“En büyük korku vicdan korkusudur”.
Sabahleyin güzel bir güne uyandığımızı düşünürken, yazılı ve görsel medyada gözümüze çarpan cinsel taciz, tecavüz veya bir kadın cinayeti haberi, yüreğimize yumruk gibi otururken, çaresizce başımızı öne eğip, o günkü işlerimize odaklanıyoruz. Veya toplumun büyük bir kesiminin yaptığı gibi, klavyenin başına geçip, ait olduğumuz sosyal mecralarda, üzüntülerimizi dile getiriyor, isyan ediyor ve yetkilileri göreve çağırıyoruz. Ama bu tepkiler, olayların önüne geçilmesini engelleyemiyor.
Kız arkadaşını, nişanlısını veya karısını öldüren hapse giriyor, geride mağdurun gözü yaşlı anne-babası, öksüz çocuklar, bu çocukların yaşadığı travma ve annesiz büyümenin acıları kalıyor.
Son zamanlarda, kadın cinayetlerinin yanı sıra, çocuklara yönelik istismar, genç kızlara karşı kıyafetlerinden dolayı saldırı haberleri de, yüreğimizi acıtıyor ve toplumun her kesimini çıldırtıyor. Bu tür olayların yaygınlaşması, toplumda üzüntünün yanı sıra, güvensizliğe de yol açıyor. Ne oluyor bize?
Hep öğündüğümüz değerlerimiz, örf ve adetlerimize ne oldu?
Toplumumuzun kadınlarına, kızlarına, çocuklarına saldıran, öldüren, inciten, taciz ve tecavüz eden bu erkekler de, bu toplumun bir üyesi, birilerinin babası, dedesi, oğlu kardeşi, amcası, dayısı, birilerinin can dostu, komşusu, bir aile ve evlat sahibi…
Nasıl oluyor da, başka insanların kızlarına, çocuklarına böyle insanlık dışı muameleler de bulunabiliyorlar ? Nasıl bir duygu ve düşünce içine girip böyle canice davranabiliyorlar?
Artık mahkemelerimiz, kadın cinayeti ve tecavüz suçlarında “hafifletici nedenler” uygulaması yapmadan, çok ağır cezalar veriyor. Yani hapse girme korkusu, ağır ceza alma korkusu, hatta ”Allah korkusu” bile bu suçların işlenmesine engel olamıyor.
Demek ki, sorunun köklü çözümü için bakış açımızı başka alanlara çevirmeliyiz.
İnsanın en büyük denetçisi kendisidir.
Bir insanı yanlış ve kötü bir şey yapmaktan alıkoyan, nefsini terbiye eden, o kişiye öz saygı kazandıran şey, ahlaki değerlerdir.
Hatırlıyorum, ortaokuldayken müfredatımızda “Ahlak” dersimiz vardı ve zorunlu ders olarak okutuluyordu. Bu derste, örf ve ananelerimiz, dürüstlük, büyüklerimize ve küçüklerimize davranışlar, yaşlı, engelli, kadın ve çocukların ( toplumun kırılgan/hassa kesimleri) korunması, özel ilgi gösterilmesi gibi temel ahlaki değerlerimiz işlenirdi.
Maalesef her çocuk eşit şartlarda doğmuyor ve her çocuğun aile yapısı, ailenin değerleri farklı olabiliyor. Ülkemizde erkek çocukları, daha çok erkek egemen bakış açısıyla yetiştiriliyor. Dolayısıyla yetiştiği ortamın değer yargılarıyla kadına şiddeti öğrenen çocuk, büyüdüğünde buna kendi hakkının da olduğunu düşünüyor.
Bu nedenledir ki, çocuğun ailesinden alamadığı veya eksik aldığı ahlaki ve etik değerlerin okulda, eğitim döneminde yerleştirilmesi çok önemlidir.
En büyük korku vicdan korkusudur.
Bir insanın suça karışmaması, suç işlememesi, bir başkasına zarar vermemesindeki en önemli etki kendi iradesi ve vicdanıdır.
Evrensel değerler, ahlaki ve etik kurallar, ilk başta aileden öğrenilir, eğitim ve öğrenim hayatında da pekiştirilir. Bu öğrenim korku ile değil, sevgi ile yapıldığında birey de öz saygı gelişir ve öğrenilen değerler kalıcı olur.
Son Söz
Daha çok kadın ölmeden, daha çok çocuk istismara uğramadan bir şeyler yapmak gerekir. Kadınlar ve çocuklar susturulmamalıdır. Acil çözüm planları hazırlanıp, kampanyalar düzenleyip, kamu spotları hazırlayıp yazılı ve görsel medya aracılığıyla toplumun her kesimine, değerlerimiz yeniden hatırlatılmalıdır.
Devlet kurumları, kadınlara ve çocuklara yönelik bu suçları engellemek için yasalarla sağlam bir alt yapı oluştururken, STK’lar, özel eğitim kurumları, toplumun her kesimi de, ahlaki ve etik değerlerin yerleşmesinde öncü ve örnek olmalıdır.