelmedin
Kaç eylül geçti aradan dönmedin diye başlayan.

 

Bu kadar değildir elbette eylül adına söylenenler, velhasıl söylenecek olanlar. Daha nice şairin dilinde şiire, nice yazarın kaleminde romana, öyküye bürünmüştür. Ancak ben biraz da vaktin sevdasıyla doladım eylülü dilime. Her anın ve her vaktin ayrı bir rengi, ahengi vardır. Ömürden geçip giden bir koca vaktin ardından Eylüle ulaşmanın tadıyla yaz aylarına döneceğim bir kaç anıyla. Çünkü artık değişir oldu mevsimler. Küresel ısınmanın da etkileriyle Ağustosa yoldaş olmaya, yazdan gün çalmaya başladı eylül yavaş yavaş, eskimez şiirlerin, dizelerin hatırasını da koruyarak. Duamız umudu çoğaltmak, hüznün tadını mevkinde tutmak adına güzel günlere ulaşmak, ömrün her mevsimini, yılın her ayını huzurla yaşamak olacaktır.

Eylüle varmadan evvel koca bir yaz ve iki büyük bayram geçirdik. Herkesin hayatında farklı çiçekler, farklı yağmurlar vardı. Yitenler gidenler, ağlayanlar gülenler, dünya sırrını tamamlayıp alemi berzaha erenler oldu. Aslında her köşede ayrı bir hikaye, her yürekte farklı bir şiir vardı, duyabilene. Bazen kör kaldığımız acılar, bazen sağır olduğumuz çığlıklarla sınandık. Belki kazandık sandıklarımızı kaybettik, kaybettiğimize üzüldüklerimiz oldu belki tek kazancımız. Büyük muazzam bir okyanusta ilerleyen yolcular gibi, fırtınalarla, dalgalarla boğuşarak vardık nice limanlara. Ardımızda kalanlarla. Ve her limanda keşfedebileceğimiz nice güzellikler açılsa da önümüze, yolumuza nice çiçekler döşense de, dikenlere bakmaktan o çiçeklerin hazzını duyamadık kimi zaman. Hep kendimizden daha iyi şartlara odaklanıp, nice garip, mazlum, çaresiz dostlarımızın bizim yaşamımıza bakıp iç geçirdiğini göremedik.

Oysa birbirimizin yaşamlarına dokunmamız lazımdı. Yaralarımızı sarmamız. Çok şey değildi belki de beklenen, istenen. Kimbilir uzatılan bir dost eli çekecekti uçurumun kıyısından bir yüreği. Gönülden bir tebessümümüz şifa olacaktı bir yaraya. Bir selamın hatrı diri tutacaktı umudu, muhabbeti. İşte bununla ilgilidir küçük hikayem, daha tazedir ve ondandır içimdeki diriliği. Hikaye küçüktür belki lakin umarım küçük bir gönlü büyütmüştür dokunuşuyla. “Deniz Yıldızı”nın hikayesi misali. Paylaşmak çoğaltmaktır sevgiyi arzusuyla paylaşayım siz değerli gönül dostlarımla.

Geçtiğimiz Kurban Bayramıydı. Malum artık işlerin çokluğu, uğraşısının zorluğu bahanesiyle kurbanlar çeşitli hayır kurumlarına bağışlanır oldu. Elbette güzel bir niyettir. Rızayı ilahiye uygun olduktan sonra. Ben manevi yönüyle çocuklarımızın da zaman zaman bu bayramı yaşamalarını arzu ederim. İbrahim’in Hakka kararlılığını ve bağlılığını, İsmail’in teslimiyetini, Hacer’in muhabbetini, bir parça anlayabilmek için. O niyetle bu yıl kurbanı çocuklarımızla yaşayalım, uzun vakit et görmeyen garip kardeşleriyle yediğinden paylaşmanın hazzını onlara bırakalım istedik. Kurban kesim alanımız Ankara’nın çıkışında Hasanoğlan denen mevkideydi. Kasaplar acı çektirmeden kesim işlemlerini yapsınlar diye orayı tercih ettik. Onlar işin çoğunu halledecekti Biz sadece alanda bulunup kurban etmeden evvel hayvanımızı sevelim diye vakitlice yola çıktık. Malum hatırlarsınız sıcak ve kavurucu bir güneş vardı.

Sırası gelenler işlerini hallediyor sırasını bekleyenler gölgeliklerde dinleniyordu. Sağolsun mandıra sahibi kahvaltı yapmayanlar için bol kavurmalı ekmek çay ve su ikram ediyordu. Alan evlerinin hemen yanındaydı. Namaz kılmak, bebeğini uyutmak isteyenlere kapılarını açmışlardı. Daha önce pek gelmediğim için oldukça cömert bulmuştum açıkçası. Bizim kurbanımıza henüz sıra gelmemişti.

Ben vakit gelene kadar biraz kesim alanını dolaşayım dedim. Arabaları park ettiğimiz alanın hemen biraz ilerisinde 10 -12 yaşlarında bir kaç çocuk işkembe temizliyor koca hayvan işkembelerini traktör kasasına atıyor isteyen olursa boşaltıp tanker suyuyla yıkayıp sahibine veriyorlardı. Sonradan öğrendiğime göre üç-beş kuruş da harçlık alıyorlardı. Yanlarından geçerken kaldıramadıkları bir işkembe düşüp patladı. Üzerime sıçradı. Her ne kadar üstümüzün başımızın kokacağı ihtimalini düşünsem de bu kadarı aklıma gelmemişti doğrusu. Bayram sebebiyle biraz da özenli giyinmiştim haliyle, bu nedenle önce hayli sıkıldı canım. Ama sonra çocukların o ışıl ışıl parlayan gözlerini gördüm. Nerdeyse pislik içinde kalmıştı tüm çehreleri. Hiç istiflerini bozmadan ellerinin tersiyle yüzlerini silip devam ettiler işlerine. İlginç gelmişti seyre koyuldum. Ne onlar etraftaki insanları görüyor ne yoğun koku sebebiyle insanlar onlara yaklaşıyordu. Yanlarına doğru gittim. Önce abla çok yaklaşma üstün pislenir dediler. Pislendi zaten dedim. Biraz mahcupça devam ettiler işlerine. Biri koşuyor kesilen bir hayvanın işkembesini getiriyor eğer sahibi isterse ivedilikle boşaltıp tanker suyuyla yıkıyor veriyordu. İki çocuk da alınmayan işkembeleri traktör kasasına fırlatıyordu. Müthiş bir hareketlilik vardı çocuklar arasında. Konuşmaya başladık. Mandıracının çocukları değillermiş. Bayramda çalışmak için gelmişler. Okuyorlarmış ortaokulda aslında. Buradan biraz harçlık toplayıp evlerine götüreceklermiş. Okul vakti para lazımmış. Öğretmen olduğumu söyledim. Bi heyecanlandılar. Sonra Hocam demeye başladılar kendiliğinden. Ben hayretle Maşallah:” Nasıl da beceriyosunuz bu koca işkembeleri kaldırmayı, temizlemeyi” dedim. “Ne var ki bunda hocam” dedi biz daha ne işler yapıyoruz. Karslıymış delikanlılar. Onlar da bana sordu nerelisin diye. Baktım büyük insanlar gibi sohbete dalmışız. Muhabbet bayağı uzadı. Derken öğle ezanı okundu. Küçüklerden biri ilkindi mi okunuyor dedi. Yok dedim öğle daha. Belli ki sırtındaki yükün ağırlığı ona vakti uzatmıştı. Hüzün duydum içten içe. O ise sevindi iyi iyi bu yıl erken bitecek diye. Sonra ben gideyim artık kurbanımıza bakayım gitmeden tekrar uğrarım dedim çocuklara. “İşkembeyi getir de temizleyeyim” dedi küçük olan. Yok dedim ben beceremem onu. Şaşırdı, “Niye sen yeni gelin misin” dedi? Yok dedim senden büyük oğullarım var ama yapmadım hiç daha önce. Biraz şaşkın biraz beceriksizliğime tebessümle ama en çok da kendine olan özgüvenle, “Sen nerde olacaksın, sizin kurban nerdeyse ben gelir hallederim hocam”dedi. Onlara kurbanımızın yerini tarif ederek ayrıldım yanlarından. Şükür ki kurban işimiz çok uzamadı. Kolayca halledip son aşamaya getirmişlerdi kasaplar. Sadece paylaşım işi kalmıştı. O sırada küçük delikanlı geldi elinde bir poşet yağ iki de dalak vardı. Bana uzattı abla bunlar fazlalık almayanların dedi. Sana getirdim. Baktım gözleri yine ışıl ışıl. Elinde sanki gönlünden bir parça vardı. Sessizce aldım kırılmasın diye. Verir vermez tekrar döndü görev yerine. İşimiz bitip gideceğimiz vakit tekrar gittim vedalaşmak için küçük delikanlıların yanına. O esnada daha önce aralarında olmayan bir başka çocuk daha gelmişti yanlarına. Beni görünce hemen, “Abla işkembe temizliği 10 lira temizleyelim mi?” dedi. Bizim ki hemen kesti lafını “Dur lan o tanıdık paraynan değil” deyiverdi. “Öyle mi, Kars’lı mı?” diye sordu yeni gelen. Yok Karslı değilim dedim Hiç Karslıya benziyor muyum? diyecektim ki şaşkınlıkla. “Ama benziyor Karslılara baksana” dedi bizim ki ben diyemeden. Gülümsedim. Karslı değilim ama bu delikanlının ablasıyım diye karşılık verdim. Delikanlı güldü kızaran yüzünde derin bir tebessümle. Sonra bir umut doldu içime. Yeni nesil üzerine zaman zaman söylenenlerin aksine, Anadolu’mun güzel insanlarına dair. Elleri yüzleri alınterinin izlerini taşıyan; üstleri başları, elbiseleri kirli lakin gönülleri temiz bu güzel çocuklarla... Geleceğimizin mirasçılarına dair umutla doldu heybem... Bayramım bayram oldu.

Kısa bir andı yaşadığım. Belki çoğu zaman yanından geçip gittiğim, umursamadığım hayatların hikayelerinden bir kesitti sadece.

Düşündüm de sonra ne az dokunuyoruz yüreklere, ne az türkü dinliyor, ne az şiir okuyoruz. Sanal dünyanın samimiyetsiz resmiyetinden kaldırıp da başımızı göğe bakacak, denizi seyredecek zaman bulamıyoruz. Ve ne çok değişiyoruz dünya telaşına gönül zenginliklerini. Farkında olmadan azalıyoruz yavaş yavaş. Tükeniyoruz. Çayımız soğuyor bardakta, telvesi taşıyor kahvemizin yetişemiyoruz. Uzun uzun bakıp kuşlara tefekkür edemiyoruz. Islanmıyoruz ince bir yağmurda duayla. Rüzgarı hissedemiyoruz. Her gün yeni baştan yeniliyoruz hırslarımıza.

Bayramlarımız kapitalist sistemin çarkını döndürmekten öte gidemiyor. Kuru toplu mesajlara değişiyoruz kırk yıllık kahvenin hatrını. Genişleyen evlerimiz daralan ruhlarımıza yetmiyor. Ah kimseler oturup ince mevzularda muhabbet etmiyor sanki. Ahh kimse kimseyi dinlemiyor. Hep sonraya erteliyoruz güzellikleri, yorulmalar, koşturmalar bitmiyor. Ve bakıyoruz ki giden gün ömürdenmiş. Sona bıraktığımız güzelliklere vakit yetmiyor. Son pişmanlık fayda etmiyor. Öyleyse bu eylül bir farklılık getirsin hayatımıza. Şairin dediği gibi:

Her eylül bir başlangıç,

Seç bir eylül,

Sıra sende…