“Biz O’nunla meşgulüz
O’nun yegane işi de bizimle
Biz ne dersek, O’na ait
O ne hüküm verirse, bizim hakkımızda...”
İbn Arabi
İbn Arabi Fütûtatı Mekkiyye’de, sonsuz ilmiyle her şeyin sayısını bilen, her şeyi sayan manasında, El-Muhsi esmasını anlattığı bölümü, bu mısralar ile bitirmiş.
Yakınlaşmaya bakar mısınız? Ben O’nun içinim, O’da benim için der gibi...
Zaten En’âm Suresinde de şöyle dua etmemiz buyurulmamış mı?
“De ki, benim namazım, her türlü ibadetim, hayatım ve ölümüm yalnız Allah içindir.”
Bu duanın gönülden kopup gelmesi için şüphesiz çok özel bir yakınlık olması gerekir.
Yakınlık... Hani şu kimi zaman en yakınımızda ki ile bile yaşayamadığımız duygu. Kim bilir, belki tüm hasretleri özlemleri ayrılıkları kasvetleri sadece, en yakınımızla yakın olamadığımız için yaşıyoruzdur.
Aslında tüm bu dünya serüvenimiz, hayata bir mana katmak ya da hayatı gerçekleştirebilmek, bu yakınlığı tesis etmek içindi.
Bizim “İnsanlık için seçilmiş en hayırlı ümmetsiniz” diye yapılan tanımlamanın hakkını verebilmek için de, önce bu yakınlığı tesis edilebilmeliydik.
İnsanın yaşadığı tüm hüzünlerin yalnızlıkların, kimsesizliklerin kaynağı, son tahlilde Rab ve kul ilişkisinin kurulamaması. Aslında o yakınlık “Ben size şah damarınızdan daha yakınım” buyurularak kurulmuş ve ilan edilmiş, lakin biz yeterince intibak ve intikâl edemiyoruz...
Gerek Kur’an’ı Kerim’le, gerek ‘yürüyen Kur’an olmuş kulların azlığı, daha doğrusu yokluğu ile motivasyon eksikliği ve daha sayılacak bir çok sebeble Allah’ın rahmeti, şefkati, ihsanı ve ikramı ile aramıza maalesef mesafeler giriyor.
Filimler şiirler şarkılar ailesi olmayan ya da aile şefkati görmeyen sevgisiz ilgisiz kalmış insanların yaşadığı travmaları anlata anlata bitiremez de, Allahsız, Kur’ansız, manadan maneviyattan uzak kalmış insanın trajedisi dile getirilmez. Dile getirilip telafisi sağlanmadıkça, en basit sıradan hali can sıkıntısı olarak başlar, ufunet basar, stres dalgaları sonra depresyon vs vs uzayıp gider...
Bu intibak ve intikâl edememe durumu, kimilerinde ahlaki erezyonlar, kötü alışkanlıklar alıp başı dönülmez yollara gitmelere kadar vardı. Öfkesi, sıkıntısı, derdi olan insanlara biraz namaz, biraz Kur’an’ı Kerim tilaveti, işte şu kadar doz salatu selam reçetesi yazan birileri olmalıydı. Tabi bununla zinhar, mürşidi kâmil yerine ikame edilmeye çalışan yaşam koçlarını, yarı çıplak vaziyete tesbih tavsiye edenleri kasd etmiyorum ama mesela, bir saatlik ilmi mütâlanın gidermeyeceği keder yoktur, diyen İmam Şafi Hazretlerini buradan muhabbetle selamlıyorum. Müthiş bir reçete bu. Aklımızı gönlümüzü cem ederek, okunan bir saat Kur’an’ı Kerim’in ya da tefsir dersinin iyileştiremeyeceği yara, telafi edemeyeceği stres yok.
Burada müjde bize Fetih Suresinde verilmiş. İnananların, imanlarını güçlendirmek üzere, müminlerin kalblerine sekinet indirildiğinden bahseder. O Fetih Süresi ki, Efendimiz Aleyhisselam inzal olduğunda “benim için dünya ve tüm içindekilerden daha sevgili, daha kıymetli” şerhini düşerek okuduğu suredir. E işte dünya ve tüm içindekilerden daha kıymetli olanlarla tanışıp iletişime, alış verişe geçemeyince Sezen’in şarkısında olduğu gibi yerimizde daralıyor, yenimiz de.
Galiba biz NFK ‘nın dediği gibi, güneşi cebinde kaybetmiş marka müslümanlarıyız.
Bu arada laf aramızda, az önce “O Kur’an, kendilerine ilim verilenlerin göğüslerine yerleşmiş açık ayetlerdir” ibaresi ile karşılaştım, bir güneş buldum sevinci ile mukayeseli okuma yapabilmek için evdeki on küsur tefsirden bu ayeti buldum, açtım, çalışma masası yetmedi tabi, koltukların üstü her yer kitap, derken, yazımın başındaki İbn Arabi mısraları ile karşılaştım. Farklı tefsirlerden okuyup, dolduğum ayet orada, benim kalemime gelen yazı da burada...
Eh hayatta böyle değil mi, neye niyet, kime kısmet..
Siz bu satırları okurken ben, ayeti kerimeye konu olmuş, kendilerine ilim verilenler kim, bu Ku’an kimlerin göğüslerine yerleştirilmiş, araştırıyor olacağım...