Bazı kavramlar o kadar çok kullanılır ve dile öylesine yerleşir ki, insan durup üzerine düşünmez bile. Son zamanlarda hemen her programda, ana haber bültenlerinde, sosyologların, psikologların dilinde, orada, burada heryerde yani ülkece gündemimizde “kadına karşı şiddet” meselesi var.
Var olmasına var ama aslında tam olarak nedir? Sebepleri nelerdir? Çözümü nasıl olmalıdır? Sorularına cevap verebilecek kişi sayısı çok olmasa gerek.
Her zaman söylediğim bir şey var; biz toplum olarak çok çabuk ayrışan ve ötekileştiren ama bir o kadar da çabuk birleşen ve kenetlenen hakikaten nevi şahsına münhasır bir milletiz.
Ülke içinde oynanan bir futbol müsabakasında, birbirimize düşüp küçük çapta bir savaş çıkarabilirken aynı futbolu ülke olarak başka ülkelerle oynayınca, müthiş bir birlik beraberlik içinde adeta meydan muharebesine gider gibi davranabiliyoruz.
Çok çabuk galeyana geliyor, fevri tepkiler veriyor fakat sürecin devamında üzerimize düşeni yapmıyoruz.
Ne zaman ülkenin gündeminde kadına ya da çocuğa şiddet, istismar, taciz, tecavüz, cinayet olayı olsa; ülkede adeta infial oluşuyor, hepimiz öfkeleniyoruz, suçlulara nefret kusuyoruz, kimi zaman ayaklanıyoruz, “idam gelsin” söylemleri havada uçuşuyor fakat sorunun temelde çözümüne yönelik hiçbir kalıcı adım atmıyoruz.
Söz söylemede mahir, çözüm üretmede ve sebepleri bulmada ise beceriksiziz gibi görünüyor.
Kadına karşı şiddet sadece bizim ülkemize ait bir sorun değil elbette. Her toplumda genel ahlak kurallarına aykırı davranış gösteren, şiddet yanlısı kişiler bulunuyor.
Peki nedir bu şiddet? Şiddet; güçlünün güçsüze iradesini kabul ettirme şekli olarak tanımlanıyor.
Kadına karşı şiddet için ise; “kamusal ya da özel alanda, kadınların fiziksel, cinsel, duygusal zarar görmesiyle sonuçlanan ya da sonuçlanma ihtimali olan her türlü cinsiyet temelli şiddet eylemidir” deniliyor.
Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı (Viyana, 1993) Kadın Haklarının İnsan Hakları olduğunu kabul etmiş ve kadına yönelik şiddeti “kadınların fiziksel bütünlüğü- nü, bireysel özgürlüklerini ve temel haklarını tehdit eden” davranışlar olarak tanımlamıştır (aktaran Arın 1998: 201)
Bu kadar gündemde olan bir konunun, en önemli kitle iletişim aracımız olan televizyonlarda olmaması düşünülemezdi elbette.
Amaçları gerçekten kadına karşı şiddet konusuna dikkat çekmek ve farkındalık oluşturmak mı yoksa konunun hassasiyetinden faydalanıp reklam ve reyting elde etmek mi bilemiyorum ama kısa bir süre önce bir televizyon dizisi ekranlara gelmeye başladı.
Elbette ki iddiaları kadına karşı şiddete dikkat çekmek ve konuya olumlu yönde katkı sağlamak olduğu yönünde. Fakat araştırmalar gösteriyor ki televizyon ekranında gördüğümüz şiddet içerikli görüntüler izleyicide şiddet olgusunun sıradanlaşmasını sağlıyor. Ana Haber bültenlerinde, gündüz kuşağı programlarında, dizi ve filmlerde sürekli olarak maruz kaldığımız şiddet sahnelerini kanıksıyoruz ve bu zaman içinde normalleşmeye başlıyor.
Ben demiyorum, araştırmalar söylüyor. Michaud’a göre “şiddet görüntülerinin doğal, estetik ve olduklarından daha zararsız olarak algılanması, şiddeti neredeyse etkisizmiş gibi gösterir.” İşte tam bu noktada yayına yeni başlayan yerli dizinin şiddet sahnelerini irdeleyelim. Estetik bir şiddet! Dizide seneler boyunca sistematik olarak eşinden şiddet gören genç bir kadın var. Dizideki şiddet sahneleri neredeyse dizinin içinde en özenilmiş, en güzel efektlerle çekilmiş sahneler. Uçurumdan atlama sahnesinde kullanılan üçüncü sınıf fotoşop, şiddet sahnelerinde yerini dev bütçeli sinema filmlerine bırakıyor. Çocukların ekran başında bulunduğu bir saatte şiddet sahneleri hiçbir sansür kullanmadan gösteriliyor. Üstelik defalarca... Dizinin tanıtımlarında, fragmanlarında, karakterlerin olayı hatırlama anlarında, aynı şiddet sahnelerini defalarca izliyoruz.
En vahimi ise bu şiddet sahnelerinin yalnızca bir kaç gün içinde meşhur video paylaşım sitelerinde milyonlarca defa izlenmiş olması.
Dizide açık ve belirgin şiddet sahnelerinin yanı sıra, gizil şiddet sahneleri de bulunuyor. Mağdur kadını, şiddet gördüğü kocasının elinden kurtaran erkek karakter, fiziksel değil sözlü şiddet uyguluyor. İzleyiciye; vurmadıktan sonra kaba ve sert davranmanın, hakaret ve küfürlü konuşmanın çok da önemli olmadığı üstelik bunları sevgi hisleriyle yaparsa hoş görülebileceği alt metin olarak verilmeye çalışılıyor.
Senelerce sistematik olarak şiddet görmüş ve evinin içinde hapis hayatı yaşamış bir kadının kısa sürede normal hayata adapte olduğunu görüyoruz. Böyle bir durumda gerçek hayatta kişi neler yaşar, ruh dünyası nasıl olur bunu izleyemiyoruz televizyonlarda.
Çünkü tv karakterleri süper güçlüdürler. En ağır ameliyatı geçirir ve nedense bünyesi çok kuvvetlidir, hemen hayatın içine atılır, yeni maceralara karışır. Üç kere vurulur, üç kere hayata döner, beş kere büyük kaza atlatır, evi yanar, dayak yer, kaçırılır, başına silah dayanır ama çelik gibi sinileri vardır, herşeyin üstesinden gelir.
Oysa gerçek hayatta değil beyin ameliyatı, apandisit ameliyatı olsanız hemen hoplayıp zıplayamazsınız. Öldüresiye dövülmek öyle dizilerdeki gibi basit değildir. Yaralarınız üç beş bölümde azalarak geçmediği gibi şiddetin ruhunuzda bıraktığı iz de hemen yok olup gitmez.
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesinde rastgele seçilen on tv dizisi üzerinde incelemeler yapılmış.
Çıkarılan sonuçlara göre; bizimki gibi sadece televizyon odaklı yaşayan toplumlarda, televizyonun ilüzyonlu dünyası ile gerçek hayatın birbirine karışması ve bu yanılsama içinde, şiddetin zararsız- sonuçsuz bir biçim olarak algılanması ihtimali oldukça yüksek.
Sahneler üzerinde tek tek yapılan araştırma bulgularının sonuçları doğrultusunda; incelenen dizilerin tümünde yüzde 97 oranında şiddete rastlanmış. Kadınların en çok dayak ve tokat gibi fiziksel şiddet türüne maruz kaldıkları, bunun yanısıra sözel ve psikolojik şiddetin ağırlıklı olarak yer aldığı saptanmıştır.
Şiddete; televizyonlarda açıkça göstererek dikkat çekemeyiz. “İşte böyle oluyor, bakın. İzleyin de, ibret alın!” diyerek bitiremeyiz.
Hiçbir şiddet yanlısı, bu tip dizileri izlerken, “Ne kadar da kötü bir şey yapıyormuşum, hemen kendime çeki düzen vereyim” demeyecektir.
Şiddeti, şiddetin zıddıyla, sevgiyle ve eğitimle yenebiliriz. Sevgi dolu çocuklar yetiştirerek.
Kötüsünü gösterip “yapmayını” ima ederek değil; bilakis iyisini gösterip “bunu yapın” diyerek devam etmeliyiz yolumuza.
Kadına, çocuğa, hayvana karşı şiddeti hayatta sevgiyle; televizyonda da sevgi dolu yayınlarla yenebiliriz.