27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007, 15 Temmuz 2016 Türk demokrasisine kara leke olarak geçmiş, milletimizin ilerleyişinin, türlü suni bahaneler ve çatışmalar üretilerek, durdurulmaya çalışıldığı tarihlerdir. “Türkler soluyorsa sulayacaksın, büyüyorsa budayacaksın” diyen İngiliz politikacı Churchill’in vasiyetini yerine getirmek için her on yılda bir harekete geçen küresel güçler ve onların içimizdeki hain işbirlikçileri; demokrasimize, özgürlüklerimize, ekonomimize, dini yaşantımıza, kültürel değerlerimize çeşitli bahanelerle darbeler vurmuşlardır.
CADI AVI
Bin yıldır Anadolu topraklarında farklı dini inanç, dil, kültüre sahip insanlar birbirlerinin hak ve hürriyetlerine saygılı bir şekilde yaşamayı başarmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu her inanç grubunu kendi inançlarına uygun olarak kabul ettikleri yasalara göre yargılamıştır. Kimse kimseye bir inanç, yaşayış tarzı ve kültürünü dayatmamıştır. Buna karşılık son altmış yıldır küresel güçlerin güdümündeki küçük bir azınlık, belirli aralıklarla toplum mühendisliğine soyunmakta, ellerindeki medyanın ve paranın da gücünü kullanarak ürettikleri kurmaca gerilimleri bahane ederek darbelerle ülkenin ekonomik, kültürel ilerleyişi geriletmektedirler. İhtiyaç halinde kullanabilmek adına ülkedeki insanları “Türk-Kürt, Laik-Antilaik, Alevi-Sünni, Başörtülü- Açık” gibi toplumun hiç ihtiyaç duymadığı alt kimliklere ayırmışlardır. Her bir alt kimliğe de bir diğerinin kendisinin varlığına tehdit olduğu algısını yerleştirmişlerdir. 90’lı yılların başından itibaren ve Turgut Özal’ın ölümünden sonra arttırılarak ülkenin ileri gelen bazı gazeteci, yazar, öğretim görevlileri öldürülerek toplumda ‘İslami terör’ algısı oluşturulmuştur. Sahte tarikat, tarikat şeyhleri ve müritleriyle İslam’a karşı toplumda nefret duygusu oluşturulmaya çalışılmıştır. 1997 yılına kadar adım adım darbenin alt zemini oluşturulmuştur.
KAPI AÇILDI
28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrası alınan kararlarla başlayan post modern darbe, 1990’ların başından itibaren ülkede kurgulanan İslami terör ve irtica kılıfıyla, muhafazakâr kesim için yasaklar ve mahrumiyetlerle dolu bir dönemin kapısını açmıştır. 28 Şubat ile başlayan süreçte, bu ülkenin evlatları var olma ve özgürlük mücadelesi vermişlerdir. İrticayla ilişkilendirilip fişlenen on binlerce insanın hayatları post modern postalların altında ezildi. Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, bürokratlar, memurlar, iş adamları fişlenerek iş göremez hale getirildiler.
‘ŞERİAT GELİYOR’
‘Şeriat Geliyor’ şeklinde oluşturulan suni korku politikalarının ardından, özellikle başörtüsüyle okumak isteyenlere karşı büyük bir linç kampanyası başlatılmıştı. Tek istedikleri eğitim almaya devam etmek olan, on beş- on sekiz yaşlarındaki, imam hatipli ve üniversiteli kızlarımız ‘Cumhuriyet Rejimi’nin onlara vermiş olduğu eğitim hakkından mahrum edildiler. Daha da ötesi anayasal düzen karşıtı terörist ilan edildiler. Eğitim hakkını elde etmek isteyen binlerce öğrenci gözaltına alındı, üniversite bahçelerine dahi alınmadılar. İstanbul Üniversitesi yüz karası bir uygulamayla başörtülü öğrencileri ikna odalarına soktu ve okula başörtüyle girmeyeceklerine dair ellerinden taahhütname aldı. 1997’de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi bölüm birincisinin başörtülü olduğu için törene alınmaması yapılan zulmün sembolü oldu. Günlerce eğitim hakkının engellemesine dikkat çekmek için, mağdur edilmiş öğrenciler ve aileleri tarafından, demokratik oturma eylemleri yapıldı; ancak vicdanlar katılaşmıştı. Öğrencilere, ailelerine baskı ve zulümle muamele edildi. Anayasal düzene karşı koymak ve sivil itaatsizlik gibi uydurma nedenlerle henüz ortaokul, lise ve üniversite çağlarındaki öğrenciler ve aileleri hapis cezasına çarptırıldılar. Onlarca yıl suçsuz insanların hayatları hapishanelerde çürütüldü.
EN BÜYÜK SİVİL EYLEM
11 Ekim 1998 yılında en büyük sivil toplum eylemi düzenlendi. Milyonlarca insan ülkenin bir başından diğer başına el ele tutuşarak, eğitim haklarının ellerinden alındığını dünyaya duyurmak adına, özgürlük zinciri oluşturdu. Eylemde birçok kişi tutuklandı ve idamla yargılandı. Tazyikli su ve coplarla müdahalelerde bulunuldu. Basına yansıyan bu olayların dışında, o yıllarda üniversite eğitimi alan kız kardeşlerim ve benim gibi birçok kişinin yaşadığı, bizzat şahit olduğumuz trajik, aşağılayıcı, kısıtlayıcı olaylar gerçekleşmiştir.
ŞANSLIYDIM
28 Şubat darbesine yüksek lisans eğitiminin ikinci yılının bahar döneminin ilk haftalarında yakalandım. O güne kadar üniversitede hocalarımızla ve arkadaşlarımla daima iyi ilişkiler içindeydim. İstanbul Üniversitesi’nde patlak veren başörtüsü yasağını televizyonlardan takip ediyorduk. Sınıftaki tek başörtülü öğrenciydim. Mühendislik fakültesinde okuduğum için bölümde çok az sayıda başörtülü öğrenci vardı. Henüz başörtü yasağı üniversite yönetimlerinin şahsi tutumlarına göre uygulanmaktaydı. Bizim üniversitemizde henüz uygulama başlamamıştı. Ancak bizler de tedirgin bir bekleyiş içerisindeydik. Birkaç hafta önce ders seçme aşamasında odasına girip sohbet ettiğim hocam, aramızdaki iyi diyalogu göz ardı ederek, derse girip bana doğru yönelmiş ve kulağıma eğilerek; yönetmelik gereği beni başörtümle derse alamayacağını, sorun çıkarmadan dersi terk etmem gerektiğini bildirmişti. Hiçbir şey söylemeden ayağa kalkıp dışarı çıktım. Ben diğer arkadaşlarıma ve kız kardeşlerime göre şanslıydım. En azından üniversite eğitimini tamamlamıştım. Kız kardeşlerim ve ben de diğer öğrenci arkadaşlarımız gibi Türkiye genelindeki insan haklarına aykırı uygulamalarla eğitim hakkından mahrum bırakılmıştık.
ŞARLATANDAN EMİR ALANLAR
Mimarlık fakültesinde okuyan kız kardeşim üniversitedeki diğer arkadaşlarıyla sözleşmişler, hafta başında bütün başörtülü arkadaşlarıyla derse girmeyip uygulamayı protesto etme kararı almışlardı. Ancak bu öğrencilerin büyük bir kısmı, bugün FETÖ olarak bilinen sözde hocalarından aldıkları emirle, başörtülerini çıkarıp derslere girerek başörtüsü mağduru arkadaşlarına ihanet etmişlerdi. Bütün ülke genelinde “Başörtüsü teferruattır” emrini alanlar başlarını açıp derslere girdiler. O günlerde anlam verilemeyen bu hareketin nedenleri ‘15 Temmuz Hain Darbe Girişimi’yle netlik kazanmıştır. 28 Şubat Post Modern Darbesi’nin aslında vatansever, muhafazakâr vatandaşların eğitim yuvalarından, devlet kademelerinden, bürokrasiden, askeri kademelerden tasfiye edilmesi ve uzaktan kumandalı FETÖ elemanlarının boşalan kadrolara yerleştirilmesi projesi olduğunu 15 Temmuz ile anlamış olduk.
DARBELERİ YOK SAYANLAR
Eğitim hakkı ellerinden alınan öğrencilere 2011 yılında AK Parti döneminde üniversiteye geri dönme hakkı tanındı, 2014 Eylül’de yapılan kılık kıyafet düzenlemesinin ardından, ilkokuldan sonra isteyen kız öğrencilere başörtüsü takarak eğitim alma özgürlüğü verildi. Bu düzenlemeyle kamu personeline de başörtüsüyle çalışma hakkı tanındı. Devletin esas görevinin vatandaşlara eşit eğitim hakkı tanımak olduğunun; çağdaşlığın, modernliğin, aydın olmanın insanlara nasıl yaşayacakları, nasıl giyinecekleri, hatta nasıl düşünecekleri dayatılarak değil sadece özgür düşünce ve bilimle elde edilebileceğinin altı çizilmiş oldu. Bugün 15 Temmuz’a ‘Tiyatro’ diyenler, 28 Şubat’ı da yok saymak, unutturmak istemektedirler. Bazı yaşananların telafisi yoktur. Yarım kalmış okulların, ortasından kesilmiş memuriyetlerin, eşinin başörtüsünden dolayı kocası memuriyetten, askeriyeden atılmasın diye dağılan ailelerin, yıllarca başörtülü iş bulunamadığı için katlanılan ekonomik yoksunlukların, kamusal alan safsatasıyla oğlunu vatan savunmasına gönder ‘Ama sen tören alanına başörtüsüyle alınamazsın’ şeklinde yaşatılan mahrumiyet ve aşağılanmaların, gençliğin en güzel yılları hapiste bir hiç uğruna geçirilen, ömürlerden çalınan zamanların telafisi mümkün değildir.
HER ŞEY YOLUNDA MI?
Bugün her şey yoluna girdi diye yaşananları yok saymak, pusuda bekleyen karanlık zihniyetleri görmemezlikten gelmek hele de 15 Temmuz gibi top yekûn devletin varlığına kastedilerek gerçekleştirilmeye kalkışılan bir ihanetten sonra mümkün değildir. İnancımız gereği örttüğümüz başörtülerimizle eğitim almak isteyen bizler, bu vatanın evlatları olarak ‘Örümcek kafalılar’ adıyla aşağılanarak vatan için en büyük tehdit olmakla itham edildiğimiz, kapılardan kovulduğumuz, üniversite bahçelerine dahi alınmadığımız, en temel haklardan olan eğitim hakkımızın elimizden alındığı, sosyal aşağılanmaya maruz bırakıldığımız, iş bulamadığımız, eğitim için zorunlu olarak gurbete gittiğimiz, başörtülü olarak hastanelerin sağlık hizmetlerinden yararlanamadığımız, memurların, iş adamlarının dahi fişlendiği, görevlerinden uzaklaştırıldığı, itibarsızlaştırıldığı, ülkenin en ücra köşelerindeki köy okullarında bile başörtülü öğretmen avına çıkıldığı, zaten ekonomik kriz içinde boğulan ülkemizin ekonomik olarak bankalarının hortumlandığı günlerden geliyoruz. İnsanların hayatlarının post modern postalların altında ezildiği, zulmün ‘Kamusal alanda başörtü yasağı’ diye devlet eliyle bu vatan için gözünü kırpmadan canını verecek vatan evlatlarına dayatıldığı karanlık günleri milletimizin ferasetiyle geride bıraktık. Bin yıldır din, dil, ırk, kültür ayrımı yapmaksızın büyük bir hoşgörüyle bir arada yaşayan bizler hak ve özgürlüklerimizin teminatı adına bin yıl geçse de 28 Şubat’ı unutmayacağız ve unutturmayacağız.