Saliha Sağdıç
Son zamanlarda hepimizin gündemi yaklaşan referandum. Hepimizin derken, bayağı hepimizden bahsediyorum. Genç, yaşlı, öğrenci, öğretmen, siyasetçi, işçi, işsiz, ev hanımı, çoban, imam, profesör vs. Hatta yalnızca ülkemizde değil, dünyada bile gündem bizim referandum. Kampanyalara izin vermeyen Avrupa ülkelerinden tutun, Türkçe manşetle, gazetelerine referandum haberi yapan Avrupa ülkelerine kadar ne ararsanız var.
En son ABD'nin başkanlık seçimleri bu kadar gündem olmuştu. Ne yalan söyleyeyim ABD'nin başkanlık seçimlerini kıskanmıştım. Çünkü iki seçenekli seçimler her zaman daha heyecan verici oluyor. İlk kez halkın oyuyla seçilen Cumhurbaşkanlığı seçimleri de böyle olmuştu. Tabi bu iki seçenekli seçimler, heyecanlı olmasının yanında fanatikliğe ve tabiri caizse bir futbol takımı desteklemesine dönüşme tehlikesi de içeriyor. Çünkü futbolda tuttuğunuz takımı desteklerken, hiçbir şeyi düşünmez sadece desteklersiniz. Bu öyle gözü kapalı bir desteklemedir ki, zaman zaman karşı takımın taraftarlarını adeta birer düşman gibi görürsünüz. Sonucunda spora dayalı altı üstü oyun olan bir şey için kan döküldüğü bile olur.
Ama gün gelir, o birbirini bir kaşık suda boğacak taraftarları; herhangi bir iyi niyet noktasında -hasta bir çocuk için moral maçı gibi, bir terör saldırısı sonrası gibi- can ciğer kuzu sarması olarak görebilirsiniz. Çünkü biz; çok çabuk ayrışan ama bir o kadar da çabuk kenetlenen, hakikaten enteresan bir milletiz. Çünkü duygularımızla yaşayan insanlarız. Hep anlatılan bir şehir efsanesi vardır. Türkiye'ye gelen turistlerin "trafikte size bağırır, çağırır hatta küfreder, aynı adamın evine misafirliğe giderseniz ısrarla yemek yedirir, çay içirir, ayağına terlik verir, rahat ettirmek için uğraşır" diye anlattığı söylenir. Doğrudur da? öfkemizi de sevincimizi de uçlarda yaşarız çünkü. Dünyada başka, böyle bir millet var mı bilemiyorum.
Başka hangi ülkeden; bir tankı önüne yatarak durdurmaya çalışan, egzozuna gömleğini tıkayıp gerçekten durduran, beş dakikada kullanmayı
öğrenen insanlar çıkabilir ki? Hıncını alamayıp havadaki F16'nın üstüne atlamaya çalışan bir insan başka hangi milletten olabilir? Böyle onlarca şey yaşadık 15 Temmuz kanlı darbe girişiminde? ve işte böyle bertaraf ettik eli kanlı hain darbecileri. Bu göğsümüze sığmayan yüreklerimizle.
Sonrasında günlerce sokaklarda demokrasi nöbeti tuttuk. Nasıl güzel görüntüler, nasıl güzel kareler kaldı o günlere dair elimizde. İstediğimizde
nasıl beraber olduğumuzu, nasıl birlik olduğumuzu gösterdik tüm dünyaya.
Her çeşit insan, her görüntüde, her fikirde insan bir aradaydık. Omuz omuzaydık. Hele Yenikapı'da adeta bir destan yazdık. Her siyasi partiden,
her fikirden milyonlarca insan istediğimizde nasıl beraber oluruz, bir oluruz gösterdik. Yine dünya gündemindeydik tabi ki! Biz zaten halk olarak hiç bölünmedik ki! Sağcısı-solcusu, alevisi-sünnisi, Türk'ü-Kürt'ü, evetçisi-hayırcısı her gün aynı otobüse biniyoruz, aynı okullarda, aynı sıralara oturuyoruz. Aynı manavdan elma seçiyor, aynı bankada kuyruğa giriyoruz. Aynı berberde traş oluyor, aynı fırından ekmek alıyoruz. Aynı gökyüzüne bakıyor, aynı havayı soluyoruz. Birimiz diğerimizin giydiği kıyafeti diken terzi, birimiz diğerimizin ayakkabısını üreten işçi, birimiz
diğerimizin çocuğunun öğretmeni, birimiz bir diğerimizin doktoru, birimiz bu ülkenin mühendisi, birimiz hemşiresi, birimiz polisi? Soframıza
koyduğumuz zeytini toplayan, haberleri izlediğimiz televizyonu tamir eden, başımızdaki çatıyı yapan, sokaklarımızı temizleyen, yaralarımızı saran, kitaplarımızı yazan herkese; bu ülke için çalışan herkese, birbirimize ihtiyacımız var.
Referandumdan sonra da ihtiyacımız olacak. Tıpkı bundan önceki onlarca seçimde olduğu gibi. Bundan yüz kırk bir sene evvel Meşrutiyetin ilanı ile birlikte ilk seçimimizi yapmış, tarihimizde ilk kez oy kullanmışız. 23 Aralık 1876'da 69 müslüman, 46 gayrimüslim olmak üzere toplam 142 mebusu (milletvekilini) seçip meclise yollamışız. O tarihten bu tarafa gelsin genel seçimler, gitsin yerel seçimler, referandumlar?
Ülkemizde ilk kez 1961 yılında; darbe sonrası anayasa değişikliği için referandum yapılmış. Daha sonra yine darbe sonrası anayasa değişikliği
için 1982 yılında bir referandum daha yapılmış. Bugüne dek yedi kez referanduma gitmişiz ve bir tanesi hariç hepsinden "EVET" sonucu çıkmış.
Yalnızca "erken seçim olsun mu?" konulu referandumda ülkece "HAYIR" ne aceleniz var, zamanı gelince yapın demişiz. Tahmin ediyorum siz bu yazıyı okurken, sekizinci kez -bu kez darbe sonrası olmayan bir anayasa değişikliği için- referanduma gitmek üzere olacağız. Muhtemelen aynı
akşam sonuçları öğreneceğiz. Malum; mükerrer oy kullanımını önlemek için tırnaklarımıza geçmeyen mürekkebin sürüldüğü, sonuçların ertesi güne ancak belli olduğu, kimimizin dayanamayıp uyuduğu, sabah da "ne oldu, kim kazandı?" diye sorduğu günler çok geride kaldı. Artık teknoloji oldukça gelişti, kısa sürede sonuçları öğrenecek ve hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz. Tıpkı dedelerimizin, ninelerimizin, analarımızın, babalarımızın bundan önceki seçimlerden sonra
yaptığı gibi...
Geride komik, tuhaf, acı, ya da güzel anılar bırakarak. Söz konusu bizim millet olunca bunların hepsini bir arda yaşayabiliyoruz çünkü.
Tırnağına mürekkep sürdüğü seçmen tarafından darp edilen sandık başkanı gibi, eşi dostu dahil kimsenin oy vermediği başkan adayları gibi, eşit
oy alan adaylar arasından kazananın kurayla belirlenmesi gibi, sandık başına köpeğiyle, gelinliğiyle gelen seçmenler gibi, "elektrikler kesilirse hemen sandıkların üzerine oturun" diyen parti genel başkanları gibi, "kimseye güvenmiyorum, oyumu veremem" deyip, mührü kendi alnına basan seçmenler gibi? ya da muhtarlık tartışması yüzünden çıkan silahlı çatışmada hayatını kaybeden onlarca kişi gibi?
Dilerim, sadece tatlı anılarla geride bırakırız bu süreci. Elbette öncesinde, sürece yönelik fikirlerimizi söyleyecek; sonrasında ise sonuca yönelik değerlendirmelerimizi yapacağız. Bunu yaparken mümkün olduğunca uzlaşmacı bir dil kullanmalı ve çatışma ortamı oluşturacak söylemlerden
kaçınmalıyız. Kutuplaştıran, ayrıştıran, ötekileştiren bir dil yerine; birleştiren, uzlaştıran, toparlayıcı bir dil kullanmalıyız. Tatlı-sert esprilerden;
hakaret değil, mizah yönü ağır basan karikatürlerden, güzel bir üslup kullanılan kampanyalardan kimseye zarar gelmez. Çünkü kötü bir yöntemle, iyi bir hedefe varılmaz. Acı tecrübelerle gördük ki; çatışma ortamı topluma faydadan ziyade zarar getirir. Büyüyen bir çatışmanın ise kazanan tarafı yoktur.
Bundan uzun yıllar sonra; bir derginin köşe yazarı tarafından, tarihimizdeki seçim ve referandum süreçlerini değerlendiren bir yazısında, gerçekleştirmek üzere olduğumuz referandumdan "Türkiye'nin gelişmesi ve büyümesinde adeta bir dönüm noktası olmuştur." şeklinde bahsettiğini okumayı hayal ederek satırlarıma son veriyorum.