Özellikle Anadolu’daki belediyelerimizin ön ayak olması arzusuyla yazdığım bir önceki yazıma güzel tepkiler aldım hamdolsun. Lakin enteresan mevzulara da girmedik değil bu vesileyle.
Az biraz elindeki parasını titanmış, saadet zinciriymiş, tuhaf tuhaf isimleri olan networking sistemlerine kaptıran hanımlar beyler gerek mailleri ile gerek karşılıklı sohbetlerimizde özetle şu ana başlıkları paylaştılar:
Kısa yoldan, kolay para kazanma arzumuzun kurbanı olduk, önce bir miktar kazandık, tabir-i caizse ağzımıza bir parmak bal çalındı, sonra daha çok kazanalım derken elimizdekinden de olduk.
Birilerinin kazanırken birilerinin kaybettiği tüm sistemler sıkıntıymış. Cümleyi doğru kurmak gerekirse birilerini kaybettirerek kazanmak üzere kurulan tüm tezgahlar belaymış. Hem kişiye, hem aileye, hem devlete, hem millete, hem insanlığa…
Bir ara sohbetlerimiz krediye, kredi kartına, faize, dijital paralara (bitcoin, ripple, etherium, litecoin vs), borsaya kadar uzandı. Tahvilmiş, repoymuş, likit fonmuş, BES’miş…
Hepsiyle ilgili uzaktan yakından kulak dolgunluğum var Allah için. Ama yarım bilgi ile ahkam kesmek istemem. Lakin işin içinde olanlarında yaşadığı sinir, stres ve sonuçlarını gördükçe bana hiç makul gelmiyor yine Allah için.
Dolayısıyla zamanında yaşananlar ve yaşatılanlar yüzünden güven ortamını, güvenmeyi ve güvenilmeyi kaybetmişiz ve hatta kurunun yanında yaş ta misali güzel şeyler de arada kaynayabiliyor. Yani bir yerlerde “İNANMA” problemimiz var.
Biliyor musunuz asıl içler acısı olan ne? Bu işi asıl çözmesi gerekenler işin tam da göbeğinde teşvik edici. Ekonomistler, ilahiyatçılar, bazı kurum ve kuruluşlar her türlü iletişim araçları ve basın-yayın organları ile “gel vatandaş gel” diye meydanlara çıkıyorlar. Resmi ve özel kurumlar yarış halinde. Rengarenk sermayeler yeşili duydum ama karşısında hangi renk var bilmiyorum beyaz mı, mavi mi, kırmızı mı aklımızla dalga geçer gibi para ve türevleriyle sözde ticaret yapıyorlar.
Paranın satınalma gücüymüş, değer kaybını önlemek için change etmekmiş, enflasyon önünde eritmemekmiş, ticaretse para da malmış, para alıp satmanın neresi yanlışmış falan derken bir ara mevzular öyle yerlere gidiyor ki dar’ül harp’ta yok caizmiş, Müslüman memlekette olmazmış ama elin memleketinde olurmuş, bu konuda fetva verenler varmış… Allah’ım Allah’ım…
Evden çıkıp bakkala giden ve bir ekmek alıp evine tekrar geri dönebilecek kadar zekası olan herkesin bileceği basit bir gerçek var: “ADALET”. Yani her şeyi yerli yerine koymak. Konumuza dönecek olursak; Para araçtır, mal değildir. Para, ticarette malı almak için kullanılır. Amaç olmamalıdır. Aracı amaç yaparsanız şirazeyi kaydırırsınız. Normali yerinden oynatırsanız ve başka anlamlar yüklerseniz hele bir de buna kılıflar hazırlarsanız yani dengeyi bozarsanız zulmedersiniz. Adaletin zıttı da zulüm malumunuz.
Sonra aynı koca koca adamlar başlıyorlar eleştiriye: Üretim yok, imalat yok, sanayi yok, girişim yok, tarım yok, hayvancılık yok… sonra ithalat çok, ihracat yok, dış borç çok, cari açık çok…
O yüzden diyorum ki, parayı koyun yerli yerine. Ticarete ya da infaka katmadığınız parayı biriktirmenin manası yok. Tek başınıza yapabiliyorsanız ne ala, ne güzel… Ben tek başıma ne yapabilirim demeyin. O vakit -varsa- güvendiklerinizle beraber kurun havuzu, ticaret yapın. Yok kimseye güvenemem diyorsanız hani geçen yazımda BİT dedim ya o misal Devlet eliyle kurulacak havuza buyrun. Yok Devlete de güvenmem diyorsanız, çok dua edin çok…
Paraya da, mala da, ticarete de zulmetmemek gerek.
Hayırlısı olsun…