Saraydan Sütuna İSFAHAN

Gülfidan Çalışkan

İsfahan ziyaretimiz Kırk Sütun (Çehel Sütun) Sarayı ile başladı. Kırk Sütun bağı 67.000 m2’nin üzerinde. Birinci Şah Abbas zamanında yapılmış. Kırk Sütunun yirmi sütundan oluşan amfilerinin yansıması kırk sütunu anlaşılır kılıyor. Gerçekte ise Kırk sütun kelimesi çokluk göstergesiymiş. Ardından tarihî Heşt Beheşt (8 Cennet Sarayı). Safevî döneminin son sultanlarının yaşadıkları saray. Süleyman Şah zamanında yapılmış. Akabinde dünyanın en büyük meydanlarından biri olan İmam Meydanına (Nakş-ı Cihan Meydanı) geçiyoruz. Eskiden meydanın yerinde Nakş-ı Cihan isminde geniş bir bağ varmış. Daha önceleri bu meydanda polo oynanırmış. Yani bilinenin aksine polo İngilizlerin değil Babürlerin oyunu imiş. Meydanda birçok tarihî yapı bulunmakta. Önce Âli-Kapu Sarayına geçiyoruz. Şah Abbas bu meydanı görünce buraya dünyanın en büyük hükümet kompleksini kurmaya karar vermiş. Kendisi çalışmalar için bir kısmı üç bir kısmı altı kattan oluşan bir saray yaptırmış. Sarayın terasından tüm meydanı temaşa imkânı bulduk oldukça keyif verici bir andı. Safevîler döneminde, “Mübarek Nakş-ı Cihan Devlethanesi” ve “Kasr-ı Devlethane” şeklinde de anılmış. Katların her biri özel süslemelere sahip. İmam Camisi, Eski adı Mescid-i Şah, İmam Meydanının güney ucunda. Mescidin içi, dışı her yeri İsfahan’ın sembolü haline gelmiş olan mükemmel mavi çinilerle ve (lotus) Nilüfer çiçeği süslemeleriyle kaplanmış. Mavi göğü, nilüfer çiçeği suyu ve toprağı temsil ediyor. Geceleri ışığı yansıtması ise bir başka güzellik. Mescidin içinde mükemmel bir akustik var. Burada tur rehberimizin okuduğu ezan caminin her yanından duyulabiliyordu. Bilimsel araştırmalar burada sadece on ikisi insan kulağıyla algılanabilen 49 çeşit yankının oluştuğunu göstermiş. İmam Mescidi, Şah Abbas tarafından 18 yıllık bir çalışma sonrası 1629’da tamamlanmış.  Kubbe de orijinal. İran’ın üçüncü büyük kubbesi. Mihrap da normal seviyenin altında, bunun iki sebebi varmış biri tevazu göstergesi, diğeri ise güvenlik amaçlı yani imamı herhangi bir saldırıdan korumak. Meydanın doğu köşesinde I. Şah Abbas’ın, Lübnanlı İslam âlimi ve kayınpederi Şeyh Lütfullah adına dini sohbetler, dersler ve kişisel ibadetler amacıyla yaptırdığı Şeyh Lütfullah Cami yer almış. Minareleri yok. Camiyi sarayın hanımları harem ibadethanesi olarak kullanmış, bu sebeple Kadın Mescidi olarak da anılıyor. Belki de bu sebeple burada İmam Mescidinden daha güzel ve daha sade bir estetik yapı var. Cuma Camii, devrimden önce Şah Cami olarak biliniyordu. Bu yapı İran’ın İslâm’dan sonraki bin yıllık tarihini gözler önüne sermekte. İran’da Cuma namazı tüm şehirde sadece tek bir camide kılınabiliyor. Bütün halk tek bir camiye toplanıyor ve bu cami o şehrin Cuma Camisi olarak adlandırılıyor. Bu muhteşem tarihi kompleksin devamında İsfahan sanatından ve kültüründen esintiler bulabileceğimiz Kapalı Çarşıda bir mola veriyor, İran’ın geleneksel ürünlerini ve sanat örneklerini görme imkânı buluyoruz. Minyatürler, mozaikler, sedefler, ahşaplar, oyma bakırlar… Bu Pazar haftada bir gün sadece kadınlara özelmiş. Bu sırada erkek dükkân sahipleri ortalıkta görünmez dükkânın gerisinde beklermiş.

Kapalı Çarşı molamızdan sonra en ilginç mekânlardan biri olan ve 1316 yılında inşa edilen Sallanan Minareye geçiyoruz. Bu minareler esnek yapısıyla ilginç bir şekilde sallanıyor. Görevli bir minareyi sallarken hemen yan taraftaki de ona eşlik ediyor hatta bu sallanma caminin alt kat pencerelerinde ve titreyen taşlarında da hissedilebiliyor.

Programımıza Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın oğlu Melikşah’ın kabrini ziyaret ile devam ediyoruz. Aslında kabir normalde ziyarete açık değil ve önceden çeşitli girişimlerde bulunmuş olmamıza rağmen izin almamız mümkün olmadı. Vefa duygumuzla en azından uzaktan kapısından selamlarız düşüncesi ile huzuruna vardık. Kabrin bulunduğu yerin oldukça bakımsız, atıl ve sahipsiz olduğunu görmek bizi oldukça üzdü. Kapısında okuyarak dualarla beklediğimizi ve ayrılamadığımızı gören çevre esnafının yardımı ile ilgili kişinin gelmesi ve avlunun kapısını açması tüm heyetimizi duygulandırdı. Sultan Melikşah aslında Bağdat’ta vefat edip defnedildikten sonra naaşı hanımı Terken Hatun tarafından İsfahan’a naklettirilmiş. Hemen yanında bir dönemi nizamıyla kuşatan, Büyük Selçuklu Devletinin akil veziri, çağlara yenilmeyen eser Siyasetnamenin yazarı, Nizâmülmülk bulunmakta. Tarihimizde oldukça önemli yerlere sahip bu iki büyük insanı ziyaret edip selamlayabilmenin manevi hazzıyla günün son durağı olan 33 Gözlü Köprüye geçtik. Allahverdi Köprüsü (Siosepol: 33 Sütunlu Köprü) yapan mimarın adıyla (Allahverdi Han Köprüsü). 1602’de yapılmış ve günümüzde şehrin sembolü haline gelmiş. Maalesef köprünün altından geçen ırmak beş altı yıldır kurumuş. 300 metre uzunluğunda ve 14 metre genişliğinde olan bu köprü araç trafiğine kapalı. Köprünün altında bulunan çayhaneler gerçek bir şark çayhanesi örneği. Geceleri ışıklandırılan bu köprü rengârenk ışıklandırılarak geceye müthiş bir görkem katıyor. Bizler de o köprüden, ışıkların arasından geçtik. İranlı gençlerin eğlenceli kahkahaları, sokak sanatçılarının farsi nağmeleri, İran müzikleri bizi de mest etti.

Ertesi gün tarihi kent Persopolis’e geçiyor, Pers İmparatorluğunun binlerce yıllık tarihi izlerini yerinde görüyoruz. Persepolis (Pers dilinde: Parsa, Farsça: Taht-ı Cemşid, Şiraz’ın 70 km kuzeydoğusunda. Pers İmparatorluğu’nun başkenti. MÖ 6. Yüzyıl sonlarına doğru Pers Kralı I. Dara (Darius) tarafından kurulmuş. Dara’dan sonra tahta çıkan krallar şehri büyüterek harika anıtlarla doldurmuşlar. Nakş-ı Rüstem  Persepolis’in 12 km kuzeybatısında bir arkeolojik site. Fars mitolojisi kahramanı Rüstem’i tasvir ettiği düşünülen, anıt mezarların altlarındaki Sasani oymaları sebebiyle Nakş-ı Rüstem denmiş. Burada, krallara ait yedi adet mezar var. Üzerindeki yazılar açık şekilde bir tanesinin I. Darius’a ait olduğunu belirtiyor. Mezarlara ilaveten, alt kısımda, Sasani krallarına ait devasa kaya oymaları bulunuyor.