OSMANLIDA İSTANBUL
Kentsel dönüşüm İstanbul’da, sanıldığı gibi sadece günümüzde değil yüzyıllar önce çok uzun zamandır süregelen bir durumdur. Kentsel dönüşümler geri dönülmesi zor hatta imkânsız hataları yapmamayı gerektiren bir süreci içermektedir. Bu yüzden bir çalışma yapılacaksa kör bir kazma gibi orayı burayı yıkarak değil geçmişte yapılan hataları yapmamaya özen göstererek yenileşme ve gelişme çalışmaları yapmak gerekmektedir. Bu da çok dikkat isteyen bir süreçtir. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ve tarihi geçmişe sahip şehirlerden biri olan İstanbul’ un Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze kadar nasıl bir şehirleşme sürecinden geçtiğini ve geçmişin herhangi bir etki bırakıp bırakmadığını irdelemek ve analiz etmek gerekir.
‘‘ Be Makam-ı Konstantiniye el Mahmiyye ’’
Yüzyıllar boyu Osmanlı İmparatorluğunun bütün formlarında ve kayıtlarında şehrin adı böyle geçerdi. Konstantiniye; ‘korunmuş makam’-adı korunmuş olup da korunamamış bir şehir- anlamını taşımaktadır. Eski imparatorluk zamanında şehre ‘Urbis (şehir) kullanılmış sonrada şehrin adına da ‘polis’ yani sadece şehir diye söylemek yetmiştir. Bu yüzden ‘şehre, şehirde ‘ anlamına gelen ‘Stinpoli’, İstanbul’ un eski adı olarak çıkmıştır. Zamanla bu isme benzeyen İslambol kelimesi kullanılsa da bu uzun sürmemiştir. Osmanlı İstanbul’ u görkemliydi, bütün milletlerin gözü o şehrin üzerindeydi. İstanbul’ un nüfusunda, çok zenginliği, orijinal mimarisi, kütüphaneleri dikkat çekerdi .
Şehrin kurucusu olan Bizans İmparatoru Konstantin şehri çok kısa bir sürede geniş meydanları birbirine bağlayan geniş caddelerin etrafında sıralanan çok sayıda anıtsal bina ile süslemiş, imar etmişti. Fakat şehir 1453 yılında Osmanlılar tarafından fethedildiğinde uzun zamandır sahipsiz ve harap vaziyetteydi. Bu duruma ordu kumandanları, askerler şehrin bu kadar harap olmasına inanamamışlardı. Fatih Sultan Mehmet, imparatorun Marmara sahilindeki sarayına gelip perişan haldeki yapıyı gördüğünde farsça şu mealde bir beyit söyler:
“İmparatorun sarayında örümcek teşrifatçılık yapıyor.
Efrasiyâbın yerine de baykuş nöbet tutuyor”.
Şehir fethedildikten sonra kısa sürede imar edilmeye başlandı. Büyük kiliseler camilere çevrildi ki bu ihtiyaçtan gelen bir korumaydı. Sonra 16 yüzyılda muhteşem yeni camiiler yapıldı. Bayındırlık hareketleri gerek sur içinde gerekse Eyüp, Galata ve Üsküdar tarafından hızla yürütüldü. Eski İstanbul bugün ‘tarihi yarımada’ denilen şehrin surlarla çevrili kısmı, önemliydi ve bu durum 19. yüzyılın sonuna dek sürdü.
İstanbul kendine has bir nüfus politikası takip etti. Şehri çoğaltmak için Anadolu’ dan zorunlu göç ettirilen Müslümanlarla birlikte Rumlar ve Ermeniler de getirtildi. Bu yüzden İstanbul Ermeni milletini yöneten bir patriklik olarak teşkilatlanmıştır.
1492’ den sonra şehirde ciddi bir Yahudi nüfusu da oluşmuştur. Bu dönemde deniz ve kara surlarıyla çevrili bir şehirde artan nüfus yoğunluğu sıkışık bir dokunun oluşmasına sebep oldu. Fetihten bir asır sonra Bizans’ tan kalma meydanlardan ve caddelerden eser kalmamıştı. Şehrin mimarisi de taştan ahşaba dönüşmüştü ve bu uygulama da 19. yüzyılın ikinci yarısına dek sürecekti.
Osmanlı yaşam tarzında, kültürde bir uyum söz konusuydu. Bir çok semtte, insanlar evlerin içinde yüksek sesle kavga etmiyorlardı. Çünkü ‘mahalle ne der’ diye bir olgu söz konusu idi. İnsanlar lüksü değil, öbürleriyle beraber olmak için bir arada yaşamayı önemsiyorlardı. Herhalde ‘ev alma komşu al’ deyimi o zamandan kalmadır.
Mahalle aileyi kapsayan hukuki bir kişiliğe sahipti. Mahallede yaşamak çok önemliydi. Mahalle çeşme, su yolu denen lağım, yangına karşı tedbir gibi bir takım zorunlulukları kendisi yerine getirirdi. Asayişin bozulduğu zamanlarda mahalleli kendi mahallesini korurdu. Zengin, fakir bir arada otururdu ki bu günümüzde pek de mümkün olmayan bir durumdur. Çünkü mahalle ekonomik duruma göre değil dine göre, dini aidiyete göre oluşan bir birimdir ve bu birim elden geldiğince zenginin fakiri koruyup gözettiği bir olguya sahipti.
İstanbul, 19. yüzyılda giderek göç alarak bozulmaya başlamıştır. Denilebilir ki 19. yüzyıl Osmanlı için bir kırılma noktası olmuştur. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İstanbul’ un çehresinde gözle görülür bir değişim yaşanmıştır. Bu dönemde kurulan şehremaneti, yani belediye dairesi, çıkartılan kanunlar, şehirde oluşan düzensizliğin önünü almayı amaçlıyordu.
Şehir, III. Mustafa ve II. Abdülhamit devirlerinde de imar edilmişti ama ciddi bir şekilde ele alınması, Tanzimatla başlayan planlı şehircilik hamleleri, pek çok yanlış karar ve uygulamalarla birlikte Cumhuriyet’ e devredilecekti.
Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde Mustafa Reşit, Fuat ve Ali Paşa’ lar da şehrin imarı için gayret sarf etmiştir. II. Abdülhamit devri ise İstanbul için imar anlamına geliyor. Sokakların yenilendiği, havagazı lambalarının caddeleri aydınlattığı, atlı tramvay hatlarının ulaşımı kolaylaştırdığı okulların, hastanelerin, şimendifer hatlarının inşa edildiği bu dönemde caddeler parke taşlarıyla döşenmiştir.
1912-1914 Cemil Topuzlu Dönemi: 1912-1914 yılları arasında II. Abdülhamit devrinde, çok iyi bir cerrah olmasına rağmen kendisine şehreminliği yani belediye başkanlığı verilen Cemil Topuzlu görevde bulunduğu sırada İstanbul’a Fatih, Gülhane, Doğancılar gibi bugün hala duran parklar yapmıştır. Fakat bu parklar düzenlenirken çok sayıda tarihi binalar yıkılmıştır. Yüzyıllık anıt eserindeki ağaçlar bile gezi yolları açılması için kesildi.
Sur-i Sultani denilen ve Topkapı Sarayı’ nı çevreleyen Fatih devrinden kalma duvarların bir kısmı da yıkılmıştır. Sultanahmet’den Sirkeci’ ye uzanan Alemdar Caddesi, kışlalar, mescitler, hanlar ile sivil mimarinin önemli örnekleri yıkıldı, yok oldu. İki kez belediye başkanlığı yapan Cemil Topuzlu devrinde şehrin küçükte olsa geçirdiği değişim, gelecek yıllarda İstanbul’ un nasıl bir değişim geçireceğin de habercisiydi .
Cemil Topuzlu’nun açtığı Fatih Parkı. Parkın açılması için pek çok yapı yıkılmıştı.
İşgal yıllarında İstanbul